25 KASIM 1960
İnsan topluluğu kadın ve erkek denilen iki cins insandan mürekkeptir. Kabil midir ki, bu kütlenin bir parçasını ilerletelim, ötekini ihmal edelim de kütlenin bütünlüğü ilerleye bilsin. Mümkün müdür ki, bir cismin yarısı toprağa zincirlerle bağlı kaldıkça öteki kısmı göklere yükselebilsin. Ey kahraman Türk kadını, sen yerde sürünmeye değil, omuzlar üzerinde göklere yükselmeye layıksın. “Kemal ATATÜRK”
Öncelikle niçin 25 KASIM KADÍNA YÕNELİK ŞİDDETLE ULUSLARARASÍ MÜCADELE GÜNÚ olarak ilan edilmiş onu öğrenelim: Mirabel kardeşleri tanıyor musunuz? Bundan 55 yıl önce, 25 Kasım 1960’da, Mirabel kardeşler diye anılan üç kadın, Dominik Cumhuriyeti'nde bir kazaya kurban gitti. 25 Kasım günü arabalarından zorla indirilerek tecavüz ve işkenceyle katledildiler ve bu katliam kayıtlara "araba kazası" olarak geçti. Birleşmiş Milletler’in 25 Kasım'ı Kadına Karşı Şiddetle Mücadele Günü ilan eden 1999 tarihli metninde de bu kaza süsü verilmiş vahim olay "kaza" olarak belirtildi. Bu üç cesur kadının suçu, yine Birleşmiş Milletler'in raporuna göre, Turijillo rejimine, diktatörlüğe karşı direnişin sembolü haline gelmiş olmalarıydı. Politik aktivist Mirabel kardeşler, ülkelerinde siyasal özgürlük için kararlılıkla mücadele ederek Latin Amerika'daki diktatör Rafael Leonidas Trujillo'ya meydan okudukları için diktatörlük tarafından zulme uğrayarak yaşamları boyunca birçok kez gözaltına alındı, işkence gördü ve gözaltındayken tecavüze uğradı. O kadar cesur ve güçlüydüler ki diktatör Turijillo, üç kız kardeşin öldürüldüğü Kasım ayının başlarında, en büyük iki probleminin Kilise ve Mirabel kardeşler olduğunu ifade etmişti. 25 Kasım'da, hapishanedeki eşlerini ziyarete giderken, bütün suçları devletin başındaki diktatöre karşı gelmek olan Mirabel Kardeşler, kaza süsü verilerek öldürülerek bu suçun bedelini canlarıyla ödediler.1999 Yılında Birleşmiş Milletler bu tarihi, Uluslararası Kadına Karşı Şiddetle Mücadele Günü olarak kabul etti ve bünyesindeki ülkeleri bu konuda çalışmalar yapmakla yükümlü kıldı. Efsaneleşen Mirabel kız kardeşlerden birinin kod adının “Kelebek” olduğu için o günden sonra bu üç kız kardeş tüm dünyada "Kelebekler" adıyla anılır. Nitekim bir best-seller yazarı olan Julia Alvarez, Mirabel kız kardeşlerin hayatını anlattığı romanını “In the Time of The Butterflies” (Kelebekler Zamanı) adı altında yayımlaması, bu üç kızkardeşin kelebekler olarak tanınmasını daha da yaygınlaştırır. 25 Kasım 2000’da Mirabel Kardeşlerin cesetleri kadın örgütleri tarafından doğdukları köy olan Salcedo'da Ojo de Agua’ya taşınmıştır.
TARİHTE TÜRK KADINLARI…
Buradan yola çıkarak tarihte Türk kadınlarının, değişik dönemlerdeki var olma mücadelelerini hikâyecikler (anekdotlar) halinde siz değerli okuyuculara sunacağım. İlki, okuma mücadelesi vererek Osmanlının ilk kadın doktoru olan SAFİYE ALİ’nin öyküsü. Bu öykü çok dikkatimi çekti. Bu öyküye Sürekli Tıp Eğitim Dergisi’nin 3 Mart 1997 tarihli sayısında Dr. Taha Toros Bey’in yazısında rastladım. Bunu üzerine Safiye Ali, ile ilgili araştırmalar yaptım, yeni yeni bilgilere ulaştıkça Safiye Ali’lere olan saygım bir misli daha arttı. Çünkü ülkemizde Safiye Ali’ler çoğaldıkça çağdaşlaşma yolunda daha ciddi mesafeler alacağımıza inanıyorum.
Yurdumuzda bazı mesleklerde kadınların boy göstermesi kolay olmadı. Bunun karmaşık bir geçmişi var. Bu karmaşık geçmişten savaşların doktoru Safiye Ali’yi tanıyalım.
