İçimden sesimin yettiği kadar bağırmak geliyor.
Boğazımdaki tüm damarlar belirinceye, avurdum patlayıncaya, kıpkırmızı kesilip cırlavuk kuşu gibi düşüp bayılıncaya kadar bağırmak… Çünkü terennüm işitilmiyor; fısıltı, geçirdiğim öfke nöbetleri için pek bir cılız kalıyor. O yüzden Kahramanmaraş’ta herkesin iyice işiteceği bir yerden, kollarımı iki yana açarak bağırmak istiyorum.
“Göz” derlerdi tatlı suyun kaynağına Maraş’ta. Bu deyim hep tuhaf gelmiştir bana… Kaynağına göz deniyorsa bir ırmağın, suyuna da gözyaşı denmeli. Hüngür hüngür ağlıyordu Maraş öyleyse… Biz kana kana içelim diye herhalde. Galiba ağlamaktan- biçare düştü Maraş, kupkuru kurudu tüm göz pınarları. Artık çağlamıyorlar nitekim, en fazla sızıyor, hatta damlıyorlar.
Dün Fırnız yandı…
Hani şu kükrer gibi çağlayan Fırnız. Çocukken, kapılır giderim diye korkup yüzmeyi can havliyle öğrendiğim sulak alan, oynaştığım ağaçlar, hepsi, hepsi yanıp kül oldu. Biri mi yaktı? Yoksa kendiliğinden mi yandı? Bu soruların cevabını kimse bilmiyor. Bildiğimiz tek şey, 100 hektara yakın ormanlık arazinin yandığı. 100 hektar sizce ne kadar bir yerdir? Doğukent Mahallesi kadar geniş bir bölge. Yani tam 100 bin ağacın sığacağı kadar bir alan. Üstelik oradaki ağaçların her biri ortalama 40 – 50 yaşında. Bugün yeniden fidan diksek, o alanı tamamen ormanlaştırmamız en az bir yılımızı alacak. O fidanların ağaç olması ise 50 yıl!
Şehrimiz cayır cayır yanıyor…
Sularımız yavaş yavaş çekiliyor…
Havamız süratle ısınıyor…
Peki şimdi ne olacak? Ne yapacağız da bir kısmını yıkarak, bir kısmını yakarak, bir kısmını kurutarak gayya kuyusu haline getirdiğimiz bu şehri eski günlerine döndüreceğiz? Olmaz ya, bir tek Allah kulu şu satırlara dikkat kesilip okuyorsa ümit vereyim, içini karartmayayım diyeceğim, diyemiyorum. Yalan söyleyemem ya!
Gerçek şu değerli okur, artık hiçbir şey yapamayız! Hicaz’dan üstümüze koşa koşa gelen bir sıcak hava kütlesi var. Bu kütle, Kahramanmaraş ile birlikte Akdeniz’in doğusuna adeta çökmüş durumda. Önceden, Kahramanmaraş’ın coğrafi mirasının bununla savaşacak gücü vardı. Fakat şehrin tüm iklim silahlarını tarumar ettik. Nehirleri kirlettik, atıkları gelişigüzel attık, ağaçları kestik, sularımızı şirketlere sattık… Bu şehri bile bile kendi ellerimizle cehenneme çevirdik. Artık bu işin dönüşü yok!
Ve kodamanlar size sesleniyorum: Bu saatten sonra memleketin her tarafına yenilebilir enerji yatırımı da yapsanız nafile! Millete akşam sabah vaaz verdiğiniz halde siyah Passat’ınızla “kimsecikler görmeden” dağın tepesinde lakır lakır içip şişelerini memleketin ışıklarına doğru fırlatmasanız da o ormanlar, o iklim, o tabiat geri gelmeyecek artık! Devletin verdiği teşvikleri alıp alıp filtre takmadığınız bacalarınıza isterseniz ot tıkamayı deneyin! Na-fi-le!
Kahramanmaraş’ın 20 yıl içinde nasıl çölleştiğini hep beraber seyredeceğiz.
Söylemişti dersiniz.