AK Parti Sözcüsü Çelik: Avrupa demokrasisi Türkiye'ye borçludur
AK Parti Sözcüsü Ömer Çelik, parti genel merkezinde, Cumhurbaşkanı ve AK Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan başkanlığında yapılan AK Parti Merkez Karar ve Yönetim Kurulu (MKYK) ve Merkez Yürütme Kurulu (MYK) ortak toplantısı devam ederken düzenlediği basın toplantısında, iç ve dış siyasete dair gündemlerin toplantıda ilgili birim başkanları tarafından değerlendirildiğini söyledi.
Güvenlik harekatları sırasında canlarını feda eden şehitlere rahmet dileyen Çelik, Türkiye'nin dünyanın en haklı ve en kararlı mücadelesini verdiğini, Türkiye'nin teröre karşı mücadelesinin de dünyanın en yüksek meşruiyete sahip mücadelesi olduğunu bildirdi.
Çelik, "Her türlü karanlık odakla rahatça işbirliği yapabilen, hepsi farklı odaklara bağlı ama Türkiye düşmanlığı söz konusu olduğu zaman çabucak birleşebilen aralarında ciddi geçişlilik olan terör örgütleriyle mücadele ediyoruz. DEAŞ'tan PKK'sına, PYD'sine kadar bir dizi terör örgütüyle bu mücadeleyi güçlü bir şekilde sürdürüyoruz ve bunların bölgemizde terör devletinin kurulması için kimler tarafından yönlendirildiğinin de farkındayız. Türkiye bu büyük mücadeleyi kararlı bir şekilde sürdürmeye devam edecek." diye konuştu.
Kovid salgınıyla ilgili kritik bir dönemde olunduğunu ve vaka sayılarında ciddi bir yükseliş bulunduğunu hatırlatan Çelik, dünyanın içinden geçtiği türbülanstan Türkiye'nin de geçtiğini söyledi.
Tüm tedbirler açıklanmasına rağmen maske, mesafe ve temizlik konusunda zaman zaman zaafların ortaya çıktığını anlatan Çelik, bunun da salgınla mücadeleyi olumsuz etkilediğini ifade etti.
Sağlık çalışanlarının dünyaya örnek olacak bir mücadele verdiklerini dile getiren Çelik, "Bu derece insan sevgisiyle dolu, bu derece fedakar, bu derece vatansever sağlık çalışanları dünyanın hiçbir yerinde görülmemiştir. Hepsine müteşekkiriz, bütün bu gösterdikleri fedakarlıklar için sevgilerimizi, saygılarımızı sunuyoruz." diye konuştu.
Diyarbakır anneleriyle ilgili gündemi takip etmeyi sürdürdüklerini belirten Çelik, eylemin başladığı günden bugüne kadar 21 annenin evladına kavuştuğunu söyleyerek, "Anneler yalnız olduklarını düşünmesinler, bütün Türkiye'nin kalbi onlarla beraber atıyor." ifadelerini kullandı.
"AK PARTİ'NİN HERHANGİ BİR BORCU YOKTUR"
Çelik, bugün bazı yayın organlarında Kovid salgını sürecinin AK Parti'yi de vurduğunu, AK Parti'nin bazı il ve ilçe binalarının kiralarının ve AK Parti çalışanlarına ücretlerinin ödenmediğine ilişkin bir haberin yer aldığını hatırlattı.
Parti tüzüğü gereği alınan hazine yardımının yüzde 30'unu teşkilatlara gönderdiklerini söyleyen Çelik, Cumhurbaşkanı ve AK Parti Genel Başkanı Erdoğan'ın teşkilatların ihtiyaçları konusunda son derece hassas olduğunu vurguladı.
Çelik, "Dolayısıyla sahada bu çalışmaları yürüten, Türkiye'nin demokrasi mücadelesine destek veren, Türkiye'nin reform mücadelesine, önümüzdeki dönemdeki hedeflerine ulaşma mücadelesine destek veren en büyük güç AK Parti açısından kendi teşkilatımızdır kuşkusuz. Dolayısıyla teşkilatımızın her bir ihtiyacının karşılanması bu mücadelenin başarıya ulaşması açısından da bir gerekliliktir. Normal zamanlarda yüzde 30 civarında hazine yardımından pay gönderdiğimiz teşkilatlarımıza Kovid zamanı yüzde 40 yardım gönderdik. Bu konuda AK Parti'nin bir problemi yoktur, herhangi bir borcu da yoktur." bilgisini paylaştı.
Hazineden 2021 yılında alınacak yardım geldiğinde yine teşkilatlarla paylaşılacağını söyleyen Çelik, "Ödenmemiş bir ilçe ve il binası kirasıyla ilgili bir durum söz konusu değildir, bize yansıyan bir durum söz konusu değildir. Hiçbir AK Parti'de çalışan kardeşimizin, arkadaşımızın maaşının ödenmemesi diye bir şey söz konusu değildir." dedi.
Bu konuda çok hassas olduklarını vurgulayan Çelik, şöyle devam etti:
"Türkiye'nin en büyük hareketi olarak, Türkiye'nin en büyük siyasi partisi olarak kuşkusuz en büyük gücümüzün teşkilatlarımız olduğunu, en ücra yerdeki teşkilatımızla en merkezdeki teşkilatımız arasında bir fark olmaması gerektiğini bilerek hem MYK toplantımızda hem MKYK toplantımızda bunları değerlendirdiğimizi açık ve net bir şekilde söyleyebilirim."
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Azerbaycan'a ziyaret gerçekleştireceğini hatırlatan Çelik, bu ziyaretin tarihi bir öneme sahip olduğunu söyledi.
