Kahramanmaraş Türk Ocakları’nın Geleneksel “Ocakbaşı Sohbetleri”nde bu hafta sonu konuğu, KSÜ Uluslar-arası İlişkiler Öğretim Üyesi Doç Dr. Fikret Birdişli idi
Açış konuşmasını Şube Başkanı Av. Kemal Yavuz’un yaptığı toplantının konusu “Soğuk Savaş Sonrası Ortadoğu Jeopolitiği ve Afrin Harekâtı” idi.
Başkan Yavuz konuyu takdim ederken, Devlet’nin geç kalmış bir harekâtı başlattığını, ama bu harekâtın Fırat’ın batısını öncelediğine bakarak Türkiye’nin sanki Fırat’ın doğusunda bir “Devletcik” Kurulmasına zımnen razı olduğu endişesini kendilerinde yarattığını, bunun ise içlerini burkan bir husus oluşturduğunu söyledi. Ve özetle, “çünkü ancak ‘gerekirse doğusuna da geçileceği’ zaman zaman dile getirilmektedir. Bilmemiz gereken şey, özellikle burada ve yakın coğrafyamızda, geçmişten günümüze Türklerin aleyhine bir proje işletildiğidir. Bu proje bütün bu coğrafyalarda Türklerin yok edilmesi anlayışıdır. Dün Azerbaycan’da Hocalı katliamı yapılırken de amaç buydu. Bakın Suriye’ye, gerek IŞİD kanalıyla gerek PKK-YPG kanalıyla yapılan saldırılarda, yıkılan yok edilen yerler, kentlerdeki mahalleler özellikle Türklerin yoğun olduğu yerleşim yerleridir; öyle ki, bazen belki kendilerinin bile Türk olduklarından habersiz nüfus, kıyıma veya tehcire uğratılmaktadır. Türklerin bilmesi gereken şey, sınırlarının Misak-ı millî’den dahi ibaret olmadığı, Türklerin yaşadığı her yerin vatan olduğu bilincine sahip olmalarıdır” dedi.
Doç. Fikret Birdişli konuşmasına, Uluslar-arası Güvenik Bilimleri Uzmanı sıfatıyla Amerika ve Rusya’nın Suriye’de niçin var olmak istedikleri, İran’ın amacının ne olduğu ve nihayet Türkiye’nin bu harekkâttan ne beklediği sorularına cevap aramakla başladı. Bunlardan, Suriye’de Amerika bir prestij savaşı sürdürürken Rusya ise statüsünü koruma ve gücünü artırma politikası için bulunuyor. İran şüphesiz bu bölgede nüfuzunu artırma, Türkiye ise sınırlarını koruma, güney sınırını güvenlik altına alma politikası güdüyor, dedi. Özetle şöyle devam etti:
Suriye’nin içine düştüğü keşmekeşin gerisini anlamak istersek, 1990’larda soğuk savaş sonrası Sovyetler’in dağılmasıyla birlikte onun bıraktığı boşluğu Batı’nın, yani Avrupa Birliği ve Nato’nun doldurma politikalarını, Ukrayna’da yaratılan “Turuncu devrim”i hatırlamak lâzım. Buna karşılık Rusya’nın Kırım’ı dahi gayri meşru yollardan ilhakına kadar gittiği bilinmektedir. Rusya’nın bu hamlesine karşılık, ağırlıklı ekonomisi doğalgaz ve petrol gelirlerine bağlı olduğu için onun Batı tarafından ekonomik yolla zora sokulması planı devreye kondu. Bu anlamda bizzat Avrupa ve Amerik’anın, kendi kontrolündeki Petrol üreten İslâm Ülkelerini de kullanarak Petrol fiyatlarında yüzde elliye yakın indirime gitmesi tam bir karşı hamledir. Rus ekonomisi neredeyse çökertilecekti ki, Arap baharı ve akabinde çıkan Suriye krizi adetâ imdadına yetişti: Çünkü Amerika’dan başka Rusya da bu bölgeye muazzam bir silah satışı yaparak düşen doğalgaz-petrol gelirlerini bu yolla telâfi cihetine gitti. Rusya’nın Ortadoğu’ya sattığı silah miktarında yüzde 86 artış oldu; Arap ülkelerinin silah alım nispeti ise toplamda yüzde 200’ü aşıyor. Rusya’nın sırf Türkiye’