Deprem Felaketini Anlattı

Deprem Felaketini Anlattı
Yazar Nuri Yıldız, deprem bölgesi dönüşünde, depremde yaşadıklarını anlattı.

Kahramanmaraş Valiliği Van Depremi için yardım kampanyası başlatırken, geçtiğimiz günlerde Van Depremi sonrası yardıma koşan, Kahramanmaraş İnsani Yardım Derneği Yön. Kurulu Üyesi Nuri Yıldız  deprem felaketini ve inadına insanı duruş diyerek kampanyanın önemi üzerinde duran bir açıklama yaptı.  Depreme karşı alınacak önlemlere dikkat çeken Yıldız, TOKİ binalarının sağlam yapıldığı için depremde dimdik ayakta olduğunun altını çizdi

Önceki gün Van’da meydana gelen ikinci deprem sonuçları da medya da geniş yer alırken, daha önce depremde ilk gün gazetemize açıklama yaparak, en çok çadır ve battaniyeye ihtiyaç olduğunu belirten Yıldız,  depremde yaşadıklarını dile getirdi. Yıldız, insanın eşrefi mahlûkat olarak yaratılışında, iki önemli görevi bulunduğunu belirterek şunları söyledi; “  İnsanın insan olduğunu unutmaması ve  yardımı ihmal etmesi veya yapmaması halinde karşılaşacağı problemin boyutunu hesap edebilmenin imkânı yoktur” dedi. Yıldız açıklamasını şöyle sürdürdü; “ Yardın neden önemli. Birincisi, Kuran’ın ışığında insanlığın inşası, İkincisi, yeryüzünün imarıdır

Bu iki görevi es geçmenin ya da ertelemenin felaket getireceği kaçınılmazdır ve de, içinde yaşadığımız dünya bizlere şunu çok açık ve net olarak göstermiştir ki, ‘hayat asla boşluk kabul etmiyor.’

Yaratıldığında, kendisine eşyanın adı öğretilen Hz. Âdem, adını öğrendiği eşyanın (yeryüzünün) nasıl kullanılacağını da öğrenmişti. Günümüz dünyasının ‘durumsallık’ olarak adlandırdığı fiiller dizisinin temeli aslında bu idi. Eşyanın ismini, tabiatını öğrenerek, eşyaya ve tabiatına uygun tavır ve fiil belirlemek. Hz. Âdem’in sünneti ve geleneği olarak insanlara kalan mirasta bu olmalıydı ama başta Hz. Âdem’in çocukları, içinde yaşadığı dünyanın eşya tabiatına uygun davranışları sergileyemediği (Kabil’in kardeşi Habil’i öldürmesi) için, insanla tabiat arasında düşmanca bir yapının ortaya çıkması kaçınılmaz olmuştur.

Eşya ve tabiat kendi hareket tarzına uyum sağlanmadığında, insanoğlunun en büyük düşmanı olmaktan geri durmamış ve durmayacaktır da.

İnsanlığın inşasının ilk olmazsa olmazlarında olan, eşya ve tabiatına uygun davranmak, hayatı sağlıklı kılmanın ön şartıdır. İnsanlığın inşası ile yeryüzünün imarını aynı düzleme getirmemek, getirememek, onları ruh ikizi yapmamak, iki farklı taraf olarak düşmanlığın temelini oluşturmaktan başka hiçbir işe yaramayacaktır.

Burada asıl olan, insanı Hz Âdem misali, adını ve özelliğini öğrendiği eşyaya ve tabiata uygun olarak inşa etmek daha sonrada, eğitimini aldığı asli kişiliğe göre tabiatın ve eşyanın imarına yönelmesini sağlamaktır.

Bunun aksi olan her şey, karşı karşıya getirilen iki farklılığın birbirini imhasından başka bir işe yaramayacaktır.

Bunun aksi olan her şey, iki tarafın birbirinden bir şeyleri eksiltmesinden başka bir işe yaramayacaktır.

Karşı karşıya gelen bu iki düşmanın yegâne suçlu tarafını insan oluşturur. Aslında taraf olan insanın, eşya ve tabiata verdiği zararda kaybeden taraf çoğunlukla yine insan olmaktadır. Kısa bir ifadeyle insanoğlu bindiği dalı kesmektedir.

