BALCIOĞLU KSÜ'LÜ ÖĞRENCİLERE KONUŞTU

Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi (KSÜ) Milli Kültür Hareketi Öğrenci Topluluğu tarafından “Geçmişten Günümüze Girişimciliğin Türk Kültüründeki Kodları” konulu konferans düzenlendi.

Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi (KSÜ) Milli Kültür Hareketi Öğrenci Topluluğu tarafından “Geçmişten Günümüze Girişimciliğin Türk Kültüründeki Kodları” konulu konferans düzenlendi.

KSÜ Cahit Zarifoğlu Konferans Salonunda gerçekleştirilen konferansın açılış konuşmasını Milli Kültür Hareketi Öğrenci Topluluğu Akademik Danışmanı, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Mahmut Yardımcıoğlu yaptı. Konferansın faydalı olması temennisinde bulunan Doç. Dr. Yardımcıoğlu, katkı sağlayanlara teşekkür etti.

Milli Kültür Hareketi Öğrenci Topluluğu Başkanı Kadir Can Şentürk de kısa bir selamlama konuşması yaparak topluluk faaliyetlerine ilişkin bilgi verdi.

Açılış konuşmalarının ardından Çabasan A.Ş. Yönetim Kurulu Başkanı, Sanayici ve İş Adamı Şahin Balcıoğlu, “Geçmişten Günümüze Girişimciliğin Türk Kültüründeki Kodları” başlıklı konferans sunumunu gerçekleştirdi.

“Başarının en önemli anahtarı sevgidir.” diyen Balcıoğlu, başarı için sadece paranın yeterli olmadığının altını çizdi. Öğrencilerle iş ve ticaret yaşamında karşılaşılan güçlüklere ilişkin deneyimlerini paylaşan Şahin Balcıoğlu, hem iş hayatında hem de özel yaşamda başarılı olmak için hedefler koymak gerektiğini söyleyerek şu konuşmayı yaptı.

“Bu gün burada yapacağımız, bir panel değil, bir konuşma da değil, bugün yapacağımız şeyin adına ne koyacağınızı siz bilirsiniz. Bu bir sohbet toplantısı, sıkılmamaya çalışmanızı istiyorum. Bundan 35 yıl kadar önce bende sizler gibi aynı bu sıralarda oturmuş gelen konuğun anlatacaklarını dinleyip geleceğimle ilgili, hayatımın bundan sonrası ile ilgili neler anlatacak ve ben ne ipuçları bulacağım diye heyecan ile bekliyordum. Bu gün 35 yıl sonra siz değerli kardeşlerime şunlara dikkat edin deme fırsatı sağlayan başta Mahmut hocam olmak üzere tüm yönetici hocalarıma teşekkür ediyorum ki sizinle buluşma fırsatı verdiler bana. Rahat olmanızı rica ediyorum.

Dünyanın nüfusu hızla artıyor.  Bu artan nüfusta her yeni doğan çocuğun istekleri de artarak devam ediyor. Bunun manası şu, sizler için manası; gelecekle ilgili bir iş kaygısı, çalışma kaygınız olmayacak. Her şey çoğalıyor ve sizin için yer açılmış durumda. Ama hayatınızın nasıl olacağını bu standardın nerde olacağına siz kendiniz karar vereceksiniz.  Nedir bu? Kulakları çınlasın coğrafya hocam bize bir gün derste şunu anlatmıştı. Bizim sınıfımızda üç çeşit öğrenci vardı. Birinci çeşit öğrenci arka sıralarda oturan ve dersi kaynatmak için çalışan dersle çokta alakası olmayan hocanın da onlarla çok alakası olmayan arkadaşlarımız. O arkadaşlar şimdi aşağıda güneşin altında kazma kürekle çalışıyor ve evlerinin geçimlerini sağlıyorlardı. İkinci grup öğrenci; ortada oturan öğrenciler ki ben bunlardan biriydim. Biraz öne dönüp hoca ve dersle ilgilenirken bir miktarda arkaya dönüp arkada ki arkadaşlarıyla dersi kaynatmaya çalışan. Ben şimdi güreş olmayan bir sınıfta ders anlatıyorum ve evimin geçimin sağlıyorum, maaşımı alıyorum. Üçüncü grup; onlar önde otururlar ve buraya ders için geldiklerini, buradan öğrendikleri şeyleri hazmetmeye çalışırlar ve sürekli hocaları ile haşir neşirdirler.  Sorular sorarlar, ilk cevabı vermeye çalışırlar, daha enteresan örnekler armaya çalışırlar vs. O arkadaşlarımızın adına okuldan örnekle söylüyordu; Müdür diyorlar aşağıda oturanlara emir verir ve klimalı oda da otururlar. Siz geleceğinizde nasıl yaşamak istiyorsanız, gelecek kaygınız yok, iş kaygınız yok, kazanma kaygınız yok ama bunun yaşam tercihinize nasıl etkili olmasını istiyorsanız buna sizler karar vereceksiniz.

