Karadeniz’in eşsiz güzelliğinin kendine nevi bir örneği olan çay ve çayın sofralara getiriliş hikâyesini değerli hocamız Durmuş Öztürk bizzat yerinde fotoğraflayarak bizlerle paylaştı.
111
Karadeniz’in eşsiz güzelliğinin kendine nevi bir örneği olan çay ve çayın sofralara getiriliş hikâyesini değerli hocamız Durmuş Öztürk bizzat yerinde fotoğraflayarak bizlerle paylaştı.
DURMUŞ HOCA NE DEDİ?
Değerli dostlar, Doğu Karadeniz den fabrikalara gönderilmeden önce çay filizi toplanması ve çay alım yerlerine taşınmasını izleyeceğiz. Çay bitkisi yaklaşık 100 yıl yaşayabilen 1 m yüksekliğinde çalımsı bir ağaç. Yılda, mevsimin sıcaklığına göre 4-5 sürgün verebilen çay bitkisinin yaprakları, Nisan’dan başlayarak tepeden itibaren uç sürgünler, filiz, ilk 3 yaprak, elle kırılarak ya da bizde yaygın olduğu şekliyle makasla kesilerek toplanır. Bezlere, bohçalara ya da sepetlere toplanan yapraklar insan sırtında köyün çay alım yerine getirilir. Burada tartım işleminden sonra kamyonlara yüklenerek acele, bekleyince ısınıp yanmaması için, hemen fabrikalara gönderilir. Oldukça zor ve meşakkatli bir iş. Genellikle kadınlar tarafından yapılır.. Yıllar önce öğrenciliğimde Rize de staj yaparken, şefimiz ziraat mühendisi Mustafa Kalma ağabeyimiz bize, bunlar bizim “damperli kamyonlarımız” demişti
211
İsterseniz ülkemizde çay ile ilgili bu güne kadar yaşanan yolculuğu kısaca anlatalım.
311
Çayın İpek Yolu güzergâhını takip ederek Çin’den Osmanlı’ya gelmesi ise Avrupa’dan öncedir. 16. asırdan itibaren Memalik-i Osmaniye’de varlığı bilinen çay hakkında seyyah-ı âlem Evliya Çelebi de Seyahatname’sinde bazı bilgiler verir. 19. asrın ortalarına kadar sınırlı bir kesim tarafından kullanılan çayın, hususiyle Tanzimat’tan sonra değişen hayat tarzıyla beraber içilmesi de artar. Çayın kokusu konaklardan sokaklara yayılınca birer birer çayhaneler açılır ve tiryakilerin “Efendi! Güzel bir çay himmet et” sesleri yankılanır.
411
Beş bin yıldan beri bilinen, sevilen; efsaneleri, menkıbeleri, deyimleri, şiirleri, sanat ve sanayisi oluşan çaya, Osmanlı medeniyeti yeni bir lezzet ve tat katar. Bu esnada Osmanlı’nın ilk çay üstadları ortaya çıkar. Damadzâde Ebülhayr Ahmed (Çay Risalesi, 1711), Hacı İzzet (Çay Risalesi, 1878), Ali Nazimâ (Çay, 1892), Mehmed Arif (Çay Hakkında Malumat, 1912) gibi kimi müellifler çayın kitabını yazar, kimi mütefekkirler ise bu efsanevî içecek hakkındaki fikirlerini, “Bûyu hoştur, rengi hoştur, ta’mı hoştur, şürbü hoş / Demlenirse pek hoş olur, âfiyetle iç çayı” diyerek kâğıda döker.
511
Bizde çayın içilmesi kadar dikilmesinin de hikâyesi hayli meraklıdır. Birçok idealistin emeğiyle Anadolu’nun Doğu Karadeniz kıyılarında filizlenen çayın ülkemizdeki meşakkatli yolculuğunu anlamak için bir asır öncesine gitmek gerekir. Arşiv vesikaları Türkiye’de ilk çay dikiminin 19. asrın son çeyreğinde Sultan İkinci Abdülhamid devrinde başladığını gösterir. Prof. Dr. Kemalettin Kuzucu’nun araştırmalarına nazaran Anadolu’da ilk defa çay 1878’de Hopa ve Arhavi yöresindeki halk tarafından yetiştirilir. Böylece çayın Doğu Karadeniz macerası bölge halkının Rusya’dan getirdiği çay fidanlarını evlerinin bahçelerine dikmesiyle başlamış olur.