İnşası yeteri derecede ikame edilmeyen insan, kendi eliyle yok ettiği eşyanın tabiatının ne derece büyük ve yıkıcı bir güç haline geldiğine defalarca şahitlik etmiştir.   

En son Van ve Erciş’te bunu bir kez daha görmenin şahitlerinden olduk.

Üç gün boyunca gördüğümüz vaziyet, aslına dönmeyi aklından bile geçirememiş yaptıkları ‘daha doğrusu yıktıkları’ binaların sahiplerinden dolayı insanlığımızdan utandığımız kişiliğimiz ile henüz ölmemiş bir cana ulaşabilmek için verdiği mücadelesinden dolayı geceyi gündüzüne katarak uğraşan arama kurtarma ekiplerine duyduğumuz hayranlık arasında gidip geldik sürekli.

Birileri ölüme davetiye çıkararak, birileri kurtarmaya kurulmuş makine gibi çalışmasını sürdürmekteydi adeta.

Birilerinin bozmaya çalıştığı yaratılış ritmini diğerleri inadına düzeltmeye çalışıyordu sanki. Ama çok acı bir bedelle.

Tabiatın hareket ritmine, eşyanın tabiatına uyum sağlamayan insanın, insanı yaşatması nasıl mümkün olabilir ki?

Kendi benliğindeki insansı inşayı tamamlamamış bir insan, yeryüzünün imarına ne kadar katkı sağlayabilir ki? Bırakın katkı sağlamayı bu ahengi bozmak için neler yapmıyor ki?

YIKILAN YAPILARIN SUÇLULARI VAR

Hiç kimseler, bu yıkılmış yapıların sahiplerinin suçsuzluğunu ispat etmeye çalışmasın. Bilakis herkesler hesap sorsun. Yıkılmış beş binanın yanında dimdik ayakta duran ya da depremin etkisinden dolayı çatlağı oluşmuş, sıvası dökülmüş kolonuyla kirişiyle ayakta duran ve içinde barındırdığı insanları öldürmemiş binaları gördükten sonra, yıkılmış bina sahiplerinin masum olduğunu savunmak, cellâdımızı sevmeye çalışmamızdan başka hiç bir şey olamaz.

Eşya ve tabiat bizleri kendi hareketine uyumlu davranmamızı istiyor. Ama ne yazık ki, insanoğlu bu ritme uyum sağlama konusunda yeterli derecede titiz davranmadığından dolayı felaketlerden yakasını kurtaramıyor. İlahi güç bizlere yeryüzünde gezerek bizden öncekilerin nasıl yok ‘helak’ olduklarını görmemizi ve bundan dolayı ders almamızı örnekleriyle göstermektedir. Yaklaşık on yıllık dönemlerle yaşadığımız deprem felaketleri, ilk etapta bizleri etkilemekte fakat kısa sürede unutmaktayız. Muş Varto, Erzincan, Marmara, Düzce, Kütahya ve Simav depremlerini çok kısa sürede unuttuk. Çoğu zaman şunu gördük ki, içinde barındığımız binalar bizleri sadece soğuktan sıcaktan, yağmurdan ve rüzgârdan koruyan demir ve kum yığınlarından ibaretmiş. Ülkemizin deprem haritası çıkarılalı eminim ki yıllar öncesine aittir.  Buna rağmen, fay kırıklarının üzerine bina yapmakta çok mahir kişiler olmuşuz. Dereleri kapatıp üzerine cesedimizin her bölümünü ayrı parçalara ayıran koca binalar yapmışız. Bizleri sevdiklerimizden, sevdiklerimizi bizlerden ayıran katil binaların içerisinde kaç milyonlarla birlikte yaşadığımızı öğrenmekten bile çekiniyoruz. Küçük bir arsa parçası üzerinde daha fazla kazanabilmek için binalarımıza bir kat daha fazla ekleyebilmek için kaç defa resmi kurumların kapılarını çalmıyoruz ki?

İNSANLARI NEFES ALAMAZ HALE GETİRDİK

Şehir merkezlerine yakın olan yerleri binalarla doldurup, insanları nefes alamaz halde bıraktığımızın kimler farkına varacak doğrusu çok merak eder olduk.

