Türk Ocakları Kahramanmaraş Şubesi, Öğretmenevi Kıraathanesinde başlattığı sohbetlerinin bu haftaki toplantısında, 57’inci vefat yılında Rahmi Eray’ı konuştu. Şube Başkanı Av. Kemal Yavuz’un açış konuşmasından sonra, ünlü şairimiz Bahaettin Karakoç ile Dr. Mustafa Kök dinleyicilere hitap ettiler.
Başkan Yavuz, yapmış olduğu duygu yoğunluklu açış konuşmasında; “Bir Rahmi Eray varmış; şansız-şöhretsiz, malsız-mülksüz, evlatsız-uşaksız, mirassız-mirasçısız; ki, bütün bunların çok önemli sayıldığı bu dünyadan taa 1958 yılının Ekim'nde ‘göçüp gitmiş’!... Ama dünyalık olan bütün bu ‘geçici varlıklar’ın ondaki ‘yokluğu’na karşılık, ebediyet meş'alesi ‘gerçek sıfatlarıyla’, sözü-sohbeti, yol gösteren davranışı, bilgece kişiliği ile hatırlarda kalmış, tek kelimeyle ‘kalıcı olmuş’ birisi’!... 1940'lı-50'li yılların Anadolu'sundan ilim-irfan dermek, ülkesine-milletine hizmet etmek için İstanbul'a koşup gelen gençlerine bir ‘örnek sîma’, bir ‘gerçek ağabey’ olmuş, bu toprağın bilgesi Rahmi Eray!...İşte bütün bu yokluklara, hayatından bildiğimiz hastalıklara rağmen topluma nasıl yön verilebileceğini, iz bırakılabileceğini göstermiş bir insanı, kendi ilinde ilk defa anacağız”diye konuyu takdim etti.
Kemal Yavuz konuşmasında, özellikle yakın zamanda geçirdiği ağır bir ameliyatın ardından henüz sağlığına kavuşan ve bu toplantıya katılmak fedâkârlığını gösteren Türk Dünyasının “ak-sakal”ı diye nitelediği Bahaettin Karakoç’a teşekkür etti ve ilk sözü ona verdi.
Bahaeetin Karakoç, Rahmi Eray’ı İstanbul’da askerlik yaparken tanıdığını söyledikten sonra onun ailesinden, çevresindeki ilim-irfan sahibi insanlardan, onların Rahmi Bey’e karşı bağlılıklarından bahsetti. Konuşmasını özetle söyle sürdürdü:
“İnsanların nerede, hangi şartlarda yetiştikleri çok önemlidir. Rahmi Eray, âdetâ Hz. Peygamber’i hatırlatırcasına, yetimliğin mektebinde yetişmiş bir insandır. 30 Kasım 1918’de Elbistan’da doğmuş, henüz bir yaşında babasını kaybetmiş; baba-annesiyle birlikte otururlarken ortaokul çağında annesini, son sınıfında art arda hem işleri idare eden amcasını, hem de baba-annesini kaybetmiş. Yine kendinden küçük, iki kardeşini daha erken yaşta kaybetmiştir. Nerdeyse tek başına kalmış. Kendisi de genç yaşında tedavisi zor, insanı yatağa bağlayan ağır bir damar hastalığına yakalanıyor. Ama buna rağmen İstanbul’da okurken o büyük dertlerine rağmen sürekli bir şeyler üretebiliyor. O sırada fikir çevrelerinden kimle karşılaştımsa hepsi de ondan saygıyla “ağabey” diye söz ediyordu. Kocaman profesörler, ünlü siyasetçiler, kendinden yaşça büyük olan insanlar bile ondan “Rahmi ağabey” diye bahsediyorlardı. Bana ondan, ilk defa hemşehrilemiz olan, Dr. Hilmi Eginöz ile dilci-edebiyatçı Tahsin Yücel söz ettiler. (Erginöz burada İl Sağlık Müdürlüğü de yapıp İstanbul Üniversitesinde profesörlüğe kadar yükselmiş bir bilim adamıdır, yakında rahmetli oldu.) Rahmi Eray bilgeydi; herkese iyilik eder, herkese sabrı ve itidali tavsiye ederdi; kendi derdiyle değil, başkalarının derdiyle ilgilenirdi. Bu vasıflarıyla onu bugünkü gençlere anlatmak belki de zordur.”