611
Osmanlı’da çay yetiştiriciliği hakkında bilinen ilk hükümet teşebbüsü ise 1880’li yılların sonunda olur. Japonya’dan ithal edilen çay fidanlarının Bursa’daki çiftliklerde denemesi yapılır. Bu girişimden sonra 1892’de yine Bursa’da, 1894’te İstanbul’da da çay yetiştirilmeye çalışılır. Ancak iklim çay ziraatına elverişli olmadığından bu faaliyetler neticesiz kalır. Bunun üzerine Osmanlı yönetimi 1894’te çay ekimi için daha ciddî ve bilinçli bir teşebbüste bulunarak vilayetlere ziraat müfettişleri gönderip arazi yapısı ve iklim özelliklerinin incelenmesini ister.
711
Çayın milletlerarası ticaretteki yerini kavrayan Sultan Abdülhamid Han, üretimine büyük önem veriyordu. Bu maksatla Japonya’ya çay fidan ve tohumları sipariş ettiği gibi oradaki çay bahçelerinin de fotoğraflarını çektirir. Ayrıca, Trabzon, Maraş, İzmit ve Bursa havalisinde çay adıyla toplanıp içilen bitkilerin hakiki çay olup olmadıklarının laboratuarlarda incelenmesi için Halkalı Ziraat Mektebi’nde meyvesiz ağaç fidanlığı oluşturulur. Buna ilaveten çiftliklerde çayın ekiminde ve bakımında izlenecek usul ve esasları gösteren bir de talimatnâme hazırlanır. Nihayet 1895’te Japon çay fidan ve tohumları İstanbul’a ulaşır ve padişaha takdim edilir. Ardından İstanbul, Erzurum, Sivas, Ankara, Bursa, Selanik, Aydın, Adana, Halep ve Suriye’deki numune çiftliklerinde çayın ekimine başlanır. Bütün bu çalışmalar çay için seçilen şehirlerin ekolojik şartlarının elverişsizliği sebebiyle bir netice vermez.
811
1896’da Buharalı Yusuf, Trabzon’da yetiştirdiği çay yapraklarından beyaz çay elde etmeyi başarır ve ürettiği çaydan Sultan Abdülhamid Han’a bir paket hediye eder. Buna hayli memnun olan padişah, Trabzon’a bir heyet göndererek çay ekimine uygunluğunu inceletir. Bu esnada çay ziraatı hakkında bir eser telif eden Hollandalı Hobbis’i de İstanbul’a davet ederek mükâfatlandırır.
Lezzeti Doğu Karadeniz’in, bereketi ülkemizin olan çayın bugünlere gelmesinde ise Rizeli Hulûsi [Karadeniz] Bey, Halkalı Ziraat Mektebi hocalarından Ali Rıza [Erten] Bey ve ziraat mühendisi Zihni [Derin] Bey’in fedakârlıkları unutulmamalıdır. Hulusi Bey, 1912’de Batum’dan tedarik ettiği çay tohumlarını bahçesine eker ve kısa müddet sonra bitki filizlenir. Çay konusundaki tecrübelerini 1919’da raporlaştırıp Ali Rıza Bey’e sunar.
911
Ali Rıza Bey de Batum’un ziraî yapısını incelemek üzere 1918’de Ziraat Nezareti tarafından Kafkasya’ya gönderilir. Burada yetişen bitkilerin Doğu Karadeniz’de de yetişebileceğine dair rapor hazırlar. 1921’de Yeni Ziraat Gazetesi’nde tefrika edilen ve Türkiye’de çayın ekonomik rolüne değinmesi açısından büyük ehemmiyet taşıyan bu raporlar daha sonra Şimâl-i Şarkî Anadolu ve Kafkasya’da Tedkikât-ı Zirâiyye adıyla kitaplaştırılır. Türkiye’de modern çaycılığın kurucusu kabul edilen Zihni Bey ise, çay ile alakalı çalışmalara 1921’de başlar ve 1924’te ilk çay kanununu meclisten çıkartır. İlerleyen yıllarda Rize’deki ziraati koordine etmekle vazifelendirilen Zihni Bey, çay yetiştirme projesini daha bilinçli hâle getirir. Köylüye dağıtılan fidanların mahsul vermesiyle beraber topraktan yaprağa umutlar yeniden filizlenir. Böylece çay, Doğu Karadeniz Bölgesi’ne mahsus, sahilden dâhile, dağların tepelerine kadar araziyi kaplayan bir bitki olmasının ötesinde milli içeceğimiz hâlini alır. Sonuçta, ülkemiz çay üretiminde dünyada üçüncü, içiminde ise birinci sıraya yükselir. (Kaynak: İnsan ve hayat.com)