Van depreminin ilk günü (pazartesi)  sabaha karşı Erciş ilçesine girdiğimizde harabe bir beldenin içinde bulduk kendimizi. İşin en ilginç olanı, şehre giriş kapısı olarak dikilen ana kapının üst duvarından düşen beton ve tuğla parçaları bizlere ilçenin durumu hakkında ön bilgi veriyordu. Onlarca bina yerle bir olmuştu. Beş altı katlı binalar, bir ve iki kat yüksekliğinde kum ve tuğla yığını haline gelmişlerdi. Onlarca yıkık bina vardı cadde ve sokakların her iki yanında.  Büyük dozerler ve iş makineleri her yığının yanında ve onlarca da arama kurtarma ekibi çalışmaya başlamıştı. Birçok sivil toplum kuruluşu kaymakamlık binasının etrafına kurdukları çadırlarda yardım çalışmalarına çoktan başlamışlardı bile. İhh’nın çadırına geldiğimizde, bölge koordinatörü Diyarbakırlı gemi arkadaşımızdan Selahattin bey, Gülden Sönmez ve kırk kişilik arama kurtarma ekibi de bu çalışmalara başlamışlardı. Stk’lar kendilerine gelen ekmek ve suları dağıtmaya başlamışlardı. Bizlerde ilk anda jandarmaların yardımıyla beş binden fazla ekmeğin dağıtımına katıldık. Öğleden sonrada üç bin kişiye sıcak yemek dağıttık. O andan sonra Milli Eğitim Müdürlüğünün karşısında kurulan çadırda Anadolu Platformu gönüllüleri ve yönetim kurulu başkanı Gaziantepli Turgay Aldemir, ilçede bulunan diğer vakıf ve derneklerle beraber elbise ve yiyecek dağıtımlarına başlamışlardı. Birçok ilden gelen arama kurtarma ekipleri çok büyük bir özveriyle çalışıyorlardı ve yaptıkları işi çok profesyonelce yapıyorlardı. Bu insanlarla görüştüğümüzde birçoğu bu işi gönüllü olarak yaptıklarını anlatmışlardı. İhh, Ttk, Kurtarma 911, Umke, Akmot ve burada daha ismini sayamayacağım birçok gönüllü kurtarma ekibi vardı. Hemen her il belediyesine ait kurtarma ekipleri de oradaydı. Orada şunu çok iyi gözlemdik ki, arama kurtarma çalışmalarında çok iyi bir yol kat etmişiz. Tabii kendi ilimizde, belediye tarafından oluşturulan ‘Akmot’ ekibini orada görmek bizleri ayrıca mutlu etmişti.

Kaymakamlık binasının karşısında bulunan ve aşağı doğru inen sokakta on kadar yıkılmış yüksek katlı binanın varlığı gözümüzden kaçmamıştı. Erciş halkı burada bulunan kahvehanelere kulüp adını vermişler. Bu sokağın içinde yıkılan binalarda kulüplerle birlikte internet kafeler’de bulunmaktaymış. Zaten ölenlerin çoğunluğu burada bulunan yıkılardan çıkarılmaktaydı. Delikanlının birisi şu ifadeleri kullanmıştı; ‘arkadaşlarımla beraber okey oynamak için içeri girdiğimde bütün masalar doluydu. Oyun oynayacak bir masa bulamadığım için ben de tekrar dışarı çıktım. Birkaç dakika sonra bu binalar yerle bir oldu’ demişti. Anladığımız kadarıyla tatil gününün en hareketli saatlerinde meydana gelen deprem, özellikle dayanıksız yapılan binaları etkilemiş ve yüzlerce insanın ölmesine neden olmuştu. Bütün arama kurtarma ekipleri en üstten başlayarak zemin kata kadar ikişer metre genişliğinde tüneller açıp her katı kontrol ederek canlı birine ulaşmaya gayret ediyorlardı. Çokça çıkan cansız bedenlerin yanında, ulaşılan bir canlı herkesi çok mutlu ediyordu. Yaşlı insanlarla yaptığımız konuşmada ise bir kez daha şaşkınlık yaşadık. Yukarıdan aşağı doğru uzanan bu cadde yıllar öncesi dere yatağı iken imara açılmış ve yüksek binaların yapılmasına izin verilmiş. Yan yana ve belli aralıklarla burada on kadar yıkılmış çok katlı bina vardı. Ama aynı yerde yıkılmamış binalar da vardı.