Erdoğan'ın Azerbaycan Silahlı Kuvvetlerini tebrik etmek üzere düzenlenecek geçit törenine de katılacağını belirten Çelik, "Cumhurbaşkanımızın Bakü'yü bu ziyareti, Azerbaycan Türkü kardeşlerimizle buluşmamız açısından, bu zaferden sonraki ilk buluşmamız olması açısından son derece önemli." dedi.
"ORTAK MERKEZİN OLUŞTURULMASI İLE İLGİLİ ÇALIŞMALAR SÜRDÜRÜLÜYOR"
Çelik, 9 Kasım 2020 tarihinde bir mutabakat imzalandığını ve bu mutabakat çerçevesinde Ermenistan birliklerinin Azeri topraklarından çekilmesi gerektiğini, bu çekilme sürecinin 1 Aralık'ta tamamlandığını ifade etti.
Gayrimeşru şekilde Ermenistan güçleri tarafından işgal edilmiş Azerbaycan topraklarının tekrar asıl sahibine döndüğüne işaret eden Çelik, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Üçlü mutabakat uyarınca ateşkesi kontrol etmek üzere orada Türkiye ve Rusya tarafından bir ortak merkez oluşturulacak. Bu ortak merkezin oluşturulması ile ilgili çalışmalar sürdürülüyor. Türk Silahlı Kuvvetleri personeline ilişkin hazırlıklar tamamlandı. Silahlı kuvvetlerimiz her zaman olduğu gibi verilen emre ve talimatlara en kısa zamanda hazır olacak şekilde çalışmalarını tamamlamış bulunuyor, göreve hazırdır. Yakında bu ortak merkez de faaliyetine başlayacak. Türk Silahlı Kuvvetlerinin oradaki ateşkesi gözlemlemek üzere sürdüreceği faaliyet de son derece tarihi bir öneme sahiptir."
Ele geçirilen toprakların Azerbaycan toprağı olduğunu ve bunun Birleşmiş Milletler'e göre de böyle olduğunu vurgulayan Çelik, şunları kaydetti:
"Şimdi bu işgal altındaki topraklarda korsan bir Ermenistan, korsan bir Yukarı Karabağ Cumhuriyeti diye bir şey uydurarak orada bir temsil oluşturmaya çalışmış. Baştan aşağı gayrimeşru. Çünkü Yukarı Karabağ Cumhuriyeti denilen şey tamamen Azerbaycan topraklarındaki korsan bir yapı. Herhangi bir karşılığı da yok, herhangi bir hukuki meşruiyeti de yok, herhangi bir tarihsel karşılığı da yok. Ama şimdi tutuyor, Fransa Parlamentosu her iki kanadında da bu Yukarı Karabağ Cumhuriyeti'ni tanıyan bir karar alıyor. Tabii bu karar hukuki açıdan hükümsüzdür ama Fransa'daki devlet zihniyetini göstermesi bakımından, siyasi zihniyeti göstermesi bakımından manidardır. Üstelik Fransa Minsk Grubu içerisinde bir devlet, bu kararın alınmasıyla birlikte aslında Minsk Grubu içerisindeki tarafsızlığını da kaybetmiş oluyor. Yani Yukarı Karabağ Cumhuriyeti'ni tanımak demek oradaki işgale onay vermek demektir, oradaki korsanlığa onay vermek demektir, oradaki gayrimeşru yapılara onay vermek demektir. Bu zaten Ermenistan tarafından işgal edildiği net olan, Azerbaycan toprağı olduğu Birleşmiş Milletler tarafından kayda geçirilmiş olan Birleşmiş Milletler kararlarına da aykırı bir durumdur."
"FRANSA'NIN BU KONULARLA HUKUK TEMELİNDE VE MAKUL BİR SİYASET TEMELİNDE YÜZLEŞMESİ GEREKİYOR"
Türkiye'nin Fransa ile çok eski bir devlet geleneği ile ilişkileri olduğuna işaret eden Çelik, "Çok eskiden beri müttefiklik ilişkilerimiz var fakat son zamanlarda dünya barışı, bölge barışı ile ilgili konularda uluslararası hukuka riayet etmeyle ilgili ihlaller konusunda en anormal ve en agresif davranışları maalesef Fransa'dan görüyoruz. Fransa'nın bu konularla hukuk temelinde ve makul bir siyaset temelinde yüzleşmesi gerekiyor." ifadelerini kullandı.
Fransa'nın ve Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron'un şimdiye kadar Dağlık Karabağ'ın Azerbaycan toprağı olduğuna dair bir açıklama yapmadığını belirten Ömer Çelik, şöyle devam etti:
"Ermenistan'ın buralardan çekilmesi gerektiği ile ilgili bir beyanını duymadık. Bu kadar zamandır Ermenistan'ın işgali altındayken evine dönemeyen, yani Azerilerin durumlarına dikkat çeken bir açıklamalarını duymadık. Tamamen dar bir çevreye şirin gözükme, diasporanın radikallerine şirin gözükme kaygısıyla yapılmış, bir davranış ortaya koyulmuş bir yaklaşım olarak değerlendiriyoruz.
Tabii burada Ermenistan tarafının da şunu değerlendirmesi gerekiyor. Esasında Fransa'da benzeri ülkelerin attığı bu adımlar, Ermenistan'daki Ermenilerin de faydasına olan adımlar değildir. Unutulmaması gerekiyor ki işte basiretsiz liderlerin sürüklediği maceralar, sonuçta böylesine büyük problemleri onların başına getirebiliyor. Fransa gibi ülkeler aslında Ermeni toplumunun rehin tutmaya çalışıyorlar. Kendi siyasetleri için bunun da çok dikkatli bir şekilde incelenmesi gerekiyor. Bu, bir sektöre dönmüş."
