Mondros ve Sevr antlaşmaları imzalanıyor, sayısız şehidi sinesinde saklayan ve onların mübarek kanlarıyla sulanan bu aziz vatan kudurmuş haçlı sürülerinin alçakça işgaline uğruyor, bu topraklar üzerinde dişlerini sırıtıp, “kan kan” diye uluyan medeniyet havarileri bu millete her türlü işkenceyi, zulmü reva görüyor…
Düşmanların bu alçakça saldırıları ve işgali devam ederken, bu milletin ümidi, rehberi olan bazı aydınlar da işgalcilerin ve benzerlerinin mandasını hararetle savunuyordu. Millet öncüsüz kalmıştı. Artık milleti yine milletin azim ve kararı kurtaracaktı; çünkü başka kurtuluş yolu yoktu.
Tarih sahnesine çıkıştan bu güne, hür ve bağımsız yaşayan bu millet, hayatının seyrini değiştirecek çok önemli bir tarih dönemecindeydi. O, her şeyini kaybetmişti; açtı, çıplaktı, silahsızdı. Fakat bir şeyini kaybetmemişti. O da “ milli hakimiyet “ duygusunu, bu uğurdaki azmini ve cesaretini.
Bütün olumsuz şartlara rağmen, Çanakkale’de destanlar yazan eşsiz nesil, bu memleketi kesinlikle kurtaracağına inanıyor ve bu inanç hiçbir engel tanımıyordu.
İçinde bulunan şartlar ne olursa olsun, bu aziz millet, vurulmak istenen esaret zincirini kıracak ve kesinlikle zilleti kabul etmeyecekti.
Anadolu’da dünya tarihinin şahit olmadığı amansız bir milli mücadele verilirken; bu soylu, bu mukaddes mücadeleyi tarihe, asırlara nakledecek bir milli marş yazılmalıydı.
Mandacılığın, ümitsizliğin ve tefrikanın rağbet bulduğu bu dönemde, milli şair Mehmet Akif’in göğsü, Türk milletinin canıyla, kanıyla kendisine Tacettin Dergahı’nda yazdıracağı İSTİKLÂL MARŞI ile dopdoluydu.
İstiklal Savaşı’nın manevi cephesinden yapılacak büyük ve muzaffer bir taarruz gerekiyordu. Anadolu’dan bir ses bekleniyordu. Öyle bir ses ki Milli Kuvvetlerin, Mehmetçiğin ondan cesaret alacağı, yürekleri çelikleştirecek; ruhlara ümit, heyecan ve kuvvet verecek bir ses.
Bu ses, dalga dalga yükselsin, bütün sesleri bastırıp ufukları titretsin; dağlar, taşlar coşsun; zafer haberlerini ovalar vadilere, vadiler dağlara ulaştırsın.
Tarih 1921’in 12 Mart’ı .Türk milletinin kanıyla yazdığı bağımsızlık destanını; yaralı bir aslan kükreyişiyle ruhunda duyan ve bu destanı hayatıyla yaşayan samimiyet abidesi milli şair AKİF; kabına sığmıyor, iradeleri çelikleştiriyor, imanları perçinliyor, Ulubatlı Hasan’ın fetih ruhu tekrar Türk milletinde diriliyor, büyük zaferin müjdesi veriliyor ve aziz milletin İSTİKLAL MARŞI doğuyor:
“KORKMA, SÖNMEZ BU ŞAFAKLARDA YÜZEN AL SANCAK,
SÖNMEDEN YURDUMUN ÜSTÜNDE TÜTEN EN SON OCAK! “
Bu ses, ta yürekten bendini çiğneyerek gelen,
“Hangi çılgın bana zincir vuracakmış şaşarım,
Yırtarım dağları enginlere sığmam taşarım.” deyip; engel tanımayan, meydanlara sığmayan, her karış toprağında şühedalar fışkıran bir milletin sesiydi.
Bu ses; Mondros, Sevr paçavrasını yırtan ; hürriyet ve istiklali için başa baş, dişe diş dövüşen, ümit pınarları kurumuş bir millete, mazlumların yardımcısı olan Allah’ın ilahi müjdesini;
“Doğacaktır sana va’dettiği günler Hakk’ın
Kim bilir belki yarın, belki yarından da yakın! ifadesiyle veren ve kurtuluş gününe inanan bir sesti.
Bu ses; her türlü esaret zincirini kıran, “ ittihat! ittihat! “ diye haykıran; izmihlâli kabul etmeyen imanın, iradenin, azmin sesiydi.
Ve bütün millet, bu mübarek sesin çağrısına büyük bir heyecan ve coşkuyla katılır; bir kalp, bir yumruk, bir ses olur ve kükrer:
“HAKKIDIR HÜR YAŞAMIŞ BAYRAĞIMIN HÜRRİYET
HAKKIDIR KAKK’A TAPAN MİLLETİMİN İSTİKLAL!”