O gece Anadolu Platformu çadırının önüne serdiğimiz halıların üzerine yaydığımız eski ve yeni binlerce parça elbise iki saat içinde tükenmişti. Yakın illerden gelen onlarca battaniyede kısa sürede tükenmişti. Çadırların ve halkın arasında en büyük ihtiyaç çocuk maması ve çocuk bezi olduğunu gördük. Birçok arkadaşımız kucaklarında çocuk bezi ve maması dağıtımı yapıyordu o saatte. O ana kadar stada ve Toki evlerinin yakınana yüzlerce çadır kurulmuştu ama insanlar, yıkıkların altına kalan yakınlarına ulaşabilmek için bulundukları yerleri de terk etmiyorlardı. Her yıkık binanın yakınında yakılan ateşin etrafında titreyerek bekleşiyorlardı.

Başbakan Sayın R: Tayyip Erdoğan ve bakanların çoğu, depremden hemen sonra bölgeyi ziyaret etmesi orada bulunan halkı memnun etmişti. Sayın Recep Tayyip Erdoğan ve ekibi Cumhuriyet kurulduğundan bu yana belki de en hareketli, dinamik ve çalışkan bir ekip olma özelliğini taşıyor. Gerçekten Başbakanıyla, bakanlarıyla, kurmaylarıyla motorize olmuş, mobilize bir çalışma sergilemektedirler. Bu da hepimizi mutlu etmektedir. Yalnız bu hareketliliğe, hala eski bürokrasi mantığından kurtulamayan kurumlar bir türlü ayak uyduramamışlardı. İlk günden başlayan çadır dağıtma işlemleri tamamlanmıştı. Yüzlerce çadır kurulmuştu. Fakat bunlar ihtiyaca cevap verememişti, çünkü her insan kendi evinin bahçesine ve avlusuna çadır kurmak istiyordu. Gerçekten çadır ihtiyacı çoktu, çünkü insanlar sağlam binalarının içine girmekten korkuyorlardı. Bundan dolayı da her ev sahibine bir çadır ihtiyacı ortaya çıkmıştı. Kaymakamlık binasında kurulan kriz merkezinde Pazartesi gününden başlamak üzere, önce çadır isteyenlerin isimleri alınmış, ertesi gün ise (Salı günü), kaymakamlık bahçesine toplanan insanların tek tek isimleri okunarak çok zor şartlar altında kimlik tespitinden sonra ellerine verilen ‘çadır verile’ belgeleriyle çadır dağıtım merkezlerine yönlendirerek çadır dağıtımı gerçekleştiriliyordu. Bu şekilde yapılan dağıtım zaman zaman ortamda da gerginliklerin oluşmasına neden oluyordu. Belki de bu dağıtım işlemleri beş on merkeze dağıtılmış olsaydı sorunların üstesinden daha da kolay gelinebilirdi.

İlk günlerden başlamak üzere cenaze ve defin işlemleri için Bitlis müftülüğü tarafından yürütülüyordu. Bu güzel bir çözümdü ve acil durumlarda kurumların yapması gereken iş ve işlevlerde komşu il ve ilçelerin kurumlarına devri mümkün olsaydı problemlerin çözümü daha hızlı gerçekleşebilirdi. Özellikle çadır dağıtımında ivedi bir çalışmanın elde edilememesi, çadır yağmasını da beraberinde getirmişti.