"AZERBAYCAN TÜRKLERİ ZAFERE ULAŞMIŞTIR"
Diaspora ve Fransa'nın bir rehin politikası izlediğini bildiren Çelik, "Sonuçta Azerbaycanlı kardeşlerimiz zafere ulaşmıştır, Azerbaycan Ordusu, Azerbaycan Türkleri zafere ulaşmıştır, öz topraklarına kavuşmuşlardır, işgal sona ermiştir. Fransa'nın bundan sonra parlamento ile birlikte aldığı bu karar sembolik bile olsa tamamen hakkın yerine gelmesi, hukukun tahakkuk etmesi karşısında provokatif bir karardır." dedi.
Fransa'nın, Avrupa Birliği içerisinde de Türkiye karşıtlığının bayraktarlığını yürütmek gibi bir tavır içerisine girdiğini vurgulayan Ömer Çelik, şunları belirtti:
"Zaman zaman yabancı devletlerle yapılan görüşmelerde görüyorsunuz ki Macron'nun o devletler ile yürüttüğü diplomasinin tek bir temeli var. Türkiye'ye karşı o devletleri kışkırtmaya çalışıyor ya da 'Türkiye'ye karşı beraber hareket edelim.' diyor. Şimdi, bu takıntılı bir siyasettir. Dolayısıyla Fransa gibi köklü bir devlete, Fransız diplomasisinin yeteneklerine, Fransız diplomasisinin kabiliyetlerine de yakışmayan bir dar yaklaşımda hareket ediyorlar. Bu, son derece radikal bir yaklaşımdır. Bu radikal yaklaşımdan Fransa'nın vazgeçmesi, Türkiye ile makul zeminde, saygıya dayalı bir dil ile ilişki kurması gerekiyor.
Libya meselesine bakıyorsunuz, Fransızlar bazılarıyla, Macron başta olmak üzere görüşmeler yapıyorlar. Tek gündemleri Libya'da Türkiye karşıtı bir blok oluşturmak. Bakıyorsunuz, Suriye'de Suriye ile ilgili yürüttükleri diplomasinin hiçbir şekilde makul bir tarafı yok. Ne Suriye halkını düşünüyor, ne bölge insanını düşünüyor, tek bir temeli var; Türkiye'ye karşı bir blok oluşturmak. Aynı şekilde Doğu Akdeniz'de aynısını yapıyor. Oturduğu yerden gemilerin hareketlerini radarlarla gözleyebileceği halde provokatif bir yaklaşım ortaya koyarak orada bayrak göstermeye kalkıyor."
Sonuçta Fransız gemisinin bayrak göstermesinin bir balıkçı takasının Doğu Akdeniz'de gezmesinden bir farkı olmadığını belirten Çelik, "Ama bu böylesi kötü bir devlete yakışmıyor. Müttefiklik ilişkilerine zarar veriyor. Dolayısıyla Cumhurbaşkanımız ve Türkiye ile ilgili takıntıdan Fransız diplomasisinin kurtulması gerekiyor." dedi.
"YOĞUN BİR BİÇİMDE MACRON'NUN ELEŞTİRİLDİĞİNİ GÖRÜYORUZ"
Fransız diplomasisinin, akil insanlarının, kıymetli diplomatlarının, Fransa'nın bu yanlış dış siyasetini tekrar rayına sokma konusunda Fransa'nın yöneticilerine doğru bilgiler ve doğru telkinlerde bulunmaları gerektiğini ifade eden Ömer Çelik, şöyle konuştu:
"Fransa açısından Türkiye karşıtlığı doğru bir politika değil, beraber yapılacak işleri zedeleyen ve Fransa'yı giderek marjinal bir siyasete doğru sıkıştıran bir yaklaşım. Zaten bununla ilgili Fransızca dergilerde ve gazetelerde çıkan, bize ulaşan yorumlarda, analizlerde de yoğun bir biçimde Macron'nun eleştirildiğini görüyoruz. Fransa'yı dar bir siyasete mahkum ettiği, dış politikada ele aldığı her konuda iflas ettiği şeklinde.
Şimdi benzer bir konu maalesef Yunanistan tarafından gündeme getiriliyor. Yunanistan sürekli olarak masa kurmaktan, diplomasiyi çalıştırmaktan bahsediyor. Biz de 'Buyurun masayı kuralım, diplomasiyi çalıştıralım.' Ama tam Avrupa Birliği Zirvesi öncesi Türkiye'ye karşı, Dışişleri Bakanları başta olmak üzere son derece provokatif açıklamalar yapıyorlar. Yunanistan Başbakanı Miçotakis'in bir açıklaması üzerine Avrupa Birliği kurumlarının ciddi bir şekilde düşünmesi lazım."
Yunanistan Başbakanı Miçotakis'in, "Türkiye ile olan ikili sorunumuzu, Avrupa Birliği sorunu haline getirdik" dediğini aktaran Çelik, "Yani Yunanistan, Avrupa Birliği'ni peşine takmış Türkiye ile dengeli ilişkiler kurmak yerine maalesef dar vizyona dayanan sonuçsuz ilişkiler kurma konusunda Avrupa Birliği'ni yanlış siyasetlere sürüklüyor. Bakın Avrupa Birliği Zirvesi öncesi 20 Ekim'den itibaren Yunanistan 11 Navtex, 12 NOTAM ilan etti, Doğu Akdeniz'de 24 askeri faaliyet gerçekleştireceğini söyledi. Yani bizim sivil bir gemimizin orada gaz araştırması yapması provokasyon olarak nitelendiriliyor, 11 Navtex, 12 NOTAM ilan ediyor Yunanistan, üstelik 24 askeri faaliyet gerçekleştireceğini söylüyor. Bu Avrupa Birliği tarafından makul karşılanmamalıdır. Bu yanlış saldırganlık Yunanistan'ın Avrupa Birliği'ni peşine takıp sürüklediği bu siyaset, yanlış bir siyaset." ifadelerini kullandı.