Bugün konumuz girişimcilik. İsterseniz girişimciliği lügat anlamıyla teorik anlamıyla oradan başlayalım.

Sözcük anlamı; başkalarının baktığı ama görmediği fırsatları görüp bunları birer iş fikrine dönüştürebilmektir. Bunları yapan kişiye de girişimci diyoruz. Bir şeye doğru dönmek ona bakmak ve onu görmek değil. Ona bakmak ama başkalarından farklı bakmak, başkalarından farklı görmek, başkalarından  farklı algılamak. Biz kimiz? Girişimciliğin neresindeyiz? Bizler Ergenekon’dan çıkarken dağı eritip çıkma becerisi gösteren insanız. Dünya tarihinde bir başka benzeri olmayan hareket. İnsanların ve dünyanın herkesin bildiği bir doğruyu yarın gemilerin denizde gider hükmünü Fatih Sultan Mehmet Han ile birlikte karadan getebileniz. Böyle bir ırk ve böyle örnekleri sabaha kadar çoğaltmak mümkün ve bu ırkın adına Türk diyoruz. Eğer biz birlikte olmuş isek bu ırktan bahsediyorum, dünyaya hep yön vermişiz. Selam salmışız imparatorluk kurdurtmuşuz. Yürüdüğümüz zaman yedi cihan titremiş ama bazen rehavete kapılmışız ve o zamanda yıkılmışız. Yıkılmamıza rağmen Dünya tarihinde de 16 tane güçlü devlet kurmuş bir ırkız biz. Bu başarılı elde eden bu ırkın çokta güçlü silahları yoktu. Nedir bu başarının arkasında ki gizem, asıl sır? Asıl sır; SEVGİ…

Sevmeden yaptığınız hiçbir iş ama hiçbir iş başarılı olamaz. Sevgiyi bilimsel olarak;

1980’lerin sonunda Einstein’in kızı olan Lieserl; onun yazdığı 1400 mektubu Yahudi Üniversitesine bağışladı. Ve bunu yaparken tek bir şartı vardı: Babasının ölümünün üzerinden 20 yıl geçene kadar, bu mektupların yayınlanmaması. İşte şimdi okuyacağınız mektup da bunlardan bir tanesi. Belki de en kıymetlisi.

Zekasından şüphe edemeyeceğimiz bu önemli bilim insanı, kızına yazdığı mektupta, bilimin, insanın ve hatta evrenin ötesinde bir şeyin gücünden bahsediyor: Sevgi.

İzafiyet kuramını açıkladığım zaman çok az kişi beni anladı, şimdi insanlığa ulaşması için yazacaklarım da bu dünyada yanlış anlaşılma ve ön yargıyla çarpışmaya mahkum.

Mektupları gerektiği sürece korumanı istiyorum, ta ki toplum şimdi açıklayacaklarımı kabul edecek düzeye gelene kadar.

Bilimin açıklayamadığı son derece kuvvetli bir güç var. Bu güç herkesi kapsıyor ve yönetiyor, evrenin çalışmasını sağlayan her olgunun arkasında bile o var ve henüz bizim tarafımızdan tanımlanamadı.

Bu evrensel güç “sevgi”dir.

Bilim insanları, evren için birleşik bir kuram ararken, görülemeyen en kuvvetli evrensel gücü unuttular.

Sevgi ışıktır, onu alıp verenleri aydınlatan… Sevgi yer çekimidir, çünkü insanların birbirine çekim hissetmelerini sağlar.

Sevgi kuvvettir, çünkü bizdeki en iyiyi çoğaltır, ve insanlığın kör bencilliklerinde tükenmemesine izin verir.

Sevgi için yaşarız ve ölürüz.

Sevgi Tanrıdır ve Tanrı sevgidir.

