Yaz aylarını, serin yaylalara sahip olduğu için Konya ve Karaman'da geçiren Yörükler, kışın gelmesiyle birlikte ılıman iklimin etkili olduğu Mersin'in yolunu tutuyor.
Zorlu yolculuk öncesi evi bildikleri çadırları söken, yufka ekmek, peynir ve yoğurt hazırlayan Sarıkeçililer, eşyalarını yükledikleri develeri ve tek geçim kaynakları olan keçileriyle Torosların engebeli yollarını arşınlıyor.
Yolculuk boyunca birçok yerde konaklayan Yörüklerin son durağı, Gülnar ve Silifke ilçesindeki ormanlık alanlar oluyor.
Konargöçerlerden 4 kişilik Uçar ailesi, bir aylık yolculuğun ardından vardıkları bin rakımdaki Taşoluk Yaylası'na çadırlarını kurdu.
Anne 60 yaşındaki Hatice Uçar, gününü, çadırı temizleyip yemek yapmakla geçirirken eşi Ali Uçar da (62) hem kendileri hem de hayvanları için su bulma telaşına girişiyor.
Ailenin 22 yaşındaki kızı Fatma Dilekmen ile kocası Mustafa Dilekmen de (23) develer ve keçileri otlatmak için mesai harcıyor.
"ÇADIRDA DOĞDUK, BÜYÜDÜK, BAŞKA BİR YERİMİZ YOK"
Anne Hatice Uçar, çadırında ağırladığı AA muhabirine, konargöçer yaşamın güzellik ve zorluklarını anlattı.
"Çadırda doğduk, büyüdük, başka bir yerimiz yok." diyen Uçar, "Hayatta kon-göç, kon-göç yaparak uğraşıyoruz. Bazen bir yerde 3, bazen de 5 ay oturduğumuz olur. Mallarımızla develerimizle uğraşıp duruyoruz Allah'a şükür." ifadelerini kullandı.
Yaşadıkları en büyük zorluğun, hayvanlarının, başka insanların bahçelerine girmesini engellemek olduğunu söyleyen Uçar, gece sık sık kalkıp hayvanlarını kontrol ettiklerini kaydetti.
Uçar, sıkıntılarına rağmen göçerliği sevdiğini vurgulayarak, şöyle konuştu:
"Ürünlerimizi, yoğurdumuzu, peynirimizi yapıyoruz. Yarısını satıyoruz, yarısını kendi ihtiyaçlarımız için kullanıyoruz. Ben artık sonuma geldiğimi düşünüyorum, bizim iş bitti. Allah izin verdiği kadarıyla yapacağım. Kendi evim var da gidip oturmadık, orada duramayız. Böyle görmüşüz, kon-göç yaparak zaman geçiyor. Doğmuş, büyümüşüz bunu görmüşüz, eller gibi rahatlık görmedik. Buraya gelen bazı kişiler 'Sen burada nasıl vakit geçiriyorsun?' diyor. Bana hiçbir zorluğu yok, var da yok. Zorumuza gitmiyor. Allah'ım sadece sağlık versin, hasta olmayalım. Bu dağda hasta olsan ne yapacaksın, dursan duramam, hastane yok. Sağ olsun dostlarımız var onlar bakıyor, yardımcı oluyorlar."
"BU BENİM MESLEĞİM, EKMEĞİM"
Baba Ali Uçar da yarım asrı aşan hayatı boyunca yollarda olduğunu, yolculuklarında her zaman bildikleri güzergahları kullandıklarını kaydetti.
"Bu benim mesleğim, ekmeğim. Ekmeğime hiçbir zaman kötü diyemem. Mallarımız Allah'ın verdiği bir nimettir." diyen Uçar, işini severek yaptığını söyledi.
Torosların ve ormanların koruyucusu olduklarını dile getiren Uçar, şunları anlattı:
"Aslında dağın bekçileri, ormancısı biziz. 24 saat, gece ve gündüz ormanın içerisindeyiz. Ne olursa olsun devletimize, kanunlarımıza bildirmek zorundayız çünkü burada bir şey olsa ve seslenmesem sorumlusu ben olurum, göz yumamam. Hele ormanı yakana ben çok gıcığım çünkü ormanlar kül oluyor, dağılıp gidiyor. Benim için, 'Keçi besliyor o yüzden ormana destek oluyor.' diyen olur. Kıl keçinin yayıldığı ormanda bir şey olmaz, yerse ağaçların eteğinden yer, ağaçlar gene yetişir. Türkiye kuruldu kurulalı kıl keçisi var ama bu kıl keçisinin kuruttuğu bir orman yoktur ama yangınlar dağlarımızı, ormanlarımızı kül ediyor."
Çadırda doğup, büyüyen Fatma Dilekmen de zorluklarına rağmen geleneğini sevdiğini söyledi.
Mersin'e bir aylık yolculuğun ardından vardıklarını aktaran Dilekmen, şöyle konuştu:
"Göçmemize yakın sütümüzü, yoğurdumuzu, peynirimizi yaptık. Eylül ayının sonuna doğru çadırımızı, eşyalarımızı toparladık. Sonra göçmeye başladık. Konarak, göçerek, dinlenerek vakit geçiriyoruz. Her yeni yere vardığımızda aynı şeyleri yapıyoruz. Çadırımızı kuruyoruz, eşyalarımızı düzenliyoruz, yatağımızı, yorganımızı, çayımızı, çaydanlığımızı çıkarıyoruz. Her zaman her yerde aynı işleri yapıyoruz. Yaz, kış demeden, doğma büyüme böyle gidiyor."
Dilekmen, gününün büyük kısmını hayvanları otlatmakla geçirdiğini, güneşin doğuşuyla başlayan işinin, güneşin batışıyla bittiğini belirtti.