Depremin üçüncü günü olan Salı sabah saat yedi ve sekiz sıralarında kenar mahallelerde yaptığımız gezinti sırasında, ana yolda ilçeye gelen yardım araçlarının sayısı bir hayli dikkat çekiciydi. Özellikle ilk günlerde yakın il ve ilçelerden gelen yardım kamyonlarının ilçeye girişi gerçekten görülmeye değerdi. Her ilin ve ilçenin belediyesine ait afişler asılıydı araçlara. Adına yağma denir mi bilemiyorum ama Kızılay çadırlarını taşıyan araçların durdurularak içindekilerin alınıp yol kenarında kavga ve tartışmalarla paylaşılması ilk olarak bu yol üzerinde gerçekleşmişti. Aracımızdan inip bu görüntülerin resimlerini almak için bu kalabalığın arasına girdim. Arkadaşımızın birisinin üzerinde renkli bir bip vardı ve çektiği görüntülerin silinmesi için ona, kalabalık bir grup tarafından baskı yapılmıştı. İlk gün gelen yardım araçlarından birisi ‘Batman Belediyesine ait yardım kamyonu’ yolda yan yatmıştı ve şoför arkadaşımızın serzenişi manidardı, ‘yardıma giderken yardıma muhtaç kaldım. Kimseden yardım alamıyorum çünkü herkes deprem için yardıma gidiyor’ diyordu. Yardıma katılan belediyelerimizin bir kısmı meydana getirdikleri araçlarda bulunan eşyaların dağıtımını halka bırakıyorlardı. Bu tür dağıtımlarda hoş olmayan birçok görüntü ortaya çıkıyordu.

YARDIMDA YARIŞTIK

Yakın il ve ilçelerden gelen bazı insanların ilk günden başlamak üzere yaptıkları yardım faaliyetleri de gerçekten görülmeye değerdi. Yemek şirketleri minibüslerinden indirdikleri çorba kazanlarından yüzlerce kişiye çorba ekmek dağıtımı yapıyorlardı. Çok ilginç bir yardım tablosu daha vardı ki gerçekten gözlerimizi yaşartmıştı. Caddenin kenarına tavuk döner tezgâhını kuran bu arkadaşımız insanlara şöyle sesleniyordu: ‘Arkadaşlar bu tavuk döneri size dağıtacağım. Ama ekmeğim yok maalesef. Şu yan tarafta ekmek dağıtılıyor. Ekmeğinizi alıp gelin buraya, bende içine döner koyarak size ikram edeceğim’. Bunu duyan insanlar ellerine ekmek alarak sıraya geçiyordu ve ekmeğinin arasına konulan dönerini keyifle yiyordu. Birkaç resmini çektiğimiz bu insan, ‘Benim elimden gelen de yalnızca bu kadardır’ diyordu.

İnsanlarda bulunan bu yardımlaşma duyarlılığını görüp de etkilenmemek için, ‘insani değerlerden yoksun olmak gerekiyor’ diye düşünmekten kendimizi alamadık.

Aslında her zaman olduğu gibi yine büyük bir ikilemin ortasında bulduk kendimizi.

Bir tarafta küçük büyük her türlü imkânını kullanarak yardıma ihtiyacı olanların hizmetine koşan adamlar. Diğer taraftan yaptığı binaların içinde ölenler için belki de hiç üzülmeyenler.

Bir tarafta kendisi ve ailesi için başını sokacak küçücük tek katlı evinin yapımı için istenen harçları yatıramayarak kaçak olarak inşa ettiği ve dimdik ayakta kalan evlerin sahipleri, diğer taraftan çok katlı binalardan, haddinden fazla para kazanmasına rağmen her şeyi eksik yaparak onlarca insanın ölümüne neden olan adamlar.

Bir tarafta küçücük evini yaparken ustalığı öğrenen, bu esnada yaptığı harca, emeğini terini ve sevgisini katarak yuva inşa eden gariban insanlar, diğer tarafta bir inşaatın en ince noktasına kadar hesabını yapabilen mimar ve mühendislerin elinden çıkan plan ve projelerin sonunda yerle bir olan çok katlı binaları yapan akil insanlar.

Bir tarafta yaşadığı bölgede yapacağı ev için en uygun, tehlikesi olmayan, selden, yelden, çığdan, heyelandan korumaya çalışan tecrübeli ama imkânı olmayan insanlar, diğer tarafta daha fazla kazanmak için en merkezi yeri seçerek daha çok kazanmayı alışkanlık haline getiren, her şeyi bilen ama iyi niyetli olmayan adamlar.

Bir tarafta belediyelerden küçük bir ev için yapım iznini almaya gücü yetmeyen fakir adamlar, diğer taraftan belediyelere, yaşanan beldenin tamamının olumsuz etkileneceği şekilde karar çıkartabilen insanlar.

Bu örnekleri daha da çoğaltarak tüm ülke geneli için düşünebiliriz.  