Safiye Ali 1891 yılında İstanbul’da dünyaya geldi. Babası, Padişah yaverlerinden Ali Kırat Paşa; annesinin babası yani dedesi, Mabeyn Müşiri Hacı Emin Paşa’ydı. Safiye Ali, küçük yaşta edebiyata, musikiye ve yabancı dillere meraklıydı. Daha 16 yaşındayken İngilizce, Fransızca, Almanca, İtalyanca ve Rusça bildiğini cenazesi töreninde konuşan Dortmund Üniversitesi’nin Rektörü Prof. Lehmann söylüyordu.
Safiye Ali, ailesi tarafından titizlikle yetiştirilmişti, 1916 yılında, Arnavutköy Amerikan Kız Koleji’ni birincilikle bitirmişti. Küçük yaştan beri doktor olmak istiyordu. 1914’lere doğru kızlar için Sanayi-i Nefise mektebi *( 1 Ocak 1882’de kurulmuş ve bugünkü Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi adıyla eğitime devam eden sanat okuludur ve Türkiye’nin ilk güzel sanatlar okuludur. Kuruluşunda ki resmi adı, Mekteb-i Sanayi-i Nefise-i şahane’di. Daha sonraki yıllarda bu okulun ismi 1928’de Güzel Sanatlar Akademisi’ne dönüştürüldü.) açılması, ardından üniversiteye kız öğrenci alınması teşebbüsleri, Türk kadınlarının yüksek eğitim ve meslek sahibi olmalarının başlangıcıdır. Türk kızlarının üniversite de eğitim görmeleri sağlanmıştı ama her meslekte bu mümkün değildi, hele hele tıp alanında.
İşte bu yüzden Safiye Ali üniversiteyi Osmanlıda okuyamamış, dönemin Maarif Nazırı Şükrü Bey’in desteği ile Almanya’ya Würzburg şehrine tıp tahsiline gönderildi. Almanlar, ilk defa üniversitelerinde bir Türk kızı görüyorlardı. 1921 Haziranı’nda kadın ve çocuk hastalıkları uzmanı olarak mezun oldu. Aynı fakültede bir yıl asistan olarak çalıştı. Müslümanlığı kabul ederek adını Ferdi Ali’ye dönüştüren göz doktoru Krekeler ile evlendi. Anayurda dönerek doktorluğa başladı ve ilk kadın Türk doktorumuz oldu. Dr. Safiye Ali, Uluslar arası kongrelerde üç kez Türkiye’yi temsil etti. Tıp alanında sayısız hizmetleri oldu. İkinci Dünya Savaşı sırasında Almanya’da yaptıkları hizmetler unutulmadı. 5 Temmuz 1952 yılında Almanya’nın Dortmund şehrinde kanserden öldü.
Dormund halkı bu hazin cenaze törenine katıldılar. Rektör, uzun bir konuşmayla, Safiye Ali’nin o karanlık savaş yıllarında Dortmundlulara yaptığı olağanüstü hizmetleri anlattı. Günümüzde Safiye Ali’nin açtığı yoldan Türk kızlarımız tıp dünyasında harikalar yaratmaktadır.
Kurtuluş Savaş’ı sırasında yurdumuz insanlarının kahramanlık öykülerini yazmaya kalsak sayfalar yetmez. Ben bunlardan sadece bir tanesinin öyküsünü tarihin sararmış yapraklarının arasından alıp meraklısı olan değerli okuyuculara sunuyorum.
Düzenli Türk ordusunun Yunan ordusunu yenmesini sağlayan en temel unsur, cepheye zamanında taşınan, askere ulaştırılan cephanedir. Tüm gençlerin, sağlıklı erkeklerin cephede olduğu Anadolu’da her türlü malzemeyi kim taşıdı? Bu sorunun cevabı çok basit. Kar, kış, soğuk demeden kağnıları çamurda, batakta yollara vuran Türk kadını taşıdı. Bu kahraman kadınların doğurduğu çocuklar taşıdı. Yollarda doğaya yenik düştüler, dondular, öldüler ama ayakta kalanlar gözyaşlarını acılarını içlerine gömdüler ve malzemeleri yerlerine ulaştırdılar. Değerli okurlar, Kurtuluş Savaşı kazanıldıysa işte bu kahraman kadınlarla kazanıldı.
İşte Kastamonu’da Kışla önünde donan kahraman Türk anası Satı köylü Şerife ve emzikli kızı Sıdıka’nın öyküsü gerçek bir destandır. Bu öykü Erol Mütercimler’in “Bu vatan Böyle Kurtuldu “adlı eserinin Nurettin Peker’in anıları adlı bölümde yer almaktadır.
