Kahramanmaraş’ın eski valisi Mehmet Niyazi Tanılır tarafından hizmete sokulan ve öğretmenevi müdürlüğünün katkılarıyla eğitimci/yazar Duran Boz’un koordinesinde düzenli olarak programların düzenlendiği Kıraathane, sıradışı bir programa daha sahne oldu.
Türk Şiirinin Beyaz Kartalı Bahaettin Karakoç adlı biyografi kitabı yayımlayan Eğitimci/yazar Ramazan Avcı’nın konuşmacı olduğu “Türk Şiirinin Beyaz Kartalı Bahaettin Karakoç” konulu söyleşiye ünlü şair Bahaettin Karakoç’un da katılması programa renk ve zenginlik kattı. Şehir Hastanesi Müdürü Mahmut Nedim Şerefoğlu, İl Özel İdaresi Kültür Müdürü Ahmet Koçak, ilin önde gelen şair ve yazarları, akademisyenler, öğretmenler ve üniversite öğrencilerinin katılımıyla gerçekleşen programda Ramazan Avcı; etkileyici konuşması, konuya olan hâkimiyeti ve şiirleri etkileyici ses tonuyla yorumlamasıyla dinleyicilere doyumsuz bir sanat akşamı yaşattı.
Ramazan Avcı, Bahaettin Karakoç’un kısa bir biyografisini sunduktan sonra Karakoç’un sanatına etki eden çevre faktörleri üzerinde durdu. Eserleri hakkında bilgi verdi. Avcı, konuşmasında “Bahaettin Karakoç, 1960 sonrası Türk şiirine eserleri, üslubu, şiir anlayışı, kişiliği ve şiiri ayağa kaldırma ülküsüyle yaptığı icraatlarıyla damgasını vurmuş bir üstat şairdir. Bahaettin Karakoç, şiirlerinde kullandığı biçim, üslup ve imgeleri itibariyle günümüz Türk şiirinin sesini ve nabzını yakalamış; dahası günümüz Türk şiirinin nasıl olması gerektiğini eserleriyle ortaya koymuştur. Anadolu Türk kültürüyle mayalanmış olan şiir geleneğini modern bir anlayışla yeni şartlarda yorumlayarak günümüz insanının algısına ve beğenisine sunmuş, yeniliği tuhaflıkta değil özde ve söyleyişte aramıştır. O, iz süren değil, iz bırakan bir şairdir.
Şiirlerinde en çok aşk ve tabiat temalarını işleyen Karakoç, çağının taşralı ozanı, aşkın ise Mecnun'udur. Dokunduğu kelimeleri kanatlandırmış, onlara yeni anlamlar yüklemiş, Türkçemizin ses bayrağı olarak zenginleşmesine katkıda bulunmuş bir söz virtüözüdür. Türk milletinin millî ve manevî değerlerine bağlı, inançlı, hayat çizgisinde kırık ve eğrilik bulunmayan, inandığı gibi yaşayan ve yazan kişiliği ile de sanat dünyasında büyük saygı uyandırmış, genç şairlere örnek olmuştur.
O, bir şiirinde “Kartalca yaşayıp ölmek isterim.” diyor. Vakur duruşu, soylu şiir anlayışı, yüreğindeki zirve aşkı, keskin gözlem gücü ve ak saçlarıyla o, edebiyat dünyasında “şiirimizin beyaz kartalı” unvanını alarak isteğine kavuşmuştur.” dedi.
Ramazan Avcı, Bahaettin Karakoç’un şiiri ayağa kaldırma adına yaptığı çalışmaları anlatırken “Maraş’ta yaşamasına; şiirleriyle, Dolunay Dergisi, Dolunay Şiir Şölenleri ve Dolunay Yayınlarıyla Maraş’ın kültür, sanat ve edebiyatının gelişmesine olağanüstü katkı sağlamasına rağmen ne yazık ki bu ilde Bahaettin Karakoç’a karşı gerekli vefa gösterilmemiştir.”dedi ve Bahaettin Karakoç’un Dolunay mektebinin Anadolu edebiyatına sağladığı katkıyı dile getirdi.
Bahaettin Karakoç’tan konuşmacıya övgü.