Sayın başbakanımızın gayretli çalışmalarını biliyor ve takip ediyoruz. Israrla yıkacağını söylediği kaçak ve tehlikeli binaların ne kadarı gariban insanlar tarafından bin bir emekle yapılmış tek katlı binalardan oluşuyor acaba? Ya da özellikle yıkılma tehlikesinde olan kamu binalarını yapan kaç firma ya da yüklenici ceza alacak acaba? Hepimiz biliyoruz ki, başbakanımızın bahsettiği binalar, zengin kişiler tarafından yapılan yüksek katlı binalardır.

Sayın Başbakanın, tehlikeli olan bu binaları yıkabileceği konusunda hiçbir şüphemiz yoktur. Ama bu yıkım hiçte kolay olmayacaktır. Tehlike konumunda bulunan bir binanın sahibi güçlü ve hatırlı birisi olursa neler yapılabilir acaba? Ya da şehir merkezlerinin en hareketli ve işlek yerinde dikilen binaların sahipleri farzı mahal milletvekili, belediye başkanı vb. mevkilerdeki kişilere ait olduğunda neler yapılabilecektir acaba?

YENİ BİNALAR SAĞLAM OLMALI, DENETLENMELİ

Ve ben eminim ki, Sayın Başbakan dediğini yapabilen biridir. ‘İktidarıma mal olsa bile bunları yıkacağım’ dediği binaları yıktığı zaman, bunların yeniden yapılması kimlere verilecektir acaba? Aslında yıkılacak binalara değil asıl önemli olanı, ‘bunlar yeniden, nasıl ve kimler tarafından inşa edileceği’ kaygısı daha önemlidir diye düşünmeden geçemiyor insan. Allah esirgesin bu güne kadar oluşan depremlerde yıkılan binaları yapanlar, yeniden yapım işlerine talip olursa durum ne olacaktır acaba?

Şu konuda da hiç bir tereddüdümüz yoktur. Allah göstermesin yeni depremler ve afetler oluştuğunda, halkımız geriye bakmadan doğulusuyla batılısıyla birbirlerinin yardımına yine koşacaklardır. Sivil toplum örgütleri de üzerlerine düşen işi sonuna kadar yerine getireceklerdir. Her ilde bulunan ve bu depremde üzerine düşen görevi son noktasına kadar yerine getiren, arama kurtarma ekipleri de yeniden ellerinden gelen her şeyi tam olarak yerine getireceklerdir.

Toplumun duyarlılığı, sivil toplum örgütlerinin hassasiyeti, arama kurtarma ekiplerinin titizliğini bundan sonra da, her sorunda herkes yanında hissedecektir sonuna kadar. Ama bu yıkılan binaların hesapları da sorulmalı değil mi yetkililerden acaba? Dere yataklarına, ya da uygunsuz bina yapımına ve şehirleşmeye izin veren yetkililerin de yargılanması gerekli değil midir acaba?

Sayın Başbakanım: Aslında işin özeti kısaca şudur. Sizlerde takdir edersiniz ki; yeryüzünü aslına uygun olarak imar edebilecek kişiliğin ve kimliğin öncelikle, Allah korkusunu içine sindirmesi ve vicdan eğitiminden geçmesi bir zarurettir. Kendi kimlik ve kişilik inşasını oluşturamayan insanlar yeryüzünü nasıl imar edebilirler ki?

Bırakın ölümüne sebep olmayı, bir gönlün kırılmasını bile, hayatından silkeleyip atamayanlar, yıkılmayan binaları nasıl yapacaklar acaba?

Bana kalırsa bina yapımından önce, şehir planı hazırlamadan önce, kişiliklerin inşasına önem vermek, gerekli hassasiyeti göstermek daha elzemdir diye düşünüyorum.

Her şeye rağmen bu toplumda duyarlılığını kaybetmemiş yüreklerin var olması bizleri mutlu etmektedir.  

Her şehirde yeni olan ve hemen her yerde yapımı devam eden ‘Toki Binalarının’ deprem bölgesinde sıva çatlağı dahi olmadan dimdik ayakta duruyor olması bizleri mutlu etmekte ve umutlandırmaktadır.

Son söz olarak, her şeye rağmen, depremlere, felaket ve afetlere rağmen, teröre ve kötü niyetlere rağmen inadına insanlık ve inadına kardeşlik demekten daha güzel ne var ki?

Etiketler :
HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.