Bu güç her şeyi açıklar ve yaşama anlam katar. Bu bizim çok uzun süredir göz ardı ettiğimiz bir çelişkidir, çünkü…

Belki insanın evrende kendi özgür iradesiyle kullanamayacağı tek enerji olduğu için sevgiden korkuyoruz.

Sevgiye görünürlük verebilmek için, en ünlü denklemimde basit bir yer değiştirme yaptım.

Eğer E=mc2 yerine, dünyayı iyileştirecek olan enerjinin ışık hızının karesiyle çarpılacak sevgiyle sağlanabileceğini kabul edersek, şu sonuca varıyoruz:

Sevgi en kuvvetli güçtür, çünkü sınırı yoktur.

İnsanlığın evrendeki bizim düşmanımız haline gelen diğer güçleri kullanmakta ve kontrol etmekteki başarısızlığından sonra kendimizi başka çeşit bir enerjiyle beslememiz zorunludur.

Eğer türümüzün hayatta kalmasını istiyorsak, eğer hayatta bir anlam bulmamız gerekiyorsa, eğer dünyayı ve içinde yaşayan her duyarlı varlığı kurtarmak istiyorsak, sevgi tek ve biricik cevaptır.

Belki bir sevgi bombası; gezegenimizi harap eden açgözlülük, nefret ve bencilliği tamamen yok edebilecek kadar güçlü bir cihaz yapmaya hazır değiliz.

Buna rağmen her bireyin enerjisini açığa çıkartmayı bekleyen küçük ama kuvvetli bir jenaratör var.

Bu evrensel enerjiyi almayı ve vermeyi öğrendiğimiz zaman sevgili Lieserl, sevginin hepsini yendiğini, her şeyin ötesine geçtiğini doğrulayabileceğiz; çünkü sevgi hayatın en özlü kısmıdır.

Bütün hayatım boyunca kalbimin içinde sana dair sessizce atanları ifade edemediğim için çok derin bir pişmanlık duyuyorum.

Belki artık özür dilemek için çok geç, ama zaman göreceli olduğu için sana söylemem gerekiyor: Seni seviyorum ve nihai cevabı bulduğum için sana teşekkür ederim.

Baban Albert Einstein.

Dünyanın kabul ettiği dâhinin geçte olsa fark ettiği bir şey SEVGİ ve bilimsel bir şey. Bilim ağzıyla anlatılmış bilim lisanı ile söylenmiş bir şey. Sevgi sözcüğü insanın ruhunu okşayan, güzel şeyler düşündüren belki hayale daldınız atlamamışsınızdır. Ben bir kez daha hatırlatmak istiyorum; ‘’Çok geç belki, sana çok kez sevdiğimi söylemedim.’’ diye bir cümle vardı. Lütfen geç kalmayınız. Şimdi biz neredeyiz? Biz selamla devlet kuramayan, kuramaz bir yerdeyiz. Sebebi şunlar ya da bunlar mıdır yoksa sebebini kendimizde mi aramalıyız? Biz sevgiyi unuttuk mu? Bence unuttuk. En son hatırlıyor musunuz? birisine hesabı olmadan, ölçüsü olmadan şartı olmadan bağıra bağıra sevdiğinizi söylediğinizi. Ne kadar zaman oldu? Bence çok uzun zaman olmuştur. Siz gençler gıpta ile batkımız insanlar, maalesef etrafına bakmıyorlar. Herkesin elinde bir telefon ve bunlar yalnızca telefonlarına bakıyorlar. Ve telefonlarında gördükleri şey; sevgi. Siz gençler için sevgi mesajların arkasına yapıştırdığınız sarı kafalar. Sevgi bu değil arkadaşlar. Bakınız sevginin bir başka türüne, adamın biri çıkmış yüz yıllar önce çıkmış, yalnızca ‘’GEL’’ demiş. Üç harften oluşan bir kelime. Seslenmiş, ‘Gel, kim olursan ol yine gel’ diye.  Ve bütün dünya koşarak geliyor. Üç harfe koşarak geliyorlar. Biz diyebiliyor muyuz bunu? Biz şartsız kuralsız bir şey söyleyebiliyor muyuz? Ticarette kurallar vardır. Bir şey alırsınız bir şeyi verirsiniz. Bakkala gidersiniz bir kilo domates alırsınız karşılığında ücretini ödersiniz. Sevgi? Sevgi böyle bir şey değil, sevgi ticaret değil çünkü. Sevgi bilimsel bir şey. İnsanın ruhuyla, beyniyle, kalbiyle, düşüncesiyle, ayağıyla, eliyle, gözüyle, kulağıyla her şeyiyle birlikte yaşaması gereken şey. Yalnızca diliyle, efendim seni seviyorum; yok öyle bir sevgi.