Kendisiyle ilgili Ramazan Avcı’nın yaptığı konuşmayı büyük bir dikkatle dinleyen Bahaettin Karakoç, programın sonunda kısa bir değerlendirme yaptı. Ramazan Avcı’nın gerek konuya hakimiyeti, gerek Türkçeyi kullanışı, gerekse kendisinin üslubunu ve sanatını çok iyi kavramış olmasını takdirle karşıladığını, programa dostlarının ısrarcı ricasıyla katılmış olmasına rağmen büyük haz aldığını belirtti. Ayrıca Avcı’nın kendisiyle ilgili olarak hazırladığı kitabın fevkalade güzel hazırlanmış olduğunu ifade etti. Günümüzde büyük bir müteşair enflasyonunun bulunduğunu söyleyen Karakoç, önümüzdeki günlerde şiir-edebiyat üzerine kapsamlı ve uzun bir konuşma yapmayı düşündüğünü belirtti.
Programın sonunda Kıraathane geleneği gereği Kıraathanenin şeref konuğu Bahaettin Karakoç tarafından konuşmacı Ramazan Avcı’ya kitap hediye edildi.
Programı değerlendiren dinleyiciler, bu konuşmanın kayda alınmamış olmasından duydukları üzüntüyü dile getirdiler.
İşte Ramazan Avcı’nın konuşmasından bazı alıntılar:
Bahaettin Karakoç’un şiirlerini besleyen kaynaklar, öncelikle içinde yetiştiği Anadolu kültürü, halk şiiri geleneği, din, güçlü bir gözlem yeteneği ve özgürlüğün simgesi olan doğadır.
Onun, zengin bir kelime hazinesine dayalı, geniş benzetme dünyası, sembolizmin özelliklerini taşıyan fakat ikinci yenicilere göre son derece anlaşılır soyutlukta kapalı ifadelerle oluşturduğu bir dili ve üslubu vardır. Nasıl ki bir kimyager maddeleri karıştırarak yeni bileşimler oluşturuyorsa Karakoç da dil laboratuarında kelimelere yeni anlamlar yükleyerek orijinal imgelerden oluşan terkipler oluşturuyor
Bahaettin Karakoç, şiirde biçimi enstrüman gibi kullanan usta bir orkestra şefine benzer. Duygu ve düşüncelerine, hayallerine, gözlemlerine hülasa ele aldığı temaya hangi kıyafet yakışıyorsa onu giydiriyor. Bu bakımdan Türk şiirinde Bahaettin Karakoç kadar şiirde değişik biçimler kullanan şair çok azdır.
Şiir hamurunu eline alıyor ve ona istediği şekli veriyor. Ama her şekilde bir kurgu, simetri, mantık ve ahenk var. Özellikle ses unsuru, şiirinin biçimini belirleyen ana öge durumundadır. Bazen 3, bazen 5, 6, 7, 8, 9 ve 10’arlı bentlerle serbest veya hece vezniyle ve çok farklı kafiye örgüleriyle kendine özgü kurallarla oluşturduğu şiirlerin yanı sıra halk ve klasik şiirimizin nazım şekillerinden yararlanarak günümüz Türk zevkiyle dile getirilmiş şiirleri de vardır. Mesela;
“Aşk yoldan çıkarır, âşık ar etmez
Sevda hastasına ilaç kâr etmez
Nabız saymak, dile bakmak boş, doktor;
Felek yâr değilse yâri yâr etmez.” (BSYO, s.102)
şiiri rubai nazım şekliyle yazılmıştır ve zevkle okunmaktadır. Aynı şekilde geleneksel nazım şekilleriyle gazel, mesnevi, şarkı, koşma biçiminde yazılmış fakat vezinde, kafiyelendirmede, konu ve anlatımda Karakoç’un üslubunun rengini alan çok güzel şiirler yazmıştır.
Bahaettin Karakoç, kendini bütün zamanların şairi olmaya adamış bir sanatçıdır. Düne saygılı, bugünün üzerine titreyen ve yarının inşasına maddî ve manevî bütün gücünü adayan bir şair. Edebiyattaki kırmızıçizgisi ise edeptir. Edepsiz edebiyata tahammülü yoktur.
Bahaettin Karakoç, Aşk, dua ve doğa şairidir.
