Kızılay kurumu 1.Dünya Savaşı ‘n da esir mektuplarını arşivinde saklayıp, bugünler de gün ışığına çıkardı.
İstanbul Sirkeci Gar’ında bulunan sergide sizi tavandan tabana doğru inen birbirlerine tellerle bağlı bir göçmen kuş sürüsünü andıran A4 ten karton baskıları yapılmış her dilde mektuplar karşılıyor. İnanılmaz bir sunum olmuş, gideceği yere ulaşamayan, hasret, sevgi, ilgi, alaka yani ki mektuplarda ne varsa havada kalmış. Ulaşamamış gideceği yere onlarca, yüzlerce mektup.
Üstelik bunların esir mektupları olduğunu düşünürsek durum sanırım biraz daha dramatik oluyor. Mektuplara yakından baktığımda çoğunluk Arapça bunun yanında İngilizce ve diğer dillere mensup namelerde vardı. İnsanın gözleri buğulanıyor, o zamanın şartlarında çekilmiş fotoğraflar duvarda asılı.Kıyafetler sefaletin göstergesi. Sadece bizimkilerin mektubu değil, bizdeki esirlerin mektupları da gidememiş.Ulaşamamış anneciğine,babacığına,sevdiceğine ya da çocuklarına.
Güzel yaşamk varken nedir bu açgözlülük ! Nedir bile bile sefalet.Savaş iyi bir şey değil Azizim !
İnsana insanın dostluğundan bahsedin. Kötülüğü herkes yapıyor şu zamanda.
Sergi salonundan içeri girince sağlı sollu iki oda vardı. Birinde videoda 1.Dünya Savaşı ve esirleri anlatılırken diğerinde mektup manalarını anlatıyordu.200000 esir vermişiz.Savaşta en çok şehit veren 2.ülkeyiz.Birinci Hindistan.
Esirlerin tel örgüler ardında çekilmiş resimleri var. Yüzlerinde bir hoş gülümseme var, bizimkilerin.Eller cepte gördüm çoğunluk.Umutla umutsuzluk arası bir çizgi miydi bu anlayamadım?
Holde bazı mektuplar orijinal yazımı ve Türkçe çevirisi vardı. Bir baba oğluna para göndermek istiyordu. Bir anne ölmemiş fakat esir olduğu için sevinen bir anne mektubu vardı. Daha niceleri vardı. Yavuklusuna yazan, özlem dolu mektuplar…
Sonra “Yas Odası”’na geçtim. Kenarda duran feneri alıp, karanlık odaya girdim.Sağlıkçı malzemeleri, çeşitli su mataraları, üniformalar,eskimiş bir postal,eski lastik ayakkabı, iğne kutuları,sargı bezleri, yırtılmış ve eskimiş fotoğraflar,esirin yaptığı boncuktan uzun ince bir yılan, birkaç mektup… Yokluğun her çeşidi var.İnsanın boğazı düğümleniyor.Aklıma Kurtuluş Savaşı’nda oğluna morfin vermeyen ve ölmesine sebep olan doktor baba geldi.Yarası hafif olana morfini yapıp tekrar savaşa gidebilsin diyerek,kendi öz oğlunun yarası çok ağır ve ölecek olduğu için vermemişti.Yani “vatan kolay kazanılmadı.” Altını bir daha çizmek istedim.
Türk Milleti Atalarına minettardır.Ruhları şad olsun.
Yas odasından çıkıp, feneri yerine bıraktım .Anı defterine birkaç kelam etmek için oturdum.Öyle duygulanmıştım ki, defterde temiz sayfaya ulaşmaya çalışırken bir yandan mendilimi çıkardım.Düşünüp içselleştirdikçe gözyaşlarıma mani olamıyordum.Allah’ım ne kutsal, ne mübarek topraklarda, ne anlamlı bir bayrağın gölgesinde yaşıyorum.
Ve yazım bitince Gar’ın arka bahçesine çıktım.
Kucaklamak geldi tüm ülkemi bu minnet duygusunu bulaştırmak için bir kez daha.
Kalın Sağlıcakla…