Şair Karakoç’un ardından söz alan Mustafa Kök de onun aile bağlarını ve eğitimini hatırlatmakla başladı. “Babası Elbistanlı ‘Cindurdular’ lâkaplı aileden, annesi ‘Arığlar’dan ve ayni zamanda Maraş’a yerleşen ‘Kökerler’ ailesine mensup Maraş Millî Mücadelesinin şehitlerinden Dr. Mustafa’nın baldızıdır. Bugün memleketinde, baba tarafından hiç kimsesi, malı-mülkü, hiçbir varlığı bulunmamaktadır. Eğitimi, ilkokulu Elbistan’da, ortaokulu Maraş’ta oturan teyzesinin yanında, liseyi yatılı olarak Adana Erkek lisesinde okudu. 1938’te önce Hukuk’a sonra Tıp Fakültesine kaydolup burada okumaya başladı. Daha üçüncü sınıfta iken yakalandığı ‘trombo-flebit’ adlı ağır damar hastalığına rağmen kendini geniş bir sosyal hareket ağı içerisinde buldu. Çok okuyan, müthiş hafızası ve tahlil gücüyle, sokratik bir diyalog tarzıyla insanları kendine hayran bırakan bir şahsiyet olarak temayüz etti. Bu vasıfları ve memleket alâkasıyla onun, sevenleri nezdinde üç sıfatı vardır: “Dr. Rahmi-Üstad Rahmi-Elbistanlı Rahmi Eray. Bu üçüncü sıfatını kullanarak (yani, Elbistanlı Rahmi Eray adıyla) 2000 yılında, Dr. Ezel Erverdi büyük bir çaba sarf ederek Dergâh yayınlarından bir kitap da yayımladı.” dedi.
Mustafa Kök, bundan sonra Rahmi Eray’ın İstanbul’daki dernekçilik hayatına ve sûfi karakterine yer verdi. Özetle şunları söyledi:
“1946’da, İkinci Dünya Harbi akabinde doğan hürriyet ortamı ve yeni çıkarılan Cemiyetler Kanunu’nun verdiği rahatlıkla Türkiye’de de birtakım Dernekler kurulmaya başlar. Bu bağlamda Rahmi Eray, 1946’da kurulan Türk Kültür Ocakları’nın kurucu heyeti içerisindedir. Orada millî, ilmî, sosyal ve kültürel meselelerde seminerler-sohbetler-konferanslar tertipliyorlardı. Meselâ, ‘Karamazof Kardeşler’deki insan tipleri ve psikolojisinden evrim teorisine, Türk tarihinden ve sosyolojisinden İslâm konferansına kadar konularda programlar icra ederken, bu hususlarda bizzat kendisi de konuşmacı olarak yer alıyordu. Doç. Dr. Nurettin Topçu onu bu dernekte keşfetmiştir. Prof. Fahri Fındıkoğlu da bu derneğin müdavim konuşmacılarındandır. Daha sonra özellikle 1951’deki Türk Milliyetçiler Derneği ve onun kapatılmasıyla yeniden oluşan 1953’teki Milliyetçiler Derneği’nin manevî kurucularından sayılmaktadır. Bu sonuncusunun tüzüğüne bizzat kendisi dikte etmiştir. O günün fikir akımlarından Hem “sağcı”, hem “solcu” sayılan gençlerden hayranları vardır.
Bir de mistik karakterine, yani sûfî mizacına temas etmek gerekir. Onun meşhur bir sözü: “Ölüm niçin geç istenir? Zira yaşamak, hizmet etmek ve af dilemek için bir mühlettir.” “Hizmet ehli olmak”, son yıllarda intisap ettiği Nakşî şeyhi Abdülaziz Bekkine’nin sık vurguladığı bir ahlâk ilkesidir. Daha sonra Nurettin Topçu, İslâm ahlâkının üç ilkesinden birisi olarak bunu saymıştır (diğer ikisi: hürmet ve merhamettir). Uzun zaman kendisiyle ayni evi paylaşmış olan zamanın “sağcı” gençlerinden Ferruh Bozbeyli’ye, somut bir olaydan hareketle söylediği şu söz, onun bilgece karakterinin tam bir yansımasıdır: “Biliyor musun paşa; insanlar bazen, dönüp gelecekleri kapıları, kendi elleriyle kapatırlar”. Reel insan tabiatını ne harika bir tasvir!.. “Solcu” sayılan gençlerden Sadık Göksu’nun anlattığına göre ise, kendisini taltif eden bir büyüğünün iltifatı hoşuna gidip de bunu Rahmi Bey’e nakledince “Sadık, ben senede bir defa kızarım, o da sana rast gelmesin!” diye uyarır. Bu da kâmil bir sûfî mizacın, kalp adamlığının yansımasıdır. Gurura kapılmanın, bunun kibre kadar uzanmasının, genç insan kişiliği için ne tuzaklar taşıdığını mistik karakteri ve bilgece öngörüsüyle bilen bir kişiliktir çünkü.
