13 Ocak 2016 Çarşamba akşamı 19.30'da, Kahramanmaraş Öğretmen Evi yanındaki Kıraathane salonunda "Bir Müctehid, Sistem Kurcu Bir Filozof Olarak Ebu hanife" konulu bir sohbet programı gerçekleştirildi.
İlimizde 1988 yılında yeniden açıldığı otuz yıla yakın zamandan beri faaliyet gösteren ve daha çok güncel ağırlıklı ilmî-sosyal-kültürel konulardaki faaliyetleriyle halkımızın aydınlanmasına hizmet veren Türk Ocakları Kahramanmaraş Şubesi, güz dönemi programlarının sonuncusunu Ameldeki Mezhep İmamlarından, büyük müctehid Ebû Hanife konusuna ayırdı.
Bahar dönemi programlarının ise Şubat ortasından itibaren başlayacağı açıklandı.
Programın açılışını yapan Şb. Başkanı Av. Kemal Yavuz, konuyu takdimden önce, Üniversitelerden bir grup sözde akademisyenin, PKK hainlerinin Güneydoğuda yarattığı kurtarılmış bölge provalarına karşı Devletin güvenlik güçlerinin yürüttüğü süpürme harekâtını protesto eden bildirisinden bahsetti. Bu bildiriye karşı olarak da Türk Ocakları Genel Merkezi’nin kendi Web Sitesinde Vatansever Türk Aydınları Bildirisi yayımlayarak, Türkiye çapında akademisyen üniversite elemanlarının imzasına açtığını söyledi. (Türk Ocaklarının bildirisinden bir cümle şöyle: “Bu zevat arasında yer alan bazı kişilerin daha düne kadar ‘çözüm süreci” sırasında, devleti yönetenlerin aklına danıştıkları kişiler oluşu da bir ibret vesikası olarak tarihe geçecektir. ‘Barış’ gibi insanî ilkeleri, terörü mazur ve meşru göstermek arzusuyla kirli namlulara sürenler, öncelikle insanlığın ulvi değerlerini katlediyorlar.”)
Şube Başkanı Yavuz’un konuyu takdiminden sonra KSÜ İslâm Hukuku Uzmanı Y. Doç. Dr. İzzet Sargın, konuyu İslâm Hukuku'nun temel ilkeleri ve günümüz meseleleri ekseninde ele aldı.
Konuşmanın ana hatları şöyle:
Ebû Hanîfe, Afganistan bölgesinde doğup Kûfe’de yaşamış, tüccar bir ailenin çocuğudur. Hicrî 80-150 yıllarında yaşamıştır(M. 699-767)
Ebû Hanîfe’nin en büyük özelliği, rivayete dayalı, yani nakilci din anlayışını eleştirip, onun yerine re’y, yani görüş bildirme yollu, akılcı din algısını benimsemiş olmasıdır.
Eğer, kan gölüne dönmüş bugünkü Ortadoğu’da Ebû Hanîfe’nin din anlayışı hâkim olsaydı, oradan IŞİD ve benzeri örgütler doğmazdı.
Ebû Hanîfe’ye göre, dinî rivayetler insanın insan onuruna gölge düşürmemelidir. Bir insanın ya şâkî, ya imanlı olmasından bahsedilmiştir; bu temelden yanlış, insan önceden şâkî iken sonradan imanlı olabilir (Hz. Ömer gibi).
Hadis rivayetleriyle dinin yerelleştirildiğini kabul eder; keza halk inançları karıştırılarak da din bozulmuştur.
Ona göre, bir hüküm, âyet de hadis de olsa din olmayabilir. Çünkü din değişmez. O sebeple Ebû Haîfe, din ile şeriat ayrımı yapmıştır.
Onun ilkelerinden birisi, “yeni problemler eski usullerle çözülmez”, buna göre yeni usuller üretmek gerekir. Onun kendi ürettiği, “istinbat, istihsan, hüküm vermede insanı merkeze almak” gibi, usulleri vardır. Ebû Hanîfe ile Mâturidî, insan aklına ve hürriyetine o kadar önem vermişlerdir ki, bazıları bu iki İslâm düşünürünü liberalizmin kurucuları sayarlar.
Ebû Hanîfe’nin ictihadda esas aldığı sıralama; önce Kur’an’a bakmak, onda yoksa güvenilir kaynakların naklettiği hadislere; onda yoksa ashabın ittifakına; ittifak yoksa kendi görüşümüze göre hareket etmek şeklindedir.
Ortam, zaman ve şartlar değişince açık olan ‘nas’lar, kapalı hâle gelebilir, İslâm hukukçularının görevi bunu açık hale getirecek, yeni hükümler çıkarmaktır.
Bir de Ebû Hanîfe’de ana dilde ibadet meselesi var. Ona göre, eğer kullandığınız dil, âyetlerin anlamına mutabık ise, yani mâna ve amaç birlikteliğini veriyorsa, başka dille de ibadet yapılabilir (“lâfız ve mâna” demiyor, “mâna ve amaç birlikteliği” diyor.)
İzzet Sargın, sonunda konuşmasını şöyle özetledi: 1. Ebû Hanîfe’de insan, merkezî bir konumdadır. 2. Akla çok önem verilmiştir. 3. Siyasî Otoriteye, devlete büyük önem verilmiştir (Bun karşılık Ebû Hanîfe, ilmî otoritesini kötü yönetimine âlet etmek isteğiyle kendisisini Kadi-l Kudat – yani Adalet Bakanı – atamak isteyen Halife’ye işkence altında ölümü pahasına boyun eğmemiştir.) 4- Dinî yönetim şekli, reddedilmiştir (çünkü ona göre devlet yönetimi, dünyevî bir iştir.)
İctihad kapısının kapanıp kapanmadığı, hukukun evrenselliği yanında İslâm Hukuku'nun bu çerçevedeki yeri ve önemi; büyük ölçüde amelde mezhep imamı olarak kabul edildiği halde bizatihi Türkiye'de Ebû Hanife'nin neden yeterince anlaşılamadığı ve benzeri sorulara verilen cevaplarla program sona erdi.