O, “Aşk yaşanır, anlatılmaz.” demesine rağmen aşkı ve aşkını anlatmak için olağanüstü bir gayret göstermiştir şiirlerinde. Yüzlerce aşk temalı şiir yazmış olmasına rağmen bu konudaki nihai şiirini henüz yazmadığını düşünmektedir. Zira o âşık olarak doğmuş ve hâlâ aşkından esrik gezmektedir. “Aşktır hayatımın özgül ağırlığı”, “Aşk ile pişmişlerin kapısında aşınmayan eşik benim.”, “Beni boğarsa sevgisizlik boğar / Sevgi ışık ışık diriltir” diyen Bahaettin Karakoç’un şiirlerinin temelini aşk oluşturur.
Nasıl ki Yunus Emre için “Aşksız gönül misali taşa benzer”se Karakoç için de aynı şey geçerlidir.
“Aşkın darasını düşsem özümden
Kuru ömrüm bir avuç kül görünür” ( BSYO, s.50)
Karakoç şiirlerinde hem insana, hem de Allah’a duyduğu aşkı dile getirmiştir. Ancak çoğu aşk şiirlerinde şairin kime hitap ettiğini bir okuyuşta anlamak mümkün olmamaktadır. Özellikle İlahî aşkı işleyen şiirlerindeki sevgili imajı ilk bakışta beşeri bir duyguyla bağlanılan bir insan izlenimi uyandırır.
Karakoç, Kerem ile Aslı, Emrah ile Selvihan, Ferhat ile Şirin, Tahir ile Zühre hikâyelerini dinleyerek büyümüş, bu hikâyelerde yaşanan beşerî aşkları ve Yunus Emre’nin yaşadığı İlahî aşkı kendine rehber eylemiştir. Onun aşk kitabında sevgiliden gelen cefaya isyan etmek yazmaz. Bu kitapta âşıkın maşuktan gelen her cefaya katlanabilmesi, her ne pahasına olursa olsun “ah!” bile dememesi gerekir.
Karakoç’un şiirlerindeki beşerî sevgili soyludur, içlidir. Karakter olarak Leyla’dır, Aslı’dır, Şirin’dir, Elif’tir. Sevilmeye ve sonsuza kadar beklemeye değerdir.
Onun şiirleri, sevgiliyi değil sevgili kavramını anlatması bakımından Divan şiiriyle büyük benzerlik gösterir.
Karakoç, sevgilinin fizikî portresini çizmez, sevgili fizikî görüntüsüyle hiçbir zaman ön plana çıkmaz. Tabiat ögelerinin de yardımıyla sevgili imajı oluşturur; duygularıyla sevgiliyi güzelleştirir. Ortaya şairin ifadesiyle “Evrensel bir güldesteye çizilen bir minyatür” çıkar.
Çocukluğunu, gençliğini, memurluğunun büyük bir kısmını Anadolu’nun bozkırında, dağlarında, yaylalarında, köy ve kasabalarında geçirmiş olan şairin gerek kişiliğinin, gerekse sanatının oluşmasında kırsal hayatın büyük etkisi olmuştur. Kent hayatının insanı bunaltan isli ve gürültülü ortamından tabiatın özgür kucağına sığınarak nostalji yaşayan Karakoç’un en fazla işlediği temalardan biri de tabiattır. Yaşadığı çevrenin bütün tabii unsurları¬nı şiirine taşıyan Karakoç’un şiirlerinde tabiat bazen başlı başına bir tema, bazen de şiirlerinde duygularını ifade etme aracıdır. Onun şiir kitaplarının isimleri bile tabiatın zengin çağrışımlarını taşır
Bahaettin Karakoç, şiirlerinde kullandığı biçim, üslup ve imgeleri itibariyle günümüz Türk şiirinin sesini ve nabzını yakalamış; dahası günümüz Türk şiirinin nasıl olması gerektiğini eserleriyle ortaya koymuştur. Anadolu Türk kültürüyle mayalanmış olan şiir geleneğini modern bir anlayışla yeni şartlarda yorumlayarak günümüz insanının algısına ve beğenisine sunmuş, yeniliği tuhaflıkta değil özde ve söyleyişte aramıştır. O, iz süren değil, iz bırakan bir şairdir.