Yukarıdaki isimlerin dışında Rahm Eray’ın sağlığında rahle-i tedrisinden geçenleri şöyle sıralamak mümkün (ki bunların hepsi ayni zamanda hakkında yazı yazanlardır): İsmail Dayı, Prof. Ercüment Konukman, Uğur Kökten, Alâeddin Akçasu, Prof. Orhan Okay, Prof. Ayhan Yücel, Ergün Göze, Osman Akkuşak ve Prof. Ahmet Abdik.
Rahmi Eray’ın, hayranı olan gençler arasında yaygın bilinen bir takım ilginç pratik davranış ilkeleri de vardır. Bunların üç tanesi çok meşhurdur: “Tasfiye, teke irca (indirgeme) ve son fayda…” Tasfiye, cebimizden dolabımıza, kafamızdaki fikirlerden içimizdeki duygulara kadar, her şeyde bir saflaştırma, arındırma hareketine girişmek, bünyeye yabancı şeylerden kurtulmak demektir. Teke indirgeme; meseleleri, eşyayı teferruattan kurtarıp bu defa, teke, özüne indirgeyip azaltmak, rahatlatmak mânasında, felsefedeki “Occham’ın usturası”na benzer bir ilkedir. Son fayda ise, sizin kullanıp atmayı düşündüğünüz her bir eşyanın, elemanın, başkasının işine yarayacağı bir son faydasının bulunabileceği ilkesidir. Hatta bunun için evinde, fazladan düğmelerin, vidaların v.s. atılıp ihtiyaç sahibi arkadaşlarınca da alınıp kullanıldığı bir “son fayda kutusu” dahi bulundurmaktadır. (Bir zaman gelir ki, o “son fayda kutusu”nda da “tasfiye” yapmak şartı ile.)
Böylesi ilginç ve önder bir insan, ömrünün ancak son bir buçuk yılında evlenmiştir. Sağlığı düzelmiş gözükmektedir. Ne var ki, krizin geliş zamanı belli değildir. Bir gün arkadaşlarını - çoğu zaman yaptığı gibi - kendi elleriyle hazırladığı memleket yemeklerinden ikrama etmek üzere dâvet ettiği bir cumartesi günü (11 Ekim 1958) , onların gelişinden yarım saat önce geçirdiği bir torombo-flebit krizi sonucu rahmet-i Rahman’a kavuşur. Kadere bakın ki, bir grup arkadaşı sanki yemeğe değil, cenaze hazırlıkları için haneye çağrılmışlardır. 12 Ekim Pazar günü arkadaşlarının ve sevenlerinin omzunda Karacaahmet’te defnedilir.
Hakkında, bir yıl sonra 10 Ekim 1959 günü Milliyetçiler Derneği tarafından ve 34 yıl sonra 11 Nisan 1992 günü Elbistanlılar Kültür ve Yardımlaşma Derneği tarafından, her ikisi de İstanbul’da olmak üzere iki anma toplantısı düzenlenmiştir. Bir de biz onu gençlere ve hemşehrilerimize tanıtmak, tanıyanlara da hatırlatmak amacıyla, “bu toprağın bilgesi” sıfatını atfederek ilk defa kendi ilinde anmış olmaktayız. Bundan başka, birkaç yıl önce, birisi bizim hemşehrimiz olan (Sakarya İl Kültür Müdürü) Dr. Hüseyin Yorulmaz, diğeri Prof. Fatih Andı olmak üzere iki değerli bilim adamı tarafından hazırlanan “Âkif’ten Bugüne Âsım’ın Nesli” projesinde Rahmi Eray’a da yer verildi. (Rahmi Bey’i bendenizden istemişlerdi, yazıp gönderdim ). Bütün bunlar onun, zamanındaki nesillere yaptığı önderlik, ağabeylik ile hep akıllarda kaldığının nişanesi olsa gerek. Ebediyete intikal etmiş bu kabil örnek insanlarımızı anlamak ve anmak isteyen herkese müteşekkiriz” diyerek, Mustafa Kök konuşmasını tamamladı.
Program, Rahmi Eray’ı İstanbul’daki öğrenimi sırasında tanımış hemşehrilerimizden Halil İbrahim Arıkan Bey’in katkıları ve gençlerin sorularına verilen cevaplarla sürdü. Ayrıca toplantı sırasında, dinleyicilere Dergâh Yayınlarından getirtilen “Elbistanlı Rahmi Eray” kitabından da birer adet hediye edildi.
Toplantı, K.S.Ü. İlâhiyat Fakültesi Öğretim Görevlilerinden Hattat Arif yücel’in, merhumun ruhuna ithafen okuduğu Kur’an-ı Kerîm tilâveti ve yaptığı dua ile sona erdi.