Temmuz ayında eşimle Norveç turuna katılmıştık.
Güzelliğinden söz etmeyeceğim. Gölleri, şelaleleri gezmek için her gün gemiden ayrılıp otobüse biniyoruz. Gezip, gördükten sonra tekrar gemiye dönüyoruz. Gemiye binerken de kontrolden geçiyoruz. On sekiz katlı, beş bin yolcusuyla devasa bir şey. Bir akşam gemiye binmek için kontrolden geçerken görevli hanım, eşimin koparıp verdiği iki sap sarı kır çiçeğine taktı. Çiçeklerin koparılmasının yasak olduğunu söyledi. Eşimin romantik sevgi gösterisi o an tanımsız bir utanca dönüştü.
Çocukluğumda ve gençliğimde, ağaçlara zarar vermesinler diye, devlet, ormanları köylülerden korurdu. Zarar verenleri cezaya çarptırırdı. Şimdi köylüler ağaçlarını ve ormanlarını devlete karşı, canı pahasına korumaya çalışıyor. Eskiden zeytin ağacı kesmenin cezası vardı. Şimdi zeytinlikler köylülerin tüm itirazlarına karşın katlediliyor.
Yabancı bir ülkede, iki dal kır çiçeğinin hesabı soruluyor, seni yerin dibine sokuyorlar. Onları ayıplamıyorum. Hatta takdir ediyorum. Doğalarına sahip çıktıkları için. Onlarla, doğa anlayışımızın arasındaki, kapanmayacak farklılığımıza, üzülüyorum. Osmanlı döneminde Ülkemizden giden lalelerle ünlenen Hollanda’dan bir lale fidesi getiremezsin. İzin vermezler. Sadece ülkemizde yetişen şifalı bitkilerimizi, kendi ellerimizle yabancılara teslim ettiğimize tanık oldum. Almanya’da çalışan birinin, tatile geldiğinde, kırlarımızdan, dağlarımızdan toplattığı, çok değişik bitkileri, yabancı ülkeye götürdüğünü biliyorum.
Ağaçlar, Türklerin Türeyiş destanlarının çoğunda geçer, Şaman Ayinlerinin bir parçasıdır. Güç, doğurganlık, iktidar, ölümsüzlük, gençlik, bereket, sağlık kavramlarıyla bağdaştırılır. Türk mitolojisinde ağaçlara saygı gösterilir. Kötü ruhlardan arınmak için yaşanılan yerlere ağaç dikilir. Türklerde ağaç, insanların birbirleriyle, doğanın insanlarla bağını sembolize eder.
Hz. Peygamberimizin hadislerinin çoğunda ağaç geçer. Burada onlardan birinden söz edeceğim.
“Elinizde bir ağaç fidanı varsa, kıyamet kopmaya başlasa bile, eğer onu dikecek kadar vaktiniz varsa, mutlaka dikin.” (El- Münavi: Feyzu’l- Kadir 3/30)
Hz. Peygamber, Medine’ye göç ettiğinde, bir ağaçlandırma ve orman tesis etmiştir. Her tür canlının yaşadığı yeşil alanları, ormanları, koruma altına almıştır. Buna Hima ( koruluk) denmiştir.
Kur’an’da, ağaç kelimesi 26 kez geçmektedir.
Ormanların iklim değişikliğine karşı en etkili silah olduğunu, uzmanlar her fırsatta anlatıyorlar.
Sağlığımıza zararlı karbondioksiti emiyor, yararlı olan oksijeni havaya salıyor.
Atmosferdeki kötü kokuları, amonyak nitrojen dioksit, sülfür dioksit, ozon gibi havayı kirleten gazları emerek havayı temizliyor.
Bizi, sel, çığ, erozyon, deprem gibi doğa afetlerine karşı koruyor.
Suyun az olduğu yerlerde buharlaştırmayı yavaşlatıyor. Bir ağacını haftalık 15 litre suya ihtiyacı oluyor. Bünyesine aldığı bu suyu., yeraltı suyu olarak tekrar doğaya bırakıyor.
Enerji tasarrufu yapıyor. Etrafı ağaçlarla çevrili müstakil evlerde serinletme amaçlı klima giderini % 50 oranında azaltıyor.
Meyveleriyle ekonomiye katkı sağlıyor.
Canlılar için yuva ve barınak görevi görüyor.
Kağıt ve mobilya yapımındaki katkılarını da unutmamak gerek.
Ya sıcakta kavrulan bağ, bahçe, tarla çalışanları için ağaç gölgesi ne büyük nimettir.
Ağaç gölgesinde, eş dostla, kahve ve çay eşliğinde yapılan sohbetlere paha biçilebilir mi?
Ağaçlık alanlarımızı, ormanlarımızı otel, konut kondurmak amaçlı yakanlar…
Maden aramak için dağları ormanları talan eden, doğanın güzelliğini bozanlar… Ülkelerinde doğalarını canları gibi koruyan doymak bilmez, aç gözlü, yabancı şirketler…
ABD'nin 2 şirketi, Kanada’nın 4 şirketi, Cayman Adalarının 2 ve İngiltere’nin 1 şirketi ve kendi ülkesinin doğasını acımadan yok eden yerli şirketler…
Ülkemizin güzelliklerinden, günahkar ellerinizi çekin…
Ağaçlarını kestirmemek için ağaç gövdelerine sarılan, ağlayan köy kadınları sizi unutmaz ülkemiz. Sizin göz yaşlarınıza kurban olurum…