‘’Dost göze hissettirmeden gözyaşı silendir.’’  silebilen varsa eli öpülecek insandır o benim için. Mutlu olmanız, mutlu yaşamanız için başarılı olmanız şart. Sevgiden, başarıdan başka bir şeyle mutlu olabilir misiniz? İnsanların ilk aklına gelen söz, ‘param çok olsun.’ Sahiden paranız çok olsa mutlu olabilir misiniz? Size bir soru, ‘geçen yıl ki milli piyango talihlisinin en büyük ikramiyeyi alan, gazetelerin bir hafta boyu yazdığı günlük faizinin şu kadar diye bir sürü haber yaptıkları milli piyangonun büyük talihlisini hatırlayanız var mı?’  Genelde normal bir hayat üzerinden hiç bitmeyeceği gibi  çok üst seviyede bir para harcama hırsına kapılıp para bittiğinde de geriye döndüğünde geri döndüğü yer onu kabul etmiyor, kendi de oraya dönmek istemiyor. Ve çok perişan hayatlar yaşıyorlar. Çok para her zaman da huzur getirmiyor. Eğer mutlu olmak istiyorsanız size bir reçete söyleyebilirim çok basit. Balkonda gül yetiştirin. Neden biliyor musunuz? Bizim insanımız o kadar hoyratlaştı ki dostu, arkadaşı, kadri kıymeti artık bilmez oldu. Gül çok dikkat ister. Balkona koyduğunuz gülün dibini çapalamanız gerekir. Çok dikkatli yaklaşmalısınız güle. Çok saygılı yaklaşmalısınız. Eğer biraz saygısız davranır da vurdumduymaz dikkatsiz olursanız gül size öyle bir dikenini batırır ki kaç gün boyunca o acıyı unutturmaz. Saygıyla yaklaşırsanız hep güzel kokan bir çiçeği hatırlarsınız. Ama saygısız yaklaştığınız da size kendini çok kötü hatırlatır. Bir şeyi başarmak bir şeyi yapmak bu sizler için derslerinizde de geçerli insan hayatı için yeterli bir başarı öyküsü değil. Bir sınavdan bir dersten 100 üzerinden 100 almanız sizi başarılı kılmaz. 70 alıyor ve sürekli alıyorsanız başarılı öğrencisiniz. Hep 100 alıyorsanız o da başarı ama bir 100 aldınız bir 10 aldınız bir 40 aldınız bir şunu aldınız, hocanızın da kafası karışır, ‘’Kopya çekmeye çekti de kimden çekti. Çoktan dikkat etmiştim halbuki.’’ Başarı devam ettiği sürece başarıdır. Bakın 5 yıl ya da 8 yıl önce bütün evlerimizde Nokia telefon vardı. Babanın başka bir Nokia modeli annenin başka bir Nokia modeli, çocukların başka bir Nokia modeli vardı. Nokia’nın ne kazandığını hiç hesap edeniniz var mıdır? Ben edemedim. Her şehirde 1 tane satılsa, her kasaba da bir tane satılsa, her şurada bir tane satılsa bu yeni çıkan modelden şu kadar ediyor. Yani göz görmeyecek kadar hızlı bir üretim var. Nokia hiç kimse de yok şimdi. Ne oldu hani? Çok parası vardı, çok şuydu çok buydu… Hiçbir yerde yok. O zaman başarı nedir? Başarı devamlılığı olmaktır, sürekli olmaktır. Hayatınız size hep oyalanmanız için bir şeyler sundu. Ama bu oyalanacağız şeyleri sunan hayat nedense bunlar için karşılığında size hiç zaman vermeyecek. Yürürken karşınıza hep yol ayrımı çıkacak. Unutmayın, hep bir yol ayrımından gideceksiniz ve seçme şansınız yok. Birini seçeceksiniz, öbürü daha mı iyiydi, dönüp bakma ihtimaliniz yok. Öbürü daha iyi olabilir. Daha güzel olabilir. Ama siz onu görmeyeceksiniz. Hiç uğraşmadan başarılı olan insanlar yok. Burada sormuştum, insanların başarıları diye, Hacı Arif Beyi tanıyor musun ? Herkes tanıyor. Mozart’ı tanıyor musunuz? Herkes tanıyor. Soru şuydu; ‘’Bu iki insanın iyi menemen yapıp yapmadığını bilen var mı?’’ Herkes gülümsedi. Bizi ilgilendirmiyor, o insanların iyi olmaları, bizim için o insanların başarıları müzik adamı olmaları. Mehmet Akif, İstiklal Marşını yazarken yatmış kalkmış yazmış, yatmış kalkmış yazmış. Mozart öyle çalışmış. Dede Efendi diğerlerinden ayrılmış, anlattığı, söylediği şeyler o kadar farklı diğerlerinden ama emek vermiş sevmiş.

Bir işe başlamak için tereddüt etmeyin lütfen. Gördüğünüz bir fırsat varsa, herkesin baktığından farklı bakıyorsanız, herkesin baktığından farklı görebiliyorsanız lütfen acele ediniz. Başlamak için mükemmel olmak zorunda değilsiniz. Ama mükemmel olmak için mutlaka bir şeye başlamak zorundasınız.  Başlayacaksınız ve sonucu göreceksiniz. Hayatı yaşamaktan korkuyoruz. Risklerinden, sorunlarından korkuyoruz ve bunun içinde hayatımız hep sanal yaşamaya çalışıyoruz. Birileri hep bize hayata şöyle ya da böyle diye kurallar koysa da hayat hiçbir zaman kurallardan ibaret değildir. Şunları yap, şunları oku böyle bir hayat hiçbir yerde yok. O farklı sen farklısın. Ben olsam şöyle yapardım, yapamazsın…  Sen onun yerinde olamazsın; sen onun doğduğu evde doğmadın, sen onun yaşadıklarını yaşamadın, sen onun tecrübelerini bilmiyorsun. Eğer bunlara inanırsanız bunların sonuçlarını da siz çekeceksiniz.  Faturalarını siz ödeyeceksiniz. Size bunları söyleyenler çekmeyecekler. Onun için lütfen kendi işinizi kendiniz düşünüp kendiniz karar verin. İnsanlar arkanızdan konuşabilir, aman ha bunlar sizi üzmesin. Arkandan konuşuluyor diye hiçbir türlü aklınıza hayıflanma getirtmeyin. Neden biliyor musunuz? Eğer sizin arkanızdan konuşuyorlarsa siz o insanlardan mutlaka daha önde gidiyorsunuz demektir. Ve unutmayın, düşüncelerini değiştirmeyenler sadece deliler ve ölüler diyorlar. Bu iki insan düşüncelerini hiç değiştirmezler. Siz bunlardan olmadığınızı ispat etmeniz lazım.

Bir arkadaşım evlenme hikayesini anlattı geçenlerde. Evlendim diyor, hanım efendi bir liste vermiş bunun eline bunları bakkaldan alır mısın diye. Listenin içerisinde yeşil soğanda var. Arkadaşım gitmiş yeşil soğanı almış. Diğerlerini de almış getirmiş .Hanım bakmış bu ne demiş? Soğan istedin, ee bu sarımsak demiş. Hemen gitmiş bakkala benden soğan istediler ben sarımsak almışım demiş. Marketçi bakmış, bu pırasa demiş. Hayat bu; ne kadar güleriz, ne kadar düşünürüz, ne kadar anlarız, ne kadar algılarız…

Bizler Türk Milleti olarak daha çocukluğumuzda ailemiz tarafından bize empoze edilen bir düşünce var. Nedir bu? Koluna bir altın bilezik tak bir işin olsun. Girişimci ol, bir şeyleri başar bir şeyleri yap ondan sonrası kolay. Ne söylerseniz bunlar gelir karşınıza. Önceden altın bileziği koluna tak. Bu aileden gelen bir girişimcilik yapımız zaten var. Bunu geliştirmek sizlere düşer. Ve bu kodları kafanıza sapasağlam yazmak istiyorsanız bu işi sevmeden ama çok sevmeden başarılı olamayacaksınız.

Sevginin ne olduğunu, nasıl bir şey olduğunu önce bilimsel gördük. Şimdi dünyada ki en büyük sevgiyi göreceksiniz.

Thomas Edison ve Kahraman Annesi

Thomas Edison bir gün eve geldiğinde annesine bir kağıt verdi ve “Bu kağıdı öğretmenim verdi ve sadece sana vermemi tembihledi”. dedi.

Annesi kağıdı gözyaşları içinde oğluna sesli olarak okudu: “Oğlunuz bir dahi. Bu okul onun için çok küçük ve onu eğitecek yeterlilikte öğretmenimiz yok. Lütfen onu kendiniz eğitin.”

Aradan uzun yıllar geçtikten sonra Edison’un annesi vefat ettiğinde, o artık yüzyılın en büyük bilim adamlarından biriydi ve bir gün eski aile eşyalarını karıştırırken birden bir çekmecenin köşesinde katlı halde bir kağıt buldu ve alıp açtı.

Kağıtta “Oğlunuz “şaşkın” (akıl hastası) bir çocuktur. Artık kendisinin okulumuza gelmesine izin vermiyoruz…” yazılıydı.

Edison saatlerce ağladıktan sonra günlüğüne şu satırları yazdı: Thomas Alva Edison, kahraman bir anne tarafından, yüzyılın dahisi haline getirilmiş, “şaşkın” bir çocuktu.

 Dünya da ki en büyük anne sevgisini gördükten sonra sohbetimi bitirmeye çalışacağım. Sevmeden başarılı olmanız mümkün değil. Her ne yapıyorsanız yapın illa ki çok sevmelisiniz. Sevmeden yaptığınız hiçbir işin yani parmağınızın ucuyla tuttuğunuz hiçbir işten başarılı olmanız mümkün değil. Ve sevmek için önce kendinizden başlayın. Önce kendinizi sevin. Bakınız bir gömlek alıyorsunuz. Aslında gömlek almıyorsunuz. Bir imajı satın almaya çalışıyorsunuz. Çarşıdan almıyorsunuz, falanca markadan alıyorsunuz. Neden? Çünkü o markadan çok az var. O yüzden o markadan alıyorsunuz. Pahalı diye almıyor insanlar. Onu alıyorsunuz ve aldığınız da etiketini sergilemeye çalışıyorsunuz. Neden? Çok az var diye. Siz? Sizden bir tane ikincisi yok. Ses farklı, parmak izi farklı, düşünce yapısı farklı, hayatı farklı, Allah’ın yarattığı mucize bir eser SİZ. Neden kendinizi küçük görürsünüz? Neden kendinizi boş verirsiniz? Vermeyin lütfen. Önce kendinizden başlayıp ve size anlatılanları lütfen dikkatle dinleyip anlamaya çalışın. Benim üniversite okuduğum yıllar da rahmetli hocam Rıza Akbora vardı. Bize dedi ki ‘ benim dersim çok kolay, haftada yarım saat benim dersime çalıştınız mı problem yok.’ Ne anlarsınız? Biz öğrenci iken şöyle anladık hafta da yarım saat, 40 hafta var 20 saat çalışırsak biz bu dersi geçeriz. Sınav zamanı 20 saat çalıştık. 10 saat bu gün 10 saat yarın… Ertesi gün sınava gittik. 650 öğrenciden 5 öğrenci geçti. Ben kalanlardanım. Hocam kaldık dedik. ‘’ Ben size haftada yarım saat çalışın, iki günde 20 saat çalışın demedim evladım.’’ dedi.   Hafta da yarım saat, biz hafta da yarım saat çalışma fırsatı bulamadık çünkü hocanın dediğini öyle anlamamıştık. Lütfen hayatı anlamaya çalışın.

Bir iş toplantısından sonra heyet yemek yemek için yakında ki bir restoranda giderler ve giderken de yürüyerek gitmek isterler. Giderken heyette ki bir Kızılderili durur ve etrafına bakınır ve cırcır böceği der. Derler ki, New York’un ortasında bu kalabalıkta cırcır böceği mümkün değil. Kızılderili hiç aldırış etmez ve döner yürümeye başlar. Birkaç sokak geçtikten sonra, bir inşaat alanında ki kesretlerin içinde cırcır böceğini bulur. Alır sever ve tekrar yerine bırakır döner. Arkadaşları hayretler içinde, ‘ bu kalabalıkta bu gürültüde bunu nasıl duydun.’’ Kızılderili cebinden bir avuç bozuk para çıkarır ve yere atar. Herkes dönüp bakar. Kızılderili’nin sözü çok güzel; ‘’Herkes ilgilendiği şeyin sesini duyar.’’ der.

Ne duymak isterseniz onu duyarsınız.

Geride bırakacağınız tek iz yüreklerde çizeceğiniz izlerdir. Ve siz değişmeden dünya da hiçbir şey değişmeyecektir. Unutmayın.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

Spor Haberleri