Dünya halk hikâyelerinden uyarlanmış en iyi 10 korku filmi
Bir toplum içinde, ortak gelenek, görenek, davranış ve uygulamalardan oluşan bir kültürel düzende yaşayan insan topluluğudur “halk”…
110
1. Nosferatu (Almanya – 1922)
F.W. Murnau’nun yönettiği Drakula‘nın Alman versiyonu olan Nosferatu, şüphesiz listedeki en eski film. Alman dışavurumcu sinemanın en popüler filmi olan yapımda canavar rolünü bürünen aktör Max Schreckizleyicilerin hafızalarında uzun süre yer eder. Kafalardaki vampir imajını görsel olarak kuran ilk filmdir.
Murnau’ya göre Schreck’in doğal hali, çirkinliği Nosferatu rolü için biçilmiş kaftandı. Abartılı göz makyajı, sahte dişler ve tırnaklarla Nosferatu, kente veba hastalığını taşıyan farelere benzetilmişti. Senaryosu Bram Stoker’ın Drakula romanına dayanan filmin yapım şirketi Prana, Stoker’ın dul eşi tarafından açılan davayı kaybedince filmin kopyalarının çoğu imha edilmişti. Murnau, filmini Drakula’dan farklı bir sonda bitirerek yaptığı intihali önlemek istemişti. Gün ışığının vampirleri için ölümcül olduğu miti de böyle doğdu. Pek çok vampir filmine yıllarca ilham kaynağı olan film, bu alt korku türünün başlangıç noktası olarak gerçek bir klasik. 1979 yılında Werner Herzog’un tekrar beyaz perdeye aktardığı, Nosferatu the Vampyre, ilk filme saygı duruşu niteliğindedir.
210
2. Day Of Wrath (Danimarka – 1943)
Carl Theodor Dreyer’nin Day of Wrath (Gazap Günü) küçük bir kasabayı merkezine alarak, Orta Çağ döneminin cadı paranoyasını işler. Doğrunun ve yanlışın arasındaki farkın flulaştığı bir hikâyede, aşk olgusu da kullanılarak, izleyiciye, olayları sorgulama olanağı verir ama bazı şeylerin göründüğü gibi olmayacağı mesajını da ulaştırmayı ihmal etmez. Cadı olmakla suçlananlara itiraf etmeleri için işkence etmek, itiraf edenleri ruhları kurtulsun diye yakmak ve itiraf etmeyenlerin ise işkence altında ölmesi izleyiciye dayanması zor bir seyir sunar. Bu işkenceler, kutsal insanlar (kilise) tarafından, ulvi amaçlar için yapılır ve bu yakma ritüeline kasaba halkının da ilahiler söyleyerek katılır. Orta Çağ’da şifacı olan birçok kadının cadı damgasıyla yakıldığı gerçekliğinden yola çıkan Yönetmen Dreyer, taraf tutmayarak, o dönemde yaşıyormuşçasına bize sunar. Dreyer, filmin sinematografisinde, ünlü ressam Rembrandt’tan ilham almıştır.
310
3. The White Reindeer (Finlandiya – 1952)
Gerçek bir Fin halk hikâyesinden uyarlanan filmde cadının kızı olan Prita’nın annesinin güçlerini devralması anlatılır. Bir şamanın yardımıyla kız kötü güçlerden arınarak beyaz bir ren geyiğine dönüşür. Finli avcılar bu beyaz geyiğe büyük ödül olarak bakmaktadırlar. Prita, tüm avcıları çeşitli şekillerde avlayarak onları öldürür.
Filmde Finlandiya’nın geniş, büyük beyaz kar çölünde, mitolojik ve fantastik öğelerine rastlarız. Hikâyede geyik, Kurt Adam’ın gücünün cinselliğe dönüşmüş bir metaforudur.
410
4. The Night Of The Hunter (ABD – 1955)
1930’larda Amerika’da başlayan Büyük Buhran’ın etkileriyle Charles Laughton’ın yönettiği ilk ve tek filmdir. Filmin ticari başarısızlığı Laughton’u fazlasıyla etkilemiştir. Eğer The Night of The Hunter’dan başka filmler daha çekebilseydi, başarılı bir auteur yönetmen olabilirdi.
