BİLDİKLERİNİZİ UNUTUN

TÜGVA Afşin Temsilcisi Ahmet Murat Çolak bu haftaki yazısında şu konuyu ele aldı: Kaynak:

 Her şeyi bırakalım bir yana, unutalım bir an tüm bildiklerimizi çünkü bilmek varlık iddiası kazandırır insana… Ben duygumuz gürleşir, biliyorum deriz. Kendimize ait bir alan açılır zihnimizde oysa bilmek, hiçbir şeydir…

Hazreti Resul as. Ümmi idi yani okuması yazması yoktu. Gençliğinde keçi çobanlığı yapardı… Zaten bu sebeple kabul görmemişti Yahudi hahamları tarafından… Bir keçi çobanından mı emir alacağız diyordu müşrikler?

 Bildiklerimizi, sahip olduklarımızı, makam ve mevkiimizi bir kenara koyalım. Salt bir mümin olarak muhasebe yapalım kendimizle çünkü benlik iddia etmek nefsanidir. Nefsine ilk uyan ise şeytandır. Ben dediği için helak olmuştur…

Şeytan cahil değil hatta Ezazil idi, meleklere hocalık yapardı fakat benliği ve kibri onu ne hallere düşürdü…

Bu yüzden diyorum bildiklerimizi unutalım, şöyle anadan üryan geldiğimiz gibi bu âleme takkemizi çıkarıp masanın üstüne koyalım, bu gün kendimizle hesaplaşalım…

Neden kendimizle diyorum biliyor musunuz? Bizim kendini bilmeyen, yüreğinde sızısı olmayan, Ahmet Haşim üstadın dediği gibi ‘melali anlamayan nesille’ değil işimiz…

Allah rızasını arama yolunda olan ama bu gayede eksikliklerim nedir diye soranlarla yapıyoruz bu hesabı. Bu pınarın yanından bir defa olsun geçen kaynağından olmasa da kenarından içenlerle…

Diğerlerine gelince Nebevi hadisinde buyurmuşlar ya; ‘Utanmıyorsan her şeyi yap!’.

EVET, HER ŞEYİ BİR KENARA BIRAKIP KENDİMİZE SORALIM;

Namazda zihnimizi bir yetimi doyurmak mı geçiyor yoksa cebimizi doldurmak gayesi mi?

Elimize bir güç geçtiğinde gayemiz İslam’a ve insanlığa hizmet mi yoksa işimizi görmek mi?

Soframızda garipler, yolda kalmışlar ve yetimler mi gülüyor yoksa çıkar sahipleri mi?

Varlık içinde yokluk mu çekiyoruz yoksa…?

 Hülasa Eyüp el Ensari 99 yaşında Konstantin surlarında şehadet şerbeti içerken bir ruh taşıyordu. O ruha ihtiyaç var bu gün.

Yazın klima karşısında ayak uzatarak, kışın şömine başında kestane kavurarak geçen günlerimizde, pınarları kurumuş gözlerle neyi gaye ediniyoruz?

 Ümmetin ve tüm insanlığın dertlerini, huzurunu biz gaye edinmesek kim bu gayede olacak? Silah tüccarları mı? Organ mafyaları mı? Siyonistler mi? Tarihin bize giydirdiği kaftanı çıkarıp atacak mıyız? Razı mı olacağız üstümüze oturmayan bu surete…

  Endülüs’te yakılan Yahudilere de umut olmuştuk. Karadeniz’de denize dökülen Çerkezlere de nihayetinde Kudüs de huzurun, Kerbela da barışın muhafızı bizdik. Biz, biz iken zalim kralların uykusu kaçıyor, sömürgecilerin hayalleri kuruyordu.

Nihai kertede bir Müslümanın amacı bu dünyada keyif sürmek midir?

O zaman Resul aleyhisselam’ın : ‘Bu dünya müminler için cehennem, Kâfirler için cennettir.’ Sözünü nereye koyacağız.

 Yine Muhammed Mustafa sav. ‘Allah’ı kırık gönüllerde buldum.’ Derken biz yeme içme sofralarında benlik meclislerinde neyin peşindeyiz?

Bir kuru ekmek yiyen ananın, ümmi, deve sütü ve hurma yiyen peygamberin ümmeti olduğumuzu hatırlayıp gönlümüzü, soframızı, aklımızı bu mübarek ayda hizaya çekmeliyiz…

Selam ve dua ile…

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

Eğitim Haberleri