AK Parti Sözcüsü Ömer Çelik, "Boğaziçi Üniversitesi, hepimizin göz bebeği bir üniversite, Türkiye'nin en büyük kazanımlardan bir tanesi. Dolayısıyla bundan sonrasında artık eğitim-öğretim hayatının orada sağlıklı bir şekilde işlemesine odaklanmak gerektiği herkesin en önemli hassasiyeti olmalıdır." dedi.
Çelik, AK Parti Genel Merkezi'nde, Cumhurbaşkanı ve AK Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan başkanlığında Merkez Yürütme Kurulu (MYK) Toplantısı devam ederken basın toplantısı düzenledi.
MYK toplantısında kongre süreci ve çalışmaların ele alındığını aktaran Çelik, ekonomi, teşkilat çalışmaları, iç ve dış politikalar konusunda değerlendirilmelerin yapıldığını belirtti.
Çelik, çocuklarının dağa kaçırılmasından HDP'yi sorumlu tutan Diyarbakır annelerinin 3 Eylül 2019'da başlattığı oturma eyleminin 526'ncı gününe girdiğini anımsatarak, şunları söyledi:
"Bu eyleme katılan evlatlarına kavuşmak için bu eylemde bulunan annelerin yaklaşık olarak aile sayısı 200'ü buldu. Aynı şekilde 22 haftadır da Şırnak'taki anneler bu eylemleri vicdan nöbetini ortaya koyuyorlar. Bu vicdan eyleminde çocuklarına kavuşanların yaşadıkları mutluluktan büyük bir memnuniyet duyduğumuzu ifade etmek istiyoruz."
Çelik, iç ve dış güvenlik operasyonlarının yoğun şekilde sürdüğüne işaret ederek, "Türkiye, terörle en ilkeli mücadele eden ülkedir, terör örgütleri arasında hiçbir ayrım yapmadan. Maalesef müttefiklerimiz, halen bu ayrımı yapmak ve bunu sağa sola kabul ettirmek konusunda yanlış bir ısrar içindedirler. PKK ile bu mücadeleyi sürdürdüğümüz gibi aynı şekilde geçen haftalarda DEAŞ'a göz açtırmayan güvenlik güçlerimizin çok önemli operasyonları gerçekleştirildi. PKK'nın yanı sıra DEAŞ ile ilgili de önemli operasyonlar oldu." ifadelerini kullandı.
Boğaziçi Üniversitesindeki olaylara ilişkin Çelik, şunları kaydetti:
"Çeşitli devletlerin açıklamalarını yakından takip ediyoruz. Bu açıklamalarda, Türkiye'nin egemenlik hakkına dönük olarak hiçbir şekilde kabul edemeyeceğimiz birtakım yaklaşımlar, birtakım cümleler söz konusu oluyor. Bunların hiç birini kabul etmediğimizi bir kere daha ifade ediyoruz. Genelde kendi ülkelerindeki olaylarla ilgili detaylı anlayış bekleyenler maalesef bizim ülkemizdeki olaylarla ilgili olarak son derece kaba saba standart açıklamaları yapmakla yetiniyorlar. Türkiye'de bu açıklamaların ifade ettiği gibisinden bir durum söz konusu değil."
Çelik, Türkiye'de eylemlerde olduğu gibi Boğaziçi Üniversitesi eylemlerinde de demokratik protesto hakkının kullanıldığını vurgulayarak, şunları söyledi:
"Hatta sivil itaatsizlik hakkı kullanıldı fakat bir müddet sonra anayasanın, yasaların verdiği yetkiler çerçevesinde 'atanmış bir yöneticiyi biz yönetici olarak kabul etmiyoruz' ifadesinin ötesinde demokratik protesto hakkı ve sivil itaatsizlik hakkını da aşan bir biçimde fiziki engelleme, rektörlük binasını muhafaza altına alma ve üniversite yönetimini çalıştırmama gibi bir noktaya gelince eylemler, doğal olarak buna güvenlik güçlerinin müdahalesi söz konusu olacaktır. Daha önceki üniversitelerde hangi metotla rektör atanmışsa bu üniversiteye de aynı metotla rektör atandı. Daha önceki üniversitelerle ilgili eleştirileri olanların bunu karar mekanizmalarını iletmek için yapabilecekleri pek çok şey varken daha önceki konularda herhangi bir şekilde bunu bu şekilde bir eylem dizisi ile ortaya çıkmayanların bu sefer bu atama yasaldır ama meşru değildir gibi argüman üretmesi doğru bir şey değil."
"HEPİMİZİN GÖZ BEBEĞİ"
Boğaziçi Üniversitesi eylemlerinde, terörle iltisaklı bazı grupların eylemlerin içine girmesi gibi meselelere karşı son derece hassas olunması ve bu hassasiyetin korunması gerektiğini vurgulayan Çelik, şöyle konuştu:
"Aksi halde hiç istemediğimiz birtakım durumlar ortaya çıkabilir. Nitekim güvenlik güçleri de bunu sağlamak için elinden gelen gayreti gösteriyor. Bu tip meselelerde herkesin sağduyu üretmesi gerekir. Yani öğrencilerin içerisine bu grupların sızması konusunda işte valilik açıklama yapıyor, kimler ne kadar süre içerisinde hangi eylemlere katılmış bunların iltisakları nedir, bu grupların durumları nedir gibisinden. Burada sağduyu meselesiyle hareket etmek zorunludur. Herkes demokratik protesto hakkını kullandı. Ondan sonra engelleme, işte kampüsün şu bölümünü işgal etme, rektörü dışarı çıkarmayız, rektöre hesap sorarız gibisinden yaklaşımlar demokratik protesto kavramı içine girmiyor. Boğaziçi Üniversitesi, hepimizin göz bebeği bir üniversite, Türkiye'nin en büyük kazanımlardan bir tanesi. Dolayısıyla bundan sonrasında artık eğitim-öğretim hayatının orada sağlıklı bir şekilde işlemesine odaklanmak gerektiği herkesin en önemli hassasiyeti olmalıdır."
Çelik, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu ve MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'ye Twitter tarafından uygulanan sansüre ilişkin, şunları kaydetti:
"Daha önce de söylediğim gibi sosyal medya şirketleri, birer özgürlük mecrası olarak ortaya çıktılar ama şimdi kafalarına göre yargı kararı olmadan subjektif kararlarla keyfi kararlarla birer kamu otoritesi gibi davranıyorlar. Örneğin şu soruyu soralım, PKK/PYD yöneticilerinin hesaplarına resmi onay verirken, mavi tık verirken, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti yöneticileri niçin bundan mahrum bırakılıyor bunu neye göre yapıyorsunuz? Şimdi en son Diyarbakır annelerinin eylemlerini anlatan Twitter hesabı engellendi. Buradaki keyfi kararın arkasındaki ilkeler nedir? 'Buradaki keyfi karar değil' diyorsanız, bunun arkasındaki ilkeler nedir? Hiçbir şekilde böyle bir şey gözükmüyor."
Hollanda'daki aşırı sağcı siyasetçi Geert Wilders'ın en büyük nefret suçu üreticisi ve en büyük nefret siyaseti üreticisi olduğuna dikkati çeken Çelik, şöyle devam etti:
"Peygamberimize, İslam'a ve Müslümanlara, göçmenlere dönük nefret suçunun direkt merkezine oturan tweetlerini niçin engellemiyorsunuz? Buna dönük bir engelleme niye gerçekleştirmiyorsunuz? Bütün bunları yaparken de hangi mahkeme kararı ya da hangi ilkeler bütününe göre hareket ediyorsunuz? Bu kararı verenler neye göre hareket etmiş oluyorlar bunların net bir şekilde bilinmesi lazım. Sosyal medyalar, bir özgürlükçü mekanizma olarak çıktı ama şimdi ulusal iradeleri aşan ulusal iradelerle kavga eden milli egemenlikle kavga eden, hukukla kavga eden birer mekanizmaya dönüşmeye başlıyor. Tabii bu arkasından bir dijital faşizm getirecektir bir dijital diktatörlük getirecektir. Artık yeni mücadele alanı, yeni kriz alanı siber alandır."