Filmin konusu şöyledir: İki kişinin öldüğü bir soygunun faili olarak Ben, idam cezasına çarptırılır. Çalınan para ortaya çıkmamıştır, çünkü Ben, tutuklanmadan önce parayı sadece küçük oğlu John’un bildiği bir yere saklamıştır. Sağ ve sol kollarında “Sev” ve “Nefret et” yazılı dövmeler bulunan ve çeşitli suçlar işleyen rahip Powell, Ben Harper’ın hücre arkadaşıdır ve paranın peşindedir. Tüm denemelerine rağmen paranın yerini öğrenemeyen rahip, Ben’in uykusunda sayıkladığı bir cümleden yola çıkarak paraya ulaşmaya çalışacaktır.
Hikâye karanlıktır. Rahibin paraya olan açlığı onu korkunç şeyler gerçekleştirecekmiş gibi gösterir. Filmin ekspresyonisttik tarzı, onu diğer kara filmlerden farklı kılar. Zorlama perspektif, gölge ve ışık kullanımı, çocukların gece gördükleri şelaleden düşme rüya sahnelerine benzemektedir.
510
5. Blood And Roses (Fransa – 1960)
Filmde kıskanç bir genç kızın ve ailesinin öyküsü anlatılmaktadır. Carmilla’nın ruhu vampir atası Millarca Carnstein tarafından ele geçirilmiştir. Kana susamış Carmilla için kuzeninin nişanlısı güzel Georgia’dan daha iyi bir seçenek yoktur. İlk lezbiyen vampir filmi olan Blood and Roses, Joseph Sheridan Le Fanu´nun Carmilla adlı kitabından uyarlanmıştır. Aynı öykü 1970’te The Vampire Lovers adlı filmde de kullanılmıştır.
610
6. Black Sunday / Mask Of Satan (Italya – 1960)
Mario Bava’nın, uluslararası korku arenasında bilinen en iyi filmlerinden olan Black Sunday, Nikolay Gogol’un Viy adlı Rus halk efsanesinden uyarlanmıştır. Hikâye, 19’uncu yüzyılda kendisini bir anda, tekinsiz bir Moldovyalı topluluk arasında beş parasız bir halde bulan ve vücudu Asa isimli bir büyücü tarafından ele geçirilen mirasçı Katja Vajda’ya (Barbara Steele) aşık olan bir doktoru anlatır.
Senaryo, gizli geçitler, lanetli aileler ve ani ölümlerin alışılageldik bir karışımı olsa da Bava, filmin her karesini büyüleyici ve korkunç detaylarla doldurmuştur. Açılış sahnesi kafalarına şeytan maskeleri mıhlanmış cadıların son derece acayip idamıdır. Film mezarlarından sürünerek insanları katletmeye giden vampirler gibi pek çok unutulmaz korkunç görüntüyle doludur. Bolca siyah-beyaz görüntünün yanı sıra, korkutucu müzik ve içinden kan fışkıran çamur sahneleriyle Black Sunday, İtalya’dan çıkmış en iyi gotik korku filmi.
710
7. Onibaba (Japonya – 1964)
Onibaba, Kaneto Shindo’nun yönettiği Japon halk korku hikâyelerindendir. Japon folklorunda, ihtiyar kadın görünümündeki insan yiyen canavarlara Onibaba adı verilmektedir. Budist bir efsaneye dayanan cinsellik dozu yüksek bu lirik hayalet hikâyesi, fantastik sinemanın dönüm noktalarından birini oluşturur. 14’üncü yüzyıl Japon iç savaşı döneminde köyde yaşayan yaşlı kadın ve gelinine odaklanan film, aslında dönemin ekonomik ve toplumsal sorunlarına de değinmektedir. Yaşadıkları bataklıklarda gelip geçen yaralı askerleri tuzağa düşürerek öldürmeleri, sonra da silah ve teçhizatlarını yiyecek karşılığında satarak geçimlerini sağlamaktadırlar. Bir erkeğin beklenmedik bir şekilde devreye girmesiyle olaylar bir karakter çatışmasına dönüşür. Çekildiği zamanın çok ilerisinde olan bu cesur film, insan doğası, cinsellik Freudyan sembolizm, din, tabu, erdem üzerine ilginç alt metinler barındırmaktadır. Kıskançlığın yıkıcı gücü ve sürpriz sonuyla, Onibaba kolay unutulmayacak filmlerden.
810
8. Viy (Rusya – 1966)
19’uncu yüzyıl Rusya’ndan yazar Nikolai Gogol’ün, halk hikâyelerinden yola çıkarak yazdığı bir oyundan uyarlanan Viy‘in Rus korku sineması tarihinde özel bir yeri var. Genç rahip Khoma, zengin bir bey tarafından ölüm döşeğindeki kızını kutsaması için çağrılır. Fakat konvoy yolda keyif yaptığı için yetişemezler. Bunun üzerine, Khoma’nın eski bir kiliseye kaldırılan cesedin başında üç gece geçirerek kızın ruhunu çalmaya gelecek şeytanları def etmesine karar verilir.
