Cinayet Kayıtlara intihar Diye Geçti
Türkiye’de fuhuş yaptırılan yabancı kadınlar bu romanı ağlayarak okudu
Türkiye’nin en önemli toplumsal sorunlarından kadına şiddet ve töre cinayeti Amerika ve Kanada’da yayımlanan Deserts and Mountains isimli romana konu oldu. Okyanus ötesinin seçkin kitapçılarında ve amazon.com üzerinden tüm dünyaya satışa sunulan romanda, İstanbul’da İslami bir bankanın proje ekibinde danışman olarak çalışan Nur’un, eski kocasından şiddet görmesi ve sonunda öldürülmesi anlatılıyor. Türkiye’de Çöller ve Dağlar ismiyle Paradoks Yayınları’ndan çıkan romanda, namusuna leke sürdükleri için kendi kızlarını ve eşlerini öldüren Türk erkeklerinin, tuzağa düşürülmüş Rus, Ukraynalı, Romen, Bulgar, Leh, Macar uyruklu seks kölesi kadınlarla birlikte olmak için nasıl kuyruğa girdikleri anlatılıyor.
FUHUŞ YAPTIRILAN KADINLARIN YORUMLARI
Duyarlı erkekleri ve kadınları sarsan kitabın yazarı ise uzun yıllar önce Kanada’ya giden Türk bilimadamı Yılmaz Alimoğlu. Yarı iletken teknolojilerle ilgili buluşlarıyla tanınan Yılmaz Alimoğlu, Modern bir Sofi’nin kalbin derinliklerine yaptığı manevi sofistik yolculuğu anlatıyor. Genel anlamda çok beğenilen kitap, kadına karşı şiddeti cesurca işlediğinden dolayı aralarında Türkiye’de zorla fuhuş yaptırılan yabancı kadınların da olduğu çok geniş bir kesimden tebrik aldı.
Yazarken kendisinin de çok acı çektiğini belirten Yazar Alimoğlu, duygularını “Kadına karşı şiddeti ve hoşgörüsüzlüğü cesurca işlediğim için birçok okuyucu beni tebrik etti ve bunların bazıları erkeklerdi. Hatta Balkanlar’dan İstanbul’a çalışmak için gelip sonra, zorla fuhuş yaptırıldıklarını dahi benimle paylasan okuyucular çıktı. Çoğu da Romanya ve Ukrayna’dan. Zayıf durumda olan kadınların çektiği acıları dile getirdiğim için, okurken ağladıklarını söyleyenler az değildi. Ben yazarken de acı çektim. Hem de çok…” şeklinde dile getiriyor.
Alimoğlu’nun sarsıcı hikayesi, romandaki Ali Doğan karakterinin sorunlar yaşadığı eşi Esther’i, çocukları Maria ve Emre’yi Kanada’da bırakarak kalbinin sesini dinleyebileceği bir yolculuğu çıkmasıyla başlıyor. Önce çocukluğunun vatanı Türkiye’ye gelen Ali Doğan, sadece altı aylığına sözleşmeli çalışabileceği bir iş bakmaya başlıyor. Çocukluk arkadaşı Mustafa’nın referansıyla İstanbul’da İslami bir bankanın ileri teknoloji bilgisi gerektiren projesinin başına geçiyor.
Kısa süre sonra proje ekibinden Nur’a karşı duygusal yakınlık hissettmeye başlıyor. Eşinden boşanan Nur da Ali’ye karşı boş değildir. Nur’un terkettiği kocasının bu yakınlıktan şüphelenmesiyle birlikte olaylar başlıyor.
Nur, ekibin bir sonraki pazartesi toplantısına aksayarak geliyor. Üstüne üstlük yüzünde de morluklar vardı. Nur, İstanbul’da eşinden ayrı, birlikte çalıştığı insanların dikkatli bakışları ve suizanları altında çalışmaya çalışırken Ali bankanın genel müdürü tarafından odasına çağrılıyor. Nur’la aralarındaki yakınlaşmanın müesseselerinde hoş karşılanmadığını belirterek sevdiği kadınla işi arasında tercih yapmasını istiyor. Ali, Nur’u korumak için işten ayrılıyor.
CİNAYET KAYITLARA İNTİHAR DİYE GEÇTİ
Ali, eski kocasından dayak yiyen çaresiz kadının aynı şiddete maruz kalmaması için emniyet amiri kuzeni Faruk’tan yardım istiyor. Faruk, Nur’un eski kocasını hırpalayıp ağzını, burnunu dağıtıyor…
Nur’un hayatından endişe eden Ali, sevdiği kadını korumak üzere kadına şiddetin affedilmediği Kanada’ya götürmeyi düşünüyor. Bu davranışının evliliğinin sonu olacağını bilen Ali kara kara düşünürken emniyet amiri kuzeni Faruk’tan gelen telefonla sarsılıyor. Ali Faruk’un çağırdığı hastaneye yetiştiğinde içini derin bir korku kaplamıştı.
Merdivenlerden hastanenin alt katlarına doğru inen Ali bodrum katın koridorunun sonuna gelmeden Faruk’un kendisini morga götürdüğünü anladı. Orada ne göreceğini de biliyordu. Soğuk odanın kapısı açıldı, odanın orta yerinde bir sedye, sedyede de üzeri çarşafla örtülmüş bir ceset vardı. Ali, gözlerini sedyede boylu boyunca yatan cesede dikerek, “Ne olur Ya Rabbim, ne olur düşündüğüm şey olmasın!” diye fısıldadı. Faruk, Ali’nin kolundan çıkıp yanında durdu, üzeri örtülü cesetle aralarında beş adım bile yoktu.
