Anadolu’da yöneticiler ve siyasiler, vatandaşların gururunu okşamak, yaşadığı şehrin olumsuzluklarını unutturmak, kendi başarısızlığını gizlemek için sihirli bir cümle bulmuşlar; “Kadim Şehir” Güzel bir cümle elbet; etkileyici, sihirli, yaşadığın yerle gurur duymana sebep olacak bir çağrışım ama eğer içi dolu olsaydı…
Kadim Şehirleri görmediğiniz müddetçe, kadim bir şehirde yaşadığınız yanılgısına düşebilirsiniz, çoğu kentin düştüğü gibi…
Zamanında ben de düşmüştüm…
Özellikle İstanbul, Bursa ve Edirne’yi gördükten sonra onların hem Kadim hem Şehirolduklarını, bizim ise ne kadim ne de şehir olmadığımızı görüp, üzülmüştüm. Son üzülmem, Kocaeli’nde oldu…
***
‘Kadim’ “Çok eski zamanda var olmuş veya eskiden beri var olan” anlamına kullanılır ama daha çok, eski yerleşim yerleri için söylenir. Ama bu kadimlik, taşın, toprağın, havanın, suyun ya da orada yerleşimin çok eski tarihte olmasıyla alakalı değil.
Bir toprak, tek başına kadim olmaz. O toprağın üzerinde tarih boyunca yaşayan insanların bıraktığı eserlerle kadim olur. Bu eserlere sahip çıkarak, korunarak, kollayarak, gelecek nesillere aktararak ‘kadim’lik sürüp gider. Kadim Şehirler ve oradaki eserler korunmadığında, kollanmadığında, zenginleştirilmediğinde, kadimlik kalmaz; öncesi kadim, sonrası vahim bir şehir olur.
Çoğu şehrin olduğu gibi…
Kadim olan şehirlerin üzerinde olan eserlerin her bir parçası için ciltler dolusu kitap yazılacak kadar kıymetlidir, önemlidir, detaylıdır, anlamlıdır, manalıdır. İsterse milyonlarca yıllık bir yerleşim yeri olsun, geçmişten gelen önemli değerleri yoksa taştır, topraktır ama ne kadimdir ne şehirdir.
“Kadim Şehir” hoş bir kelime olarak birçok yerde karşınıza çıkar. Ancak bir sözcüğe bakarsınız, bir de şehre, sonra kararınızı verirsiniz; Kadimlik kim, biz kim, diye…
Kadim, çok eski zamanlardan beri var olan demektir. Bunu biliyoruz. “Şehir” ise “kentsel” yerleşim yeri olan her yer için söyleniyor ama aslında şehir, “medeniyet” demektir. ‘Medine’, bu açıdan şehir-medeniyet bağlamında en önemli yerdir. Kudüs de öyle. Roma, Bağdat, Mekke, Basra, İsfahan, Tebriz, Şam, Bakü, St. Petersburg, Buhara, Semerkant, Tebrîz, Gence, Şuşa, Bahçesaray, Kerkük, Üsküp, Selanik, Filibe…
Türkiye’de “Kadim Şehir” diyeceğimiz çok şehir var ama bazıları neredeyse bu unvanı kaybetmek üzere, çoğunluğu da unvanı yüzyıllar önce kaybetmiş.
Türkiye’de “Kadim şehir” diyeceğimiz illerin başında İstanbul geliyor. Sonra Konya, Edirne, Bursatakip ediyor. Tarihi ve üzerindeki eserlere baktığımızdasayacağımız bir düzine daha var; Bilecik, Erzurum, Kars, Ağrı, Diyarbakır, Şanlıurfa, Mardin, Trabzon, Manisa, Amasya..
Birçok şehir, kendilerine “Kadim” dese de, “Kadim” olan, “Kadim” kalan hiçbir şey göremezsiniz…
Bir şehre “Kadim” unvanını layık görürken, bazı kıstasların olabileceğini de bilmek gerekiyor.Mesela şehrinizde eskiden kalan ve halen ayakta olan/korunan kaç tarihi eser var?
Kaç tarihi bina var?
En az yüz yıllık olmak şartıyla kaç ağacınız var; gövdesiyle, kökleriyle, yapraklarıyla tarihe tanıklık eden!
İbadethanelerinizin durumu nasıl; Kaç cami, kaç kilise Osmanlı’dan veya daha öncesinden kalma?
Yazılı eserlerinizin durumu ne; Şiirleriniz, besteleriniz, ezgileriniz, hikâyeleriniz, romanlarınız, masallarınız, anlatılarınız…
Hanlarınız, hamamlarınız, kervansaraylarınız var mı, varsa ayakta mı?
Surlarınız, kalelerinizin tarihi ne, bugüne kalan ve yarına aktarılacak olanı var mı?
Yerleşim yerleriniz nasıl oluşmuş; bir gecekondu tarzında mı, sonradan oluşan siteleşme şeklinde mi?
Yoksa bir kültürün devamı olarak sürüp giden bir yapılaşma şeklinde mi?
Ya yollarınız ya parklarınız; İki taş, bir ağaç, üç salıncaklapark inşa edildiğine inananlardan mısınız?
Müzeniz ne âlemde?
Ya kütüphaneniz?
Kaç kitap taşır, kütüphanenizin rafları?
Bir duvar, bir raf ve içerisine konan kitaptan ibaret mi sanıyorsunuz kütüphaneleri…
Sizin şehirde bedesten var mı?
Osmanlı’da veya daha öncesinde “ahi” kültürünün yaşandığı ve yaşatıldığı mekânlar var mı, varsa korunuyor mu, yaşatılıyor mu, aynı şekilde, aynı ruhla sürüp giden bir gelenek, bir kültür, bir yaşam tarzı var mı?
“Ailem ve ondan öncekiler böyle evlerde oturuyormuş” diye göstereceğiniz kaç düzine ev sayabilirsiniz?Bu evler, şehrinizin dokusunu, kültürünü, geleneğini ve tarihini yansıtıyor mu, içindeki müştemilatla birlikte korunuyor mu?Daha da önemlisi “müze” gibi değil, bu evlerin içerisinde hayat var mı?
Eski bir gösteri alanınız bulunuyor mu, bulunuyorsa korunuyor mu, korunuyorsa burada sanatını icra eden tiyatro oyuncuları var mı?
Kaç ormanınız var, kaçı doğal yaşam parkı gibi?
Deniziniz, barajınız, göletiniz, gölünüz, çayınız, dereniz veya akıp giden bir nehriniz var mı? Manzarasıyla insanın içini huzur doldurması gereken bu yerler, korunuyor mu, kollanıyor mu, etrafında insanların yaşayacağı, dinleneceği, soluklanacağı, gezeceği, göreceği yerler var mı?
Bir şekilde şehrinizle bağı olan dini, edebi, sanat veya siyaset yönüyle tarihte çok önemli yeri olan değerlerinizin kıymetini biliyor, onları bugüne ve gelecek nesillere tanıtmak amacıyla çalışma yürütüyor, yaşadığı veya bıraktığı eseri koruyor, kolluyor musunuz?
Bu soruların kaçına “evet” diye cevap verebildiniz, verebildik ki?
Kadim Şehir benzetmesi çok hoş. İnsanın ruhunu okşuyor ama o şehir kadim olmak şartıyla. İyisi mi siz seçtiklerinize bakın, kadim kültürle bağını kurun!
Unutmadan, bir de Kadim Dostlar var; halen çevrenizde kaldıysa…