Viy’in en güçlü noktalarından biri o dönemin şartlarına göre kullanılan gerçekçi özel efektlerdir: Uçan tabutlar, gökyüzünde süzülen domuz parçası, şeytan ve canavarların özel makyajları… Korku ve komedi unsurlarıyla harmanlanan Viy, şüphesiz listedeki en benzersiz filmdir. Viy, votka içen iki rahibin konuşmasıyla sona erer: “Küçük bir şişe votka içtim mi, ben bile cadı görmeye başlıyorum.”
910
9. Witchfinder General (İngiltere – 1968)
17’nci yüzyıl İngiltere’sinde iç savaş olanca şiddeti ile sürmektedir. Kral I. Charles yanlıları ile Cromwell yandaşları ülkenin kontrolünü ele geçirmek için kıyasıya çarpışmaktadırlar. Bu bezdirici savaş insanları akılcı düşünceden uzaklaştırmış ülkede batıl inançlar yaygınlaşmıştır. Bu kargaşa ortamında Püriten Kralcılar tarafından bir cadı avcısı olarak görevlendirilen Matthew Hopkins ve yardımcıları köy köy gezerek büyücülükle suçladıkları kişilere çeşitli işkenceler uygularlar. Fırsatçı bir paragöz olan Matthew bir yandan da durumu kendi lehinde kullanarak cebini de doldurmaktadır.
Film İngiltere’de sinemalarda oynadığı zaman “Yılın en şiddet dolu filmi” olarak sunulmuştu. Reklam sloganında ek olarak şu cümle de yer alıyordu; “Çocuklarınızı evde bırakın! Mideniz hassas ise siz de onlarla birlikte evde kalın!” Bazı eleştirmenlerce nihilist bir dünya görüşü, şoke edici işkence ve infaz sahneleri olduğu yönünde eleştiriler almış ve 60’lı yılların en çok konuşulan İngiliz korku filmi olmuştur. Başlarda tepki ile karşılanan film yıllar geçtikçe belli bir hayran kitlesi oluşturarak kült film statüsüne ulaşmıştır. 2005 yılında Total Film dergisi, filmin “Tüm zamanların en büyük korku filmleri” arasında 15. sırada olduğunu belirtmiştir.
Yönetmen Michael Reeves’in 25 yaşında bu filmi nasıl çektiği ise şaşkınlık konusudur.
1010
10. Kuroneko (Japonya – 1968)
Listede Onibaba filminden sonra Kaneto Shindo, antimilitarist, feminist göz barındıran, gotik korku filmi Kuroneko (Kara Kedi) ile bir kez daha karşımıza çıkıyor. İkinci dünya savaşı sonrası Japonya’sının, toplumu felakete sürüklemiş olan geleneksel değerlere eleştirel gözle bakar ve samuray kültünün çelişkilerini ve getirdiği yıkımı da açığa vurur.
Gintoki, derebeylerin savaşı için askere alınmıştır. Dönmeyi beklerken, annesi Yone ve karısı Shipe, oradan geçen bir grup samuray tarafından tecavüze uğrar ve katledilir. Siyah bir kedi, yanan evlerinin enkazının etrafında dolaşır ve ölü bedenlerin yüzünü yalar. O anda ölü bedenler vampir kedi ruhlara dönüşür. Tüm samuraylar intikam almak için lanetlendiğinde; kadınlar, boğazlarını parçalamadan önce perili bambu korusuna çekilirler. Gintoki, savaştan döndüğünde korkak komutanı Mikado’dan ruhları yok etme emri alır. Ruhlar, intikam dürtüsüyle oğullarına ve kocalarına duydukları aşk arasında trajik bir ikilemde kalırlar.
Shindô, Kuroneko’da yalnızca bir korku hikâyesi anlatmakla kalmaz. Film bir korku filminden hiç beklenmeyecek şekilde sarsıcı bir aşk hikâyesi anlatır, Shakespeare’in trajedilerini aratmayacak bir dram da hâkimdir. Keza, daha önce de dediğimiz gibi Kuroneko’nun kaynağı insanın ruhudur. Daha net konuşmak gerekirse, doğrudan vicdanıdır. Aksi halde “intikam yemini etmiş hayaletlerin öyküsü’’ şeklinde tanımlamak yeterli olurdu Kuroneko’yu.