1921 -1922 kışı çok uzun ve sert olmuştu. Ankara yolunda ki dolu kafileler arasında doğal sayılan don hadiseleri yalnız kendi çevrelerinde birere destan olurken, bu hadise kahramanlarından bir tanesi şehrin kapısı sayılan Kışla önüne kadar gelmiş, taşıdığı yükü canı pahasına menziline ulaştırmıştır.
1921 Aralık ayında birdenbire bastıran kar, yolları kapamış, cepheye giden taşıt kolları geceye kalmadan yakın hanlara, köylere sığınmışlardı. Ancak bir tanesi o gece kar tipisine rağmen vatan aşkı ile ancak Kastamonu Kışlası’nın önüne kadar gelebilen cephane yüklü bir kağnı arabasının yanına ilk gidenin gördüğü acı manzara çok dehşetti.
Hadiseyi görenin kışlaya haber vermesi ile Menzil Mıntıka Müfettişi Osman Bey, derhal merkez Komutanı askeri postabaşı muavini Devrekânili Cemil ve Beşiktaşlı Rıfat çavuşlar olay yerine geldiler.
Her nasılsa kafileden geri kalmış genç bir kadının cephane yüklü kağnısı ile yorgun argın bir halde ancak Kışla önüne kadar gelebildiği ve şehre girmek nasip olmadan şose kenarında sabaha karşı donduğu anlaşılmıştır. Öküzleri geviş getiren bu kağnı arabasında ki yükü korumak için üstüne yorganını örten bu genç kadının bir elinde üvendire, kollarını açarak yorganın üzerine abanarak kaldığı vazifeliler tarafından görülmüştür.
Rıfat Çavuş, öküzleri koşarken Cemil Çavuş da şehidin üzerinde ki karları süpürmüş ve her ikisi de gözyaşı dökerek kollarından ve bacaklarından tutarak kaldırırlarken yorganın altından birdenbire çığlığı basarak ağlayan bir çocuk sesi işitince şaşırmışlar ve şehir anayı yana çekip hemen yorganı kaldırmışlardır. Gördükleri manzara karşısında şok olmuşlardır.
Otlara sarılı top gülleleri arasına yerleştirilmiş çulların içinde kundaklı bir kız çocuğunun dondan kurtulduğu ve müdahale üzerine uyanarak meme için ağlamaya başladığıdır.
Cephanesi ve yavrusu uğruna kendini feda eden bu kahraman anayı ve yavrusunu arabaya yerleştiren çavuşlar, ağlaşarak gün doğarken Kışlaya geldiler. Bu durumu gören Komutan Osman Bey, bir dakikalık saygı duruşu yaptırarak şehit anaya şükranlarını sundular.
Daha sonra yavruya süt anası ve şehide belediyece kefen masrafı temin edilerek, Kastamonu çevresini iyi bilen Cemil Çavuş şehit anasının kimliğine tespite memur edilmişti.
Cemil Çavuş, yaptığı araştırma sonunda Seydilerli köyünden Şerife kadın ve emzikli kızı da Sıdıka’dır. Daha sonra yıllarda Sıdıka da çocuksuz genç iken ölmüştür.
Bu olaydan sonra Vali Rafet Bey, bir emir yayınlayarak öküzleri zayıf ve kimsesiz kadınlara taşıma yapılmasını yasaklamıştır. Kendisi de, sürekli olarak telgraf başında kalarak tüm kafilelerin eskizsiz ulaşmasını sağlamıştır. Yine bu olaydan ders alınarak Kastamonu’da ki tüm dört tekerlekli arabalar ile sağlam kağnılar toplanmıştır.
Kurtuluş Savaşı sırasında yüzlerce Türk kadını çocuğu yollarda, kağnı kafilelerinde ölmüş ve çoğunun adı sanı belli olmadan gömülmüş ya da nüfus kütüklerine “eceliyle öldü” kaydı düşülmüştür.
İşte canlarını hiçe sayarak bu güzelim yurdumuzu bizlere emanet eden bu yüksek ruhlu Türk kadınlarını unutmak mümkünmüdür. Kadına bugünkü değerini veren siyasi, sosyal, kültürel ve ekonomik haklarını veren onu özgürlüğüne ve insanca yaşama kavuşturan, büyük önderimiz MUSTAFA KEMAL(ATATÜRK) ve kurduğu Cumhuriyet rejimidir. Cumhuriyet rejimi demokrasi kültürü ile beslendikçe, yurdumuz insanları, dünya toplumlarına örnek olacaktır.
Faydalanılan Kaynaklar
Sürekli Tıp Dergisi
Bu Vatan Böyle Kurtuldu
(Erol Mütercimler)
İstiklal Savaşı
(Nurettin Peker)