Sabah büyük bir heyecanla uyandım. Giyinip mutfağa geçtim. Alelacele kahvaltı hazırladım. Eşime seslendim.
“ Sedat kahvaltı hazır,”
“ Geliyorum canım, sen başla istersen,”
Doğru ya, o her zaman benden önce yemeğini bitirir.
“ Ne bu aceleciliğin,” dediğimde de,
“ Hapishane alışkanlığı,” der, gülerek…
Yirmi yaşlarında, hücrelerle tanışıp, aç susuz, gece mi gündüz mü belli olamayan, kuvvetli ışık altında günler geçirmiş… Söz etmez pek o günlerden.
68 kuşağının anılarını okurken, Sedat’ı da bir yerlere koyar, neler yaşadığını düşlemeye çalışırım.
Sonunda traş olmuş, ak pak gelip sofraya oturdu.
Bugün 1 Mayıs…
Ben Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet Halk Partisi konvoyunda yürümek istiyorum. Heyecanım bundan. Uzun yıllar dizlerimdeki problemlerden dolayı birçok etkinliğe gidememiş, konvoylarda yer alamamıştım. Dizlerime protez takıldığı için, artık rahat yürüyebiliyorum. Bu rahat yürüyüşümle 1 Mayıs’ı özgürce, içimden geldiği gibi yaşamak istiyorum.
1 Mayıs, 1 Mayıs işçinin, emekçinin bayramı
Devrimin şanlı yolunda, ilerleyen halkların bayramı.
Bu sözlerle tüm evrene ulaşmak, tüm evrene haykırmak istiyorum…
Arabayı park edip alana gidinceye dek, CHP çoktan alanda yerini almıştı. İlla konvoyda yürüyecektim ya, alana yaklaşan bir konvoya,
“ Size katılabilir miyim ?” cevabı beklemeden, konvoyun ikinci sırasındaydım.
Sedat’a, “ Gel,” diyorum. Cevap vermiyor. Dudağı sarkmış, kızdığı zamanlardaki gibi. Anlıyorum, onaylamadığı bir gruptayım. Çok istediğim yürümeyi yarıda bırakıp, kaldırıma onun yanına çıkıyorum. Konuşmadan sessizce elele, alana yürüyoruz. Aramalardan geçip, partimizin açtığı beyaz ay yıldızlı bayrağımızın yanında yerimizi alıyoruz. Cumhuriyet Halk Partili dostlarla kucaklaşıyoruz.
Alan oldukça kalabalık. DİSK, HAK İŞ, KESK, TÜM EMEKLİ SEN, HİZMET İŞ, ÖZÇELİK İŞ, EĞİTİM SEN, değişik sivil toplum kuruluşları ve partiler alanı doldurmuşlar.
Kokteyl partisi gibi, gruplar birbirini ziyaret edip, ayaküstü sohbete ve şakalaşmaya başlamışlar. Basın ve gazeteciler hazırlanan platformun alt basamaklarında yerlerini almışlar. Sedat ayrı gruplarla takılırken ben de eğitimci gruplara katıldım. Güzel bir bahar sabahıydı, denizin kokusu alana dek geliyordu. Martılar çığlık atarak özgürce kanat çırpıyorlardı…
Platformda hazırlıklar telaşlı bir şekilde sürüyor.
Mikrofon cızırtıları duyuldu. Alanda sohbet edenler, gruplarına doğru yöneldiler…
1 Mayıs kutlaması, alandaki kuruluşlar ve partiler tek tek selamlanarak başladı. Tüm şehitler adına saygı duruşu yapıldı.
Sonrasında İstiklal Marşı coşkuyla okundu…
Platformun tam önündeyiz. Platformun arka kısmında iki polis, tam benim görüş alanımdalar. İstiklal Marşı okunurken polislerden biri ayakta hazırolda, diğeri oturuyor yerinden kımıldamıyor bile. Bütün vücudumu büyük bir öfke kapladı. Gidip iki tokat atacağım. Yerimde zor duruyorum. Bu ne saygısızlık, bu ne aymazlık. İstiklal marşı sona erdikten sonra, Sedat’a bu durumdan çok rahatsız olduğumu anlattım. Hemen gitmeme izin vermedi.
“Şimdi bir rahatsızlık çıkarmayalım. Sonra gerekeni yaparız,” diye yatıştırdı.
Konuşmacıları duymuyorum neredeyse. İçten içe polislerle hesaplaşıyorum. Bugüne dek içimde biriktirdiğim polis öfkesini ona yöneltiyorum.
Anayasal hak olan gösterilerde, kadınların saçlarından tutup sürükleyişleri geliyor gözlerimin önüne. uluorta acımasızca tekmeledikleri sahneler, gelip yerleştiler gitmiyorlar, gözlerimi kapatıyorum, açıyorum yine aynı sahneler. Onlara gidip hadlerini bildirip insanlığa çağırmak istiyorum. Zorsa zor, bunlar yapılmalı. Durduğum alanda hayalet olmuş, polis tarafından haksızlığa uğramış her insanın intikamını alıyordum. Bir savaşa tututşmuştum…
Sedat’ın seslenmesiyle kendime geldim. Konuşmalar bitmiş. Alandakiler birbirleriyle vedalaşıp alandan ayrılmaya başlamışlar bile. Biz de eş dost vedalaşıp ayrıldık.
Ben platforma doğru ilerledim. Merdiven basamakları yüksekti. Eşimi bekledim. Benim bu davranışım ve ısrarımdan son derece rahatsız, yine de kolumdan tutarak merdivenleri çıkmama yardım etti. Platforma çıktık. Ben polislerin durduğu yere doğru ilerledim. Polisler gitmişti. Gittim durdukları yere… Gördüklerimden pek de memnun kalmadım. Ayakta gördüğüm polis platformun üstündeyken, oturur gördüğüm polis aşağıda kot farkından, oturur gibi gözüküyormuş.
Yepyeni bir güneş doğar, dağların doruklarından,
Mutlu bir hayat filizlenir, kavganın ufuklarından.
Yurdumun mutlu günleri, mutlak gelen gündedir.
Gel bakalım, tüm o kötü sözleri, yel değirmeniyle savaşır gibi savaştığın, tüm öfkeni boşalttığın, önyargı yanlışını nasıl geri alacaksın… Gıyabında nasıl özür dileyeceksin, öfke şimşeklerini fırlattığın o polisten…