Türkiye'nin askeri konularda diyalog çağrılarına Yunanistan'dan olumlu yanıt alınamadığını belirten Çelik, Yunanistan'ın 9 Ekim'den beri çatışmanın önlenmesi amacıyla yapılması planlanan toplantıların hiçbirine katılmadığına işaret etti.
"TÜRKİYE OLMADAN AVRUPA'NIN GÜVENLİĞİ OLMAZ"
Yunanistan'ın bu tutumuyla, "Türkiye, benim taleplerimle ilgili boş kağıda imza atsın. Ondan sonra ben buna diplomasi diyeyim, ben buna iyi niyetli yaklaşım diyeyim." demek istediğini söyleyen Çelik, şunları kaydetti:
"Böyle bir şey yok, Türkiye Cumhuriyeti Devleti kendi gündemine sahip, bağımsızlığı olan, vakar sahibi bir devlettir. Müzakere masasına oturursa kazan-kazan temelinde Türk diplomatlarının kabiliyetlerini göstereceği siyasi irade Türkiye'de mevcuttur ama masaya oturmaktan kaçan ve sürekli şantaj siyaseti uygulayan Yunanistan tarafıdır. Dolayısıyla Yunanistan'a bir kere daha söylüyoruz; 'Komşuyuz, ve bu coğrafyada beraber yaşayacağız, bu coğrafyadan çok uzak kimselerden medet umarak Türkiye'ye herhangi bir dayatmada bulunmanız hiçbir şekilde sonuç almaz.' Başkalarından medet ummak yerine Türkiye ile sağlıklı bir ilişki geliştirdiğiniz zaman çözülemeyecek problem yoktur. İşbirliği ve diyalog bu sorunun çözümünün temelidir. Avrupa Birliği açısından ise en vahim konu belki Avrupa Birliği tarihinde en vahim konu, Avrupa Birliği kuruldu kurulalı en yanlış siyaset, Türkiye'ye karşı yaptırım dilinin kullanılmasıdır.
Bakın mülteci meselesi geldiği zaman Avrupalı liderler bir ay içerisinde 4 kere Türkiye'ye geldiler. Türkiye olmadan Avrupa'nın güvenliği olmaz. Sadece NATO'yu bir kenara bırakıyorum, etrafımızdaki tehditleri Türkiye'nin nasıl bertaraf ettiğini bir tarafa bırakıyorum, sadece mülteci meselesinde bile Türkiye bu kadar mülteciyi misafir ederek Avrupa demokrasilerini kurtarmıştır. Tabii ki Türkiye bunu Avrupa demokrasilerini kurtarmak için yapmıyor. Türkiye, vicdan temelinde ölümden kaçan mazlum insanları korumak için yapıyor ama Türkiye'nin yürüttüğü vicdan ve ahlak temelli bu siyasetin yan etkilerine baktığınızda 300-500 mülteci bile Avrupa'ya gittiğinde Avrupa aşırı sağcıları, faşistleri, ırkçıları bunu öyle bir istismar ettiler ki Avrupa'nın merkez sağ ve merkez sonu bunun karşısında direnemedi, hepsi zayıfladı.
Mülteci meselesi çıktıktan sonradır ki faşist partiler Avrupa'da pek çok ülkede ikinci parti haline geldiler. Hatta ilk defa İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra Nazi bağlantılı kişilerin olduğu bir parti Alman parlamentosuna girmiştir. Hollanda'da Wilders'ın, Fransa'da Le Pen'in yükselişi Avrupa demokrasisi için büyük bir tehlikedir. Sadece 300-500 mülteci neticesinde bu faşistler, ırkçılar bunu istismar ederek ortaya koydular. Tabii ki Avrupa merkez siyasetçileri de çok zayıf bir tavır ortaya koyarak buna direnemediler."
"TÜRKİYE'YE YAPTIRIM DİLİ KULLANMAK TAMAMEN BİR AKIL TUTULMASIDIR"
Türkiye'nin, bu insani ve vicdani politika çerçevesinde ölümden kaçan mazlumlara kucak açmamış olsaydı, aynı Kavimler Göçü gibi Avrupa'nın jeopolitik haritasının alt üst olması gibi bir tablo ile karşı karşıya kalınacağına dikkati çeken Çelik, şunları söyledi:
"Avrupa reel politiği alt üst olacaktı. Avrupa demokrasileri tamamen çökecekti. Hatta şunu söyleyebilirim, bugünkü liderlerin çoğu iktidarda olamayacaklardı. Çünkü siyaset tamamen şekil değiştirmiş olacaktı. Aşırı sağcıların, ırkçıların Avrupa'da başbakan, cumhurbaşkanı olduğu bir tablo ortaya çıkacaktı. Dolayısıyla Avrupa demokrasisi, Türkiye'ye borçludur. Sadece güvenlik açısından değil, siyasi paradigma açısından da borçludur. Buna karşılık kalkıp da Türkiye'ye yaptırım dili kullanmak tamamen bir akıl tutulmasıdır."
"AVRUPA BİRLİĞİ, KURULDU KURULALI İLK DEFA BİR KRİZİ YÖNETEMEZ HALDE"
Çelik, Avrupa'nın gerçek bir Avrupa Birliği olmaktan geriye gittiğini, siyasi değerlerini kaybettiğini belirtti.
İlk defa Avrupa Birliği'nin, kuruldu kurulalı bir krizi yönetemez ve fırsata çeviremez halde olduğunu dile getiren Çelik, köprüler kuran bir Avrupa'nın yeniden dirilmesinin, duvarlar kuran Avrupa'ya karşı hep beraber mücadele etmekle mümkün olacağını söyledi.
