Elbistan’ın en eski yerleşim yerlerinden biri olan Keçemağara Mahallesi’ndeki doğal mağaraların tarihini ortaya çıkaracak kazı çalışmaları başladı.
Gazi Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Cevdet Merih Erek ve beraberindeki ekip, şimdiye kadar hiç incelenmeyen ve tespiti yapılmayan doğal mağaraların hem sosyal hem de mimarlık tarihinin ortaya çıkarmak için kazı çalışmalarının startını verdi.
2012 yılında da bölgede inceleme yapan ekibin başında olan Gazi Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Cevdet Merih Erek, kazı hakkında yaptığı değerlendirmede, elde edilen ilk bulguların mağaralarda milattan önce 20000 ve 29000 yıllarındaki yaşamın varlığına işaret ettiğini söyledi. Erek, mağaraların giriş kısmında buldukları çakmak taşlarının ve bu taşlardan yapılmış kesici aletlerin Üst Paleolitik Dönem’deki diğer örnekleri ile uyuştuğunu kaydederek, toplanacak bulguların yaş tespitinin de Karbon 14 olarak adlandırılan yaşlandırma testi ile belirleneceğini kaydetti.
Keçemağara’nın batı tarafında kalan mağara zincirlerinin olduğu bölge ile doğu tarafındaki mezarlık alanın 1. derece sit alanı ilan edildiğini vurgulayan Gazi Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Cevdet Merih Erek, “Keçemağara’da 2012 yılındaki yüzey araştırmasının ardından mağara kompleksinin sit alanı ilan edilmesine yönelik olarak teklifte bulunduk. Anıtlar ve Müzeler Genel Müdürlüğü, bununla ilgili olarak çalışmalarını yaptıktan sonra bu bölgenin tescili yapıldı. Adana Bölge Koruma Kurulu’ndan karar çıkartılarak bu bölgenin tamamının 1. derece sit alanı olarak ilan edilmesi temin edildi. Hem burası, hem de erken Tunç Çağı yerleşim alanı olan bölge ile aynı döneme ait mezarlık alanı 1. derece sit alanı ilan edildi” dedi.
Keçemağara Mahallesinin bulunduğu arazinin üzerinde oldukça geniş bir kronolojik tarihsel süreç yaşandığını ifade eden Erek, şu bilgileri aktardı:
“Bununla ilgili bütün tescil kararları alınmış ve yasal olarak korunma altında ama fiilen korunabilir mi çok zor. Türkiye’nin her tarafında böyle arkeolojik sitler bulunduğu sürece, bunlarla ilgili çalışmalar yoğun olarak yapılmasına rağmen halkın bilinçlendirilmesi gerekir. Kırsal kesimde kaçakçılık işleri çok yoğun olduğu için her yerden altın fışkıracağını düşünüyorlar ama öyle bir düzen yok. Öyle bir olay da yok. Genel inanış bunun üzerine olduğu için bunu engellemek de mümkün olmuyor. Bizim ve meslektaşlarımızın yaptığı çalışmalarda sayısal olarak azız. Bulunduğumuz bölgedeki insanlara, gelen ziyaretçilere bu tür değerlerin bütün ülke halkına ait olduğu, bunların korunması gerektiği, kültür mirasıyla nesilden nesle aktarılarak varsa maddi gelirlerinin bütün ülke için korunmasını sağlamak hedefinde olduğumuzu anlatmaya çalışıyoruz. Ne kadar kişinin fikrini değiştirebiliyorsak o da bizim için kar. Bu bölgedeki çalışmalarla Kahramanmaraş insanlık tarihi açısından bakıldığında kültürel kronolojiyi tamamlamayı kendimize temel hedef olarak belirledik. Bölgede insanla ilgili en eski kültürel kalıntıları ortaya çıkararak uluslar arası platformlarda duyurulmasını, ülkenin tanıtımında bilimsel olarak yer almak için yapıyoruz. Lisans, lisansüstü ve doktora öğrencilerimiz burada çalışıyor. Hepsi de son derece gayretli ve hevesle çalışıyorlar. Ben de onlardan son derece memnunum.”
