John Taylor Gatto’nun bu iddiasını biraz düşünmek veya çok düşünüp akıllıca sorgulamak gerek. Bu yaklaşım ciddi bir araştırma konusudur.
Eğitim; sosyal, kültürel, ekonomik bir yatırımdır. Bu yatırımın amacı en kısa sürede, bireylerde amaca uygun bir dönüşüm sağlamaktır. Çünkü eylemi olmayan bilgi çöptür
Akıllı tüccar, yatırımından hemen dönüşüm bekler. Yoksa yatırım akıllıca olmaz. Bu yaklaşım, ülkemin eğitim yatırımları için de geçerlidir.
Topluma, ülkeye, bireylere; zaman, moral, ekonomik kaynak, sağlık, sinerji kazandıran ; evde , okulda, işyerinde, sokakta ,çarşıda pazarda, yaşayan eğitim kıymetlidir.
Yani bireyler; bireylere, aileye, devlete; yani hastaneye, hapishaneye, adliyeye ne kadar az iş çıkarıyorsa o kadar eğitilmiş; eğitim de o bireyde o kadar karşılık bulmuş demektir.
Eğitim, çocuklarımızı binalarda oyalama süreci değildir. Eğitim, insanın doğumundan ölümüne kadar, hayatının her anında canlı olarak yaşayan bir kutsal değer; bir toplumsal bilinç oluşturma sürecidir.
Birey, kimsenin kuklası değildir. Okul, bireyin liderliğini elinden almamalı. Onu özgün bir kişilik haline getirip, bireye düşünme, akletme melekesi kazandırmalı.
Birey, devletine, değerlerine, insana ve tabiata sahip çıkar; ama fikri, vicdanı hürdür, aklını kimseye kiraya vermez.
Bireyi güçlü kılarsanız ülkeye yönetenler ‘’cambaza bak cambaza’’ diyemez, topluma sürü muamelesi yapamaz. Yöneticide yönetme zorluğu oluşur.
Her birey bir liderdir, özgün bir şahsiyettir. Bir başkasının gölgesinde kalmamalı.
Eğitim; sadece bir bilgi, görgü edinme süreci değil, aynı zamanda bir toplumsal bilinç oluşturma, bireysellikten kopma sürecidir.
Bireyleri, eğitimde ortak, yetenek gelişiminde serbest alanda tutmak gerekir.
Okullar, torna gibi aynı tip insan üretme mekanları değildir.
Bugün tüketime dayalı bir eğitim modeliyle karşı karşıyayız. Görülüyor ki okullarda, küresel kapitalizme tüketici yetiştiriyoruz.
Bilakis, toplumun tasarruf inancı, az tüketme, tükettiği kadar üretme kültürü olduğu halde, bugün çılgınca tüketici olduk.
Kapitalizm, toplumları hep ’’ yeni’’nin peşinden koşturuyor, sürekli üretiyor ve reklamla tüketimi körüklüyor.
Emperyalizmin, Küresel Çetenin ’’ bilimsellik, uzmanlık’’ adına ülkelerin eğitim süreçlerine, müfredatlarına, okul türlerine müdahale ettiği kesindir. Sözgelimi ülkemizdeki ‘’Fulbright Eğitim Anlaşması’’ gibi.
Çocuklarımızı okullarda, dört duvar arasında 8-10 saat tutmamızın katkısını ne iş hayatında, ne de sosyal hayatta gördük.
Hayatta karşılığı olmayan eğitim süreci, bu devletin sırtında çok ciddi bir ekonomik, sosyal kamburdur.
‘’ Türkiye de ve dünyada eğitim, bir kitle imha silahına mı dönüştü? ’’ sorusunu iyi araştırmak gerek.
Sınıflara doldurulan öğrencilerin beyinleri, okullarda adeta uyuşturuluyor, yetenekleri köreltiliyor ; öğrenciler, anlamsız ve vasıfsız bilgi hamalına dönüştürülüyor.