Bugün duvar örmekle uğraşan Avrupalıların, ırkçıların, Avrupa Birliği'ni yok etmek istediğini aktaran Çelik, şöyle konuştu:
"Halbuki köprüler kuran, diyalog geliştiren, iş birliği geliştiren bir Avrupa, dünyanın geleceği için, herkes için bir referans kaynağıydı, demokrasiler için bir umut kaynağıydı. Biz o Avrupa'nın, o Avrupa Birliği'nin parçası olma konusundaki irademizi koruyoruz. Demokratik değerlere sahip, iş birliği, diyalog mekanizmalarını artıran, kazan-kazan ilkesi çerçevesinde siyasi değerleri ve demokratik değerleri pekiştiren bir Avrupa Birliği, Türkiye'nin de içinde yer almak istediği bir birliktir. Dolayısıyla bunun yolu, o birliğin hayatiyetini sürdürmesi, genişleme politikasını sürdürmesi ile mümkündür. Bu genişleme politikası sadece mekanik olarak belli ülkeleri içermekle ilgili politika değil, siyasi değerler konusunda daha çok iş birliği ve demokrasi oluşturarak, daha çok müzakere alanı oluşturarak, bütün bunların, daha genişleyen bir Avrupa vizyonunun ortaya çıkması gerekiyor."
"AVRUPA BİRLİĞİ SAĞDUYULU DAVRANMALIDIR"
Çelik, Avrupa Birliği açısından da köprüler kuran bir Avrupa yerine, duvarlar ören bir Avrupa şeklinde ikiye bölünmenin söz konusu olduğuna işaret etti.
Köprüler kuran Avrupa'nın kıymetli ve değerli olduğunu söylediklerini dile getiren Çelik, şöyle devam etti:
"Burada Türkiye ile Avrupa arasındaki köprünün bu yanlış ajandalara mahkum olarak zedelenmemesi lazım. Onun için de Avrupa Birliği'nin yapması gereken ilk iş, Türkiye'ye karşı bu yaptırım dilini kullanmaktan vazgeçmesidir. Türkiye'ye karşı yaptırım uyguladığınızda, Türkiye bu diyalogların dışında kaldığında, bu diyalog masalarını önemsemediğinde, güvenlik meselesini nasıl yöneteceksiniz? Doğu Akdeniz'deki meseleleri nasıl yöneteceksiniz? Mülteci meselesini nasıl yöneteceksiniz? Yani Avrupa Birliği açısından ilk 5 mesele olarak hangi meseleleri sayarsanız, Türkiye olmadan Avrupa Birliği'nin bunu yönetmesi mümkün değil. Bütün bunları nasıl gerçekleştireceksiniz?"
Çelik, Avrupa'nın sağduyulu siyasetçilerinin sesini dinlemesinin zamanının geldiğini belirterek, "Avrupa Birliği sağduyulu davranmalıdır. Sağduyulu davranırken de Türkiye ile diplomatik mekanizmaları çalıştırmalıdır. Yapmaması gereken tek şey vardır, o da yaptırım dili kullanmak. Avrupa Birliği'nin kurumlarından yaptırım dilinin çıkması demek, Avrupa Birliği'nin faşistler, ırkçılar, neonaziler karşında yenilenmesi demektir." dedi.
"SON DERECE ŞAŞKINLIKLA, İBRETLE İZLİYORUZ"
Ömer Çelik, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu tarafından Türkiye Cumhuriyeti'nin Cumhurbaşkanlığı makamına karşı sistematik olarak ortaya konulan tavrın doğru bir tavır olmadığını belirterek, şöyle devam etti:
"En son bu Türk gemisinin İrina Harekatı çerçevesinde, belli bir komuta merkezi tarafından Almanların yönlendirilmesi ile aranması karşısında Sayın Kılıçdaroğlu, bunu doğru bulduğunu söyleyen bir açıklama yaptı. Doğrusunu söylemek gerekirse bunu inanılmaz yadırgatıcı buluyorum. Yani 'Türkiye'nin oraya zamanında bilgi vermediği, Cumhurbaşkanına ulaşılamadığı' gibisinden bir yaklaşımla karşı tarafın tezlerinin, iç siyasette Cumhuriyet Halk Partisi yöneticilerinin tezi haline gelmesini biz son derece şaşkınlıkla, ibretle izliyoruz. Üstelik bilgi verdik, bunu da söyledik. Bu çerçevede bir bilgi verme zorunluluğu olmamasına rağmen karşı tarafa bildirilmiştir, 'bunu yapamazsınız' diye."
Çelik, Kılıçdaroğlu'nun "Sayın Cumhurbaşkanına saatlerce ulaşılamadı." dediğini de aktararak, "Cumhurbaşkanımızda arkadaşlarımızın hepsinin cep telefonu vardır, aradığınızda 1 dakika içinde ulaşırsınız, acil bir konu olduğunda. Bu kadar kolay bir şekilde çeşitli konularda görüşünü almak, talimatını almak kolaydır. Öyle bir konuda Türkiye haklıyken, halen dün de bütçe görüşmesinde Kılıçdaroğlu'nun, İrina Harekatı çerçevesinde Yunanlıların, Almanların tezini Türkiye'nin tezine karşı doğru bir tez gibi savunması son derece yadırgatıcı." diye konuştu.
Bunun Türk siyasi tarihinde başka bir örneği olduğunu zannetmediğini dile getiren Çelik, "Muhalefet ile iktidar birbirine çok sert girer, muhalefet ile iktidar arasında büyük sertleşmeler olur, politik ayrılıkları olur ama net bir durum varken bizim gemimize gayri kanuni, gayri hukuki bir şekilde çıkılmışken, tutup da karşı tarafın hikayesini, hikayenin gerçeği gibi anlatmak, maalesef Kılıçdaroğlu tarafından ısrarla sürdürülen bir politika." değerlendirmesini yaptı.
Çelik, sonuç olarak Türk devletinin kurumlarının, Dışişleri Bakanlığının, açıklama üstüne açıklama yapıp "bu anlattığınız, tezi dayandırdığınız hukuki bilgi yanlıştır, bunu neye göre söylüyorsunuz" diyerek, teknik ve hukuki bilgi verdiğini anlattı.