Şiirlerinde en çok aşk ve tabiat temalarını işleyen Karakoç, çağının taşralı ozanı, aşkın ise Mecnun'udur. Dokunduğu kelimeleri kanatlandırmış, onlara yeni anlamlar yüklemiş, Türkçemizin ses bayrağı olarak zenginleşmesine katkıda bulunmuş bir söz virtüözüdür. Türk milletinin millî ve manevî değerlerine bağlı, inançlı, hayat çizgisinde kırık ve eğrilik bulunmayan, inandığı gibi yaşayan ve yazan kişiliği ile de sanat dünyasında büyük saygı uyandırmış, genç şairlere örnek olmuştur.
Çocukluğunu Karacaoğlan, Dadaloğlu, Köroğlu şiirlerini, halk hikâyelerini okuyarak; dağların temiz havasını teneffüs edip çiçeklerini koklayarak, kuşların sesini dinleyerek, gündüz güneşin dağın sırtından doğup burnundan batışını izleyerek yaşayan Karakoç için dağların çok ayrı bir yeri vardır. Nasıl ki Köroğlu’nun Çamlıbel’i, Şehriyar’ın Heyder Baba’sı varsa Bahattin Karakoç’un da Salavan Dağı vardır.
Bahaettin Karakoç, Türkiye’ye sevdalıdır. “Alınyazım, yavuklumsun Türkiye’m/Özüm esrir kalbim sende atanda” diyen şair, bu ülkenin diline, kültürüne, dinine, insanına, tabiatına kısacası bu toprağı yurt yapan öze sevdalıdır. Dolayısıyla millîlik onun şiirlerine sinmiştir.
Karakoç’un millî konuları ele alış tarzı sloganik değildir. O, vatanına, milletine, bayrağına, devletine, tarihine hülasa Türk milletini oluşturan değerlere olan duygularını bağırarak değil, vakur ama yumuşak bir ifadeyle dile getirir.
Karakoç’un şiirlerinde, sosyal dengesizlikler, çarpıklıklar, yitirilen değerler ve maddeleştirilmeye çalışılan insan ruhunun bunalımları şahsi bir üzüntü hâline dönüşür. Sosyal konulu şiirlerinde vermek istediği mesajı bazen imgelerle ve soyut bir anlatımla bazen da açık bir biçimde ortaya koymuştur. Dış kaynaklı ideolojilerin ve kültürlerin temsilcisi gibi davranan yöneticiler, maneviyattan uzak bilim ve sanat adamları, dünyayı kana bulayan emperyalist güçler, okuma özgürlüğü gibi konular Karakoç’un sosyal konulu şiirleri içinde yer alır.
Onun, dini ele alışı ve yorumlayışı geleneksel mazmunlardan ve imajlardan farklılık gösterir. Din temalı şiirleri günümüz insanının idrak edeceği imajlarla ve daha sade bir Türkçeyle yazmıştır. Bir başka ifadeyle Türk’ün dine bakışını, Allah’a ve Peygamber’e olan inancını ve sevgisini Türkçe bir duyuş, düşünüş ve dille terennüm etmiştir.
Karakoç, naat türündeki şiirlerinde peygamberi anlatırken önceki şairlerden farklı bir bakış açısı geliştiriyor. Alışılmış, abartılı, hayali kasideciliğin yerine Peygamberimizin sevgiye, barışa verdiği önemi; kan davası güdülmemesi, kadınların haklarının verilmesi gibi evrensel uygulamalarını dile getirerek farkındalık oluşturuyor.
Bahaettin Karakoç’un şiir dili, Türkçenin köklü tarihinden ve geniş coğrafyasından derlenen bir çiçek tarlası gibidir ve şair bir arı gibi bu tarlanın rengini, kokusunu ve tadını devşirerek şiir petekleri örmüştür. 1970 sonrası Türk şiirinde, Türkçenin zengin kelime hazinesinden en fazla istifade eden, bir başka ifadeyle şiirlerindeki kelime hazinesi en zengin olan şairlerin başında Karakoç’u zikretmek gerekir. Ancak yalnız kelime zenginliği değil, kelimelere yüklediği farklı anlamlar ve çağrışım bakımından da Karakoç Türkçenin gelişmesine ve zenginleşmesine önemli katkılar sağlayarak bir şairden beklenen görevi yerine getirmiştir.”
MEM Basın