Faruk, “Cesedi teşhis etmeni istiyoruz senden. Üzerinden çıkan kimlik Nur’a ait...” dedi. “Ailesi yok mu?” dedi Ali. Nur’un ailesine ulaşılmış fakat hiç kimse gelip teşhis etmek istememişti. Ali, olduğu yere mıhlanmış gibi kalakaldı. “Kendini ne zaman hazır hissedersen” dedi Faruk. “Şimdi,” dedi Ali. Her şey donmuştu Ali’nin içinde; düşünceleri, duyguları, hayal gücü… İçinde kocaman bir boşluk vardı sadece ve bir yanı, o koca boşluğu doldurmak için hiçbir çaba göstermiyordu. Çünkü Ali biliyordu ki, o an ne düşünürse düşünsün, ne hissederse hissetsin, neyi hayal ederse etsin onu inanmak istemediği şeyi kavramaya zorlayacaktı. Ve işte gerçek olanla Ali’nin gerçek olmasını istemediği şey arasındaki bu güç mücadelesi onun tüm zihinsel ve duygusal yetilerini devre dışı bırakıyordu.
NUR’U GÖĞSÜNDEN VURMUŞLAR
Faruk, Ali’nin düzensiz ve yetersiz nefes alışını duydu, bunun ne olduğunu, ne anlama geldiğini biliyordu. Bir sevgiliye gösterdiği ilk ceset bu değildi ne de olsa, daha önce çok kişiye göstermişti sevdiklerinin cansız bedenlerini.
Kuzeni tekrar Ali’nin koluna girip ayakta durmasına yardım ederek onu yavaşça sedyeye doğru yaklaştırdı. Bir süre öylece durdular sedyenin başında, sonra Faruk Ali’ye bakarak cesedin üstündeki çarşafı sıyırdı. Nur’un cesediydi bu. Göğsünden vurulmuştu. Ali, bir an için gözünü dikip baktı cesede, ardından gözlerini kapayarak acı dolu derin bir iç çekti ve başıyla onaylayarak, “Evet, bu o,” dedi. Faruk, Ali’yi Nur’un eşyalarının durduğu bankoya doğru götürdü. Nur’un cüzdanı, çantası ve diğer kişisel eşyaları vardı bankonun üzerinde. Ali, Nur’un cüzdanında kendi banka kartını gördü…
Kısa süre sonra hastaneden karakola döndüler. Ali, “Kim yapmış bunu?” diye sordu. Faruk, “Onu gerçekten kimin vurduğu bir sır olarak kalabilir. Muhtemelen kocası azmettirmiştir. Kocası kendi yapsa yakayı ele verebilirdi” dedi.
“Eski kocası,” dedi Ali. Nur’un ölümü polis kayıtlarına intihar olarak geçti!
RUS, UKRAYNALI, ROMEN KADINLARIN DRAMI
Yazar Alimoğlu, romanda Ali’nin yaşadığı travmayı anlatırken Türkiye’deki kadına uygulanan şiddet, töre cinayetleri ve namus anlayışı arasındaki ters ilişkiyi şöyle anlatıyor:
“Bugünkü Türkiye kadınlar açısından en bitik ülkeler arasında yer alıyor. Ailenin namusuna dokunan, şerefine halel getiren herhangi bir hareket, davranış, ya da bir olay sebebiyle bu kanlı intikamın, ölüm saçan bu kısasın tehlikesi altına giriyor kadınlar. Şehirlerde polis ‘namus’ cinayetlerine aman vermiyor, ancak kırsal kesimde insanlar namus için öldürmeyi ahlak kurallarına uyan, caiz bir eylem olarak görüp, buradan yola çıkarak gereğini kendileri yapmaya kalkışıyorlar. Bu suçu işleyen failler de kadının kocası ya da kocasının ailesi olmuyor her zaman. Çoğu kez erkek kardeşi, ya da öz babası tarafından katlediliyor maktul. Türkiye’de kadın olmak korkunç bir şey olmalı!
Cinayet ve riyakârlık... Ailenin namusu, ailenin şerefi ve itibarı gibi lakırdılar konuşuladursun, Türkiye’deki erkekler kadınları lekeliyor, kirletiyor. Doğu Avrupa kadınlarının, Rus, Ukraynalı, Romen, Bulgar, Leh, Macar kadınlarının en büyük ithalatçısı haline gelmiş Türkiye. Güzellik ve çaresizliğin bir arada bulunduğu her yerde uzak memleketlerde iş teklifi sunan kadın tacirleri var. Ülkeye çalışma hevesiyle gelen kadınlar önce dövülüyor, çete tarafından toplu tecavüze uğruyor, sonra da cinsel köleliğe zorlanıyor, mecbur ediliyor. Ailelerin namusuna leke sürdükleri için kendi kızlarını ve eşlerini öldürecek olan Türk erkekleri, tuzağa düşürülmüş biçare kızlardan faydalanmak, onlarla hoşça vakit geçirmek için kuyruğa giriyor. Erkeklerin yaptığı hiçbir şey kendi ailelerinin namusunu kirletemiyor anlaşılan.”
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.