Yunanistan gazetesinde yer alan bir haberi gösteren Çelik, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Yunanlılar manşet atıyorlar. Bir tek Yunanlılar, Türkiye'nin muhalefet liderinin doğru söylediğini söylüyorlar. Başkası tarafından takdir görmüyor, bir tek orası tarafından takdir görüyor. Biz söylediğimiz zaman 'Sayın Kılıçdaroğlu sadece Türkiye'ye karşı yabancı devletlerin tezini savunuyor' diye. Bakın bu gemi hadisesinde, komuta merkezinde Yunanlılar da olduğu için, kendilerinin Türk muhalefet lideri tarafından farklı bulunduğuna dair sürekli bir anahtar veriyor. Gelinen nokta budur. Cumhuriyet Halk Partisine gönül veren vatandaşlarımızın, destek veren değerli vatandaşlarımızın siyasi ideallerini, siyasi düşüncelerini, Cumhuriyet Halk Partisi yönetiminin bu hale düşürmesi çok büyük bir haksızlıktır. Kendi devletine karşı eleştirel olan, yabancı devletlerin tezini sürekli olarak kendi devletinin tezi karşısında, gerçek bir tez gibi savunan bir muhalefet anlayışı ile karşı karşıyayız."
"SADECE YUNANLILAR TARAFINDAN TAKDİR EDİLEN AÇIKLAMALAR YAPIYORLAR"
Dış politikada tabii ki eleştiri getirilebileceğini, farklı düşüncelerin ortaya konabileceğini belirten Çelik, "Demokratik diyalektiğin gereğidir bu. Bundan da çok büyük bir memnuniyet duyarız ama bunun yerine standart bir şey var, Türkiye devletinin karşısında hangi devlet varsa, belli bir politikada o devletin tezi Cumhuriyet Halk Partisi yöneticilerinin tezi oluyor." dedi.
Çelik, teknik bilgilerin verilmesine rağmen, uluslararası hukuk ve siyaset açısından bu açıklamaların yapılmasına rağmen, Kılıçdaroğlu'nun buna devam etmesinin son derece yanlış olduğuna dikkati çekti.
CHP'li yöneticilerin daha önceki açıklamalarını hatırlatan Çelik, şunları kaydetti:
"En son bakın Azerbaycan toprağının, Birleşmiş Milletler tarafından da Azerbaycan toprağı kabul edilmiş yukarı Karabağ'ın kurtarılması hadisesinde, dış ilişkilerden sorumlu CHP yöneticisi, çıktı ne dedi? Fransızların söylediğini söyledi; 'Türkiye, Azerbaycan'da Suriyeli cihatçıları savaştırıyor' diye. Bunu, Hafter'i destekleyen Fransa söylüyor. Bunu dünyanın çeşitli yerlerindeki karanlık güçlerin arkasında olan odaklar söylüyor. Türkiye'deki bir siyasi partinin yöneticisine yakışıyor mu, kendi devletini başka devletlerin teziyle suçlamak? Böylesine bir beşinci kol faaliyeti olabilir mi? Demokratik siyaset açısından böylesine bir yanlış olabilir mi? Doğu Akdeniz'de yine aynı şeyle karşı karşıya kalıyoruz. Geldiğimiz nokta ortadadır. Sadece Yunanlılar tarafından takdir edilen açıklamalar yapıyorlar."
"BU KURUMSAL SUSKUNLUKTAN BİR AN EVVEL VAZGEÇMENİZ GEREKİYOR"
"Kendi içlerindeki bir tartışmayı gündeme getiriyorum. Biz şöyle olmuş, böyle olmuş diyecek konumda değiliz. Kendi içlerinde taciz, tecavüz ve hırsızlıkla ilgili bir gündem var." ifadesini kullanan Çelik, şunları kaydetti:
"Suskunluk karşısında en fazla diyebildikleri nedir? Biz mağdur kişilerin travmasını artırmak istemiyoruz. Travmasını artırmamak onların isimlerini zikretmemek, fotoğraflarını veya adreslerini paylaşmamaktır. Ama ortada taciz, tecavüz, hırsızlık ilgili sıkıntı varsa, iddialar varsa bu parti içindeki birtakım grupların tartışmasına dönmüşse bunun karşısındaki kurumsal suskunluğun adı, ahlaksızlığa göz yummaktır. En yüksek sesle kadınların onurunu savunan, bu saldırıyı gerçekleştirenleri dışlayan bir dil kullanılması gerekir. Kadın haysiyeti karşısında susanın ondan sonra siyasette söyleyecek sözünün olmaması gerekir."
CHP'li yetkililerin çıkıp bu iddialara karşılık "var" ya da "yok" şeklinde bir cevap vermesi gerektiğini vurgulayan Çelik, "Bu suskunluk makul müdür? Dün bir sürü konuda iddiada bulunuyorlar. En temel kavramları istismar eden bir çatı kurmaya çalışıyorlar. Temeli bozuk bir yapının üzerindeki çatının makul olması düşünülemez. Bu tecavüz, taciz skandalı ile ilgili neden susuyorsunuz? Bunu biz gündeme getirmiyoruz. Sizin arkadaşlarınız gündeme getiriyor." diye konuştu.
Çelik, bu iddiaların gerçek olması durumunda "gereğinin yapılması" ve "ilgili kişilerin tasfiye edilmesi" gerektiğini söyledi.
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun "Hükümet sözcülerini dinliyorum. Alice Harikalar Diyarı'nda gibi konuşuyorlar" ifadesine de tepki gösteren Çelik, "Biz bütün gerçekleri paylaşıyoruz. Herhangi bir rüya da görmüyoruz. Harikalar Diyarı'nda da değiliz. 'Alice harikalar diyarında' lafına verilecek en iyi cevap, partinizin içinden geçmekte olduğu bu alaca karanlık kuşağı karşısındaki suskunluğunuzdur. Bu bir kabusa dönmüş. Bu kurumsal suskunluktan bir an önce vazgeçmeniz gerekiyor." şeklinde konuştu.
CHP'li yetkililerin "Türkiye Bosna Hersek'ten sıfır gümrükle mercimek ithalatına izin verdi" iddiasında bulunduğuna dikkati çeken Çelik, Türkiye ile Bosna Hersek arasındaki 5 Mayıs 2003 tarihli serbest ticaret anlaşması olduğunu, bu anlaşmanın 1 Temmuz günü yürürlüğe girdiğini kaydetti.
REFORM ÇALIŞMALARI
Çelik, açıklamasında reform gündemi ile ilgili çalışma da sürdürdüklerini kaydetti. Birtakım istişarelerin yapılmaya başlandığını, iş dünyası örgütleri ve çeşitli sivil toplum örgütleri ile bir araya gelindiğini vurgulayarak, "Adalet Bakanımız, TBMM Adalet Komisyonu ve İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu üyeleri ile bir araya gelecek. STK'lerin da görüşleri alınacak. Biz partide de çalışma yürütüyoruz. Daha önce biliyorsunuz temel motto 'güven veren, erişilebilir adalet' şeklindeydi. Yargı reformu strateji belgesi hazırlanmıştı. Temel bakış açısı; bu ülkede ikinci sınıf vatandaş yoktur. 82 milyon vatandaşımız eşit ve birinci sınıf vatandaştır. Bu ülkede herkes ev sahibidir, kiracı değildir. Birileri birinci sınıf vatandaş, diğerleri kiracı gibi bir yaklaşım yoktur."
Reform takvimine ilişkin bilgi veren Çelik, "Bu çalışmalar güçlü bir şekilde yapılacak, Cumhurbaşkanımıza sunulacak ve kendileri tarafından kamuoyuna açıklanacak." ifadesini kullandı.
Çelik, açıklamasında ayrıca Mardin'de "Şeyhmus Amca" olarak tanınan ve kendi imkanları ile 15 bin fidan diken Şeyhmus Erginoğlu'na da selam ve saygılarını iletti.
Gazetecilerin gündeme ilişkin sorularını da cevaplandıran Çelik, AK Parti'nin kongre takvimine ilişkin bir soru üzerine, Bilim Kurulunun "Artık bu tür toplantılar kontrollü şekilde yapılabilir." değerlendirmesi sonrasında tekrar kongrelerin başlatılabileceğini söyledi.
"ADAY OLACAKSA BU 'TUTARLILIK' ANLAMINA GELİR"
CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu'nun cumhurbaşkanlığı konusunda "Aday olmayacağımı nereden biliyorsunuz?" sözlerinin hatırlatılması üzerine de Çelik, şu değerlendirmede bulundu:
"Bahsettiğiniz konuda sayın Cumhurbaşkarımızın bir değerlendirmesi olmadı. Burada şöyle bir konu var. Bu, CHP içinde de tartışılıyor. CHP'de cumhurbaşkanlığı, adaylık meseleleri biraz ithalat ihracat meselesine dönmüş. Her seferinde 'Nereden aday buluruz?' gibi bir yaklaşım, tartışma devam ediyor. Kılıçdaroğlu dün çok iddialı şeyler söyledi. Kendisi Cumhur İttifakı karşısındaki ittifakın en büyük partisinin genel başkanı. Söylediği şey aday olacaksa 'tutarlılık' anlamına gelir. Ama yine ithal aday içerisine girecekse biliyorsunuz bununla ilgili CHP'nin içerisinde de ciddi eleştiriler var. Bu da sayın Kılıçdaroğlu'nun iddiasızlığının altının çizilmesi anlamına gelir. Sayın Cumhurbaşkanımız açısından karşısında kimin aday olacağının bir önemi yok. Sayın Cumhurbaşkanımız milletle kurduğu bağ, Cumhur İttifakı'nın gücünün pekişmesi, seçimlere güçlü şekilde hazırlanmasıyla ilgileniyor. Çelişki öbür taraftadır. Bu siyasi parti açısından çok tutarlı bir şey olmuyor. Tutarlı mı davranacak, tutarsız mı davranacak hep beraber göreceğiz."
"BU, SİYASİ SORUMSUZLUK TARİHİNE YENİ BİR ÇENTİK ATMAKTIR"
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun ardından Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu'nun da dinlendiğine yönelik iddiaları olduğunun hatırlatılması ve bununla ilgili görüşlerinin sorulması üzerine Çelik, siyasi sorumluluğun sadece iktidar partisine ait olmadığını, bunun tüm siyasi partilerin paylaşması gerektiğini söyledi.
Çelik, Kılıçdaroğlu'nun İçişleri Bakanlığı ile ilgili bir takıntısı olduğunu gördüğünü ve sürekli olarak İçişleri Bakanlığına iftiralarda bulunduğunu ifade ederek, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Bu sefer de dinlenmekten söz ediyor. Her seferinde bu iddialar bakanımız ve yetkililer tarafından çürütüldü ama Sayın Kılıçdaroğlu herhangi bir şekilde yaptığının yanlış olduğunu ifade eden bir yaklaşım içerisine girmek, en azından bir özür beyan etmek yerine bu sefer başka bir iddiayı gündeme getirdi. Onlar da çürütüldü. Şimdi böylesine bir iddia koyduktan sonra bu İçişleri Bakanımız tarafından güçlü bir şekilde çürütüldü.
Burada Sayın Kılıçdaroğlu'nun elinde bir bilgi, belge, delil varsa, yani bu kadar önemli bir iddiayı bu kadar delilsiz bir şekilde konuşuyorsa bu, siyasi sorumsuzluk tarihine yeni bir çentik atmaktır. O zaman götürsün savcılara versin, ortaya çıksın, bunları açıklasın. Böyle bir dünya yok. Burada İçişleri Bakanımızın verdiği cevaptan sonra söyleyecek hiçbir şeyleri olmadığı halde 'Hayır, biz bu iddiaya devam ediyoruz' diyorlar. Burada siz bütün İçişleri teşkilatına, güvenlik teşkilatına, kendi devletinizin en kıymetli kurumlarından bir tanesine iftira atıyorsunuz."
Dinlemenin kanunların verdiği yetkiyle, suçla mücadele için yapıldığına işaret eden Çelik, bunun hakim kararıyla gerçekleştiğini, birden çok denetim mekanizması tarafından denetlendiğini anlattı.
Çelik, İçişleri Bakanlığının terörle mücadele ettiğine, güvenliği sağladığına, Kovid-19 salgını sürecinde çok daha büyük yükler yüklendiğine dikkati çekerek, şöyle devam etti:
"Onların bu şekilde bir iftiraya maruz bırakılması siyasi sorumsuzluğun ötesinde siyasi ahlak konusunda büyük bir zaafı gösteriyor. Bu açıklamaları yaparken çok dikkatli olmalılar. Yani Sayın Kılıçdaroğlu neye göre söylüyor. 'Aklıma geldi söyledim', 'Öyle hissettim, söyledim.' Siyaset hayatında, devlet hayatında böyle bir şey yok."
TANK PALET FABRİKASI İLE İLGİLİ İDDİALAR
Bir gazetecinin CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun dün yaptığı konuşmada Tank palet fabrikasıyla ilgili değerlendirmelerde bulunduğunu hatırlatması ve AK Partinin bu iddialara ilişkin cevabını sorması üzerine Çelik, buna defalarca cevap verdiklerini ancak açık ve net şekilde "yalan ve yıkım" siyasetinin sistematik şekilde devam ettiğini söyledi.
Çelik, her ülkenin yatırım çekmek ve kendi teknolojisini daha da güçlendirmek istediğini belirterek, şöyle konuştu:
"Tank palet fabrikasıyla ilgili 'satıldı' diyor. Buradan açık ve net şekilde söylüyoruz. Bu net bir yalandır. Tank palet fabrikasının, yani esasında Birinci Ana Bakım Fabrika'mızın satıldığı iddiası açık ve net bir şekilde yalandır. 14 Mayıs 2019 tarihli Cumhurbaşkanlığı kararıyla, mülkiyeti Bakanlığımızda olmak üzere fabrikanın sadece işletme hakkı devredilmiştir.
Aziz milletimiz, bütün vatandaşlarımız, net bir şekilde söylüyorum; Cumhuriyet Halk Partisinin bu konudaki iddiası bir yalan siyasetidir. Fabrika satılmamıştır, sadece fabrikanın işletme hakkı devredilmiştir ve bütün denetim Milli Savunma Bakanlığındadır. Fabrikanın arazisi, taşınmazları, fabrikaya ait tüm varlıklar devlet mülkiyetindedir. O konudaki iddiaları da tamamen yalan. Fabrikadaki tüm faaliyetler doğrudan Milli Savunma Bakanlığı tarafından denetlenecektir ve bütün faaliyetlerin icrası da Bakanlığın kontrolünde gerçekleştirilecektir."
Çelik, kamu-özel iş birliğinin fabrikanın imkan ve kabiliyetlerini geliştirmek, fabrikada üretimi yapılan hususlarda yeni kabiliyetler oluşturulması için yapıldığını söyledi.
Türkiye'de pek çok yerde başka ülkelerle gerçekleştirilen yatırımlar olduğunu ve başka ülkelerle oluşturulan iş birlikleri olduğunu aktaran Çelik, "Bu da onlardan bir tanesi. Ne milli güvenliğimizi tehlikeye atan, ne milli güvenlik sırlarımızı başkasıyla paylaşan bir durum var. Mevcut fabrikanın bütün kontrolü, denetimi, mülkiyeti Bakanlığın uhdesinde. Bunun dışında bir şey değil. Sistematik olarak yalan söyleyen bir yaklaşım içerisindeler. Esas cevap vermesi gereken 'Türk ordusu satılmış' diyen milletvekiline niye sahip çıkıyorsun. Bir kere daha kınıyoruz buradan. Esas bakması gereken şey bu iken yeniden maalesef aynı yalanları söylemeye devam ediyorlar." diye konuştu.
AŞI ÇALIŞMALARI
Öte yandan aşı ile ilgili bazı spekülasyonlar olduğunu aktaran Çelik, sözlerini şöyle tamamladı:
"Bilim Kurulu, Sağlık Bakanlığımız, Türk bilim adamları, buradaki bu iddiaların karşısında bunları denetlemeyecek, bunların ne olduğunu bilemeyecek kadar yetersiz değildir. Türkiye'nin bu konudaki kapasitesi yüksektir, Türk bilim adamlarının kapasitesi yüksektir. Eğer vatandaşımıza, bir aşı öneriliyorsa bu, Kovid-19 salgınıyla mücadele içerisinde vatandaşımızın sağlığının korunması içindir. Bir sürü spekülatif haber görüyorum. Lütfen Sağlık Bakanlığı ve Bilim Kurulu tarafından yapılan açıklamalara riayet edelim. Bilgiler onların ellerinde, Sağlık Bakanlığımız bunları düzenli bir şekilde paylaşıyor. Bütün vatandaşlarımıza sağlık, sıhhat ve afiyet diliyoruz ama en önemlisi maske, mesafe ve temizlik konusuna tam riayet edilmesini istirham ediyoruz."
Kaynak:Anadolu Ajansı
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.