Mağaraların tarih sahnesindeki kronolojisine ilişkin olarak da ilk bulgulara göre bilgi veren Erek, “Keçemağara’da yüzeysel temizliğin ardından bir sondaj çalışması yaptıktan sonra mağaralarının dolgusunun neleri içerdiğini anlamaya çalışacağız. Bu seneki çalışmamız bunu kapsayacak. Bu bölge, birden fazla mağara silsilesinden oluşuyor. Önümüzdeki yıllarda da daha verimli bir çalışma yaparsak geniş bir ekiple epey uzun sürede burada olacağız. Biz, 2012’deki yüzey araştırmasında bulduğumuz figürlerin hepsini inceledik. Bilimsel olarak daha önce bulunmuş örnekleri ile karşılaştırmalar yaptık. Anadolu’da, Yakın Doğuda, Kafkaslarda ve Zagros’ta. Buna benzer figürlerin bazılarının Üst Paleolitik Dönem’de de saydığımız coğrafyada olduğunu gördük. Bununla beraber, bu mağaraların ön taraflarındaki sekilerde dönemin çok belirleyici unsurları olan çakmak taşları ve çakmak taşlarından yapılmış bıçaklar, kesmeye, kazmaya ve avlanmaya yönelik olan aletleri bulduk. Hazırlanmış kütlelerden parçalar kopararak bu aletleri yapıyorlar. Bunların hepsinin sonucunda yaklaşık olarak milattan önce 20000 belki daha eski 25000 ile 29000 tarihine uzanan bir Üst Paleolitik ve Üst Yontma Çağı diye bileceğimiz bir dönemin varlığının işaretlerini gördük. Fakat taştan yontulmuş aletler Üst Paleolitik Dönem’den itibaren belli bir görsele sahip olurlar. Teknolojileri birbirinden farklıdır. Fakat sonuçları hemen hemen aynıdır. Erken Tunç Çağı’nın bölgedeki yerleşim yerlerinin olması da mağaraların o dönemde de tekrar kullanılmış olması ihtimalini arttırıyor” ifadelerini kullandı.
Aynı bölgede Erken Tunç Çağı’nı simgeleyen ‘Suriye Şişesi’ bulunduğunu anımsatan Gazi Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Cevdet Merih Erek, “Bölgede bir Erken Tunç Çağı höyüğü ve üzerinde sur duvarları ile çevrili bir kale yerleşimi var. Bölgede 2012’de yaptığımız araştırmalarda Erken Tunç Çağı’nın tarihlendirilmesini sağlayan ölüm hediyeleri olarak bilinen ‘Suriye Şişeleri’ elimize geçti. Zaten mezarların kalıntıları ile ilgili kaçak kazıları da saptamıştık. Oradan bulunmuş sağlam bir Suriye Şişesi’ni de müze müdürlüğüne teslim etmiştik. Bu mağaralara Üst Paleolitik Dönem’de yerleşilmiş de olabilir Erken Tunç Çağı’nda da tekrar tekrar yerleşim olabilir. Bu sebeple yapacağımız sondaj kazıları bu kronolojinin netleşmesini sağlayacak. Özellikle Üst Paleolitik Dönem’i sanat eserleri duvar sanatı diye bahsedilen mağara duvar resimlerinden örneklerin olması ve panel halinde bir sahnenin varlığı, bazı gravür tarzında insan motiflerinin olması Üst Paleolitik Dönemi daha çok çağrıştırıyor. Yapılan çalışmalardan toplayacağımız karbon örnekleri, yanmış kemikler bize Karbon 14, yani yaşlandırma yöntemi ile yaş tayinini de sağlayacak. Bütün bunların hepsini topladığımızda esas sonuçlar ve veriler ortaya çıkmaya başlayacak” diye konuştu.
Yerel yönetimlerin ve sivil otoritelerin bu tür araştırmalara daha çok destek vermesi gerektiğinin de altını çizen Erek, değerlendirmelerini, “Keçemeğara, doğal olarak geçit halindeki bir bölgeye kurulmuş. İnsanoğlu, bugüne kadar hep aynı davranışı göstermiştir. Tarih boyunca bakarsanız, insanların yerleştiği yerler daima yerleşim alanı olmuştur. İnsan, yaşanılmayacak hiçbir bölgeye yerleşmez. Mutlaka bir gerekçesi ve faydalanabileceği bir yaşam alanı olması gibi özelliği vardır. Bir dizi halinde bu istikametler tarih boyunca hep kullanılmış. Böyle bir coğrafya da inanlar neden yaşar diye soran olabilir. Ama bu böyle değil. Burasının mutlaka insan yaşamı için sunduğu bir avantaj vardır, su vardır, avlak hayvan vardır, tarım yapabilirsinizdir, mevsimsel özellikleri insan yaşamı için daha uygundur. Bundan sonra da burada insanlar yaşayacak. Bu izi takip ettiğinizde Sivas’a gidebilirsiniz, Malatya istikametine dönerseniz aynı şekilde orayı takip edebilirsiniz. Biz, hem yerel yönetimler, sivil otoriteler, iller ve ilçelerdeki sivil toplum örgütleri ile birlikte hareket ederek hiç olmazsa o kente tanıtılması ve insanların bilinçlendirilmesi, kent için getirisinin arttırılmaya çalışması gibi çalışmaların biraz daha arttırılmasını bekliyoruz. En azından yeni nesillere bunların daha iyi öğretilmesini sağlamak çok önemli bir şey. Hedef bu” cümleleri ile tamamladı.