Bireyin aklının, yeteneklerinin doğal gelişim sürecine, hürriyetine; okulla, öğretmenle, müfredatla müdahale ediyoruz.
Artık ‘’ okulsuz eğitim’’ düşünülmeli, yetenekler çok erken tespit edilip kullanıma alınmalı. Bireylerin yeteneklerini oyalayan çalışmalar kapitalizme, yani tüketime hizmet eder.
Dünyada yapılan araştırmalarda ‘’ deli beyinlerin‘’ daha çok okullu olamayan beyinler olduğu görülmüştür.
Dört duvar arası 30-40 metrekarelik beton sahalarda, 12 yıl; ilk, orta ve lisede; 4 yıl üniversitede çocuklarımız ‘’ bilgi’’ topuyla yıllarını geçiriyor.
Yorgun argın okulun dışına çıkan gençler, bakıyor ki sahadaki tozpembe dünya , iş hayatında yok. Kendisine talip olan yok. Bu defa hayal kırıklığı başlıyor. 17 yıl tüketici olan genç arkadaşım, işe yaramayınca tüketici olarak aileye ve devlete yük olmaya devam ediyor.
Bireyi bir çeşit ’’ hücre hapsi ’’ne alarak onun, vasıfsız, itaatkar, fikir üretmeyen, düşünmeyen, kendisi olamayan insan olarak yetişmesine neden oluyoruz.
ABD’de yapılan bir araştırmada çocukların eğitim sürecinde aptallaştığı gözlenmiştir. (T.Gatto)
Zorunlu eğitim ‘’uşak’’ ruhlu, zihni kontrol edilen insan yetiştiriyor. Acaba amaç, nüfusu kontrol etmek, kolay yönetilebilir topluluklar oluşturmak mı?
Egemenliği elinde tutan siyasi, ekonomik güç bu tip insan istiyor. Çünkü ‘’uysal’’ topluluklar daha kolay yönetilir.
Sosyal hayatla, iş hayatıyla iç içe olmayan, ‘’ iyi vatandaş yetiştirme’’ dönüşümüne katkısı olmayan eğitim sisteminin görünür sonucu bu hal.
O zaman 30 milyona yaklaşan bu kadar genç insanın eğitiminin ekonomik yükünü neden çekiyoruz?
Ekonomik, sosyal, kültürel hayatta yeterince karşılığı olmayan binlerce okula, yüzlerce üniversiteye ne gerek var, diyesimiz geliyor.
Ülkemin ekonomik gücü, ‘’ tüketim ekonomisi’’ alanı olan okullaşmada neden kullanılıyor?
Cumhuriyet dönemi incelendiğinde alaylıların, bu ülkeye mekteplilerden daha çok katkı sağladığı görülecektir. Çünkü iş, işin içinde öğrenilir. İşin üretimini yaşamak, verimi, kaliteyi, üretkenliği artırır ve bireylere mesleki olgunlaşmada zaman kazandırır.
Meşguliyeti olmayan insanın meşguliyeti şeytandır.
Onun için bireyi, bir alanda ihtisaslaştırmalı ve mezuniyetten sonra da birey hemen iş hayatına alınmalı. Yoksa birey mutsuz olduğu gibi; aileye ve devlete de yük olur.
Bugün okullar, adeta hayatla yüzleşmeyi geciktiren, gençleri oyalayan, evlenmeyi öteleyen yerlere dönüşmüştür.
Bu durum işsizlik felaketini; kültürel, sosyal, ahlaki yozlaşmayı getirmiştir.
Bireyi, en kısa sürede iş hayatının içine çekmeyen, bireyin yeteneklerinden en kısa sürede faydalanmayı gerçekleştirmeyen eğitim çalışması, ülke için her şeyden evvel ekonomik bir kayıp, sosyal, ahlaki bir yıkımdır.
Bugün bu süreci yaşıyoruz. Sosyoloji diyor ki:
‘’Toplumların çöküşü, binaların çöküşü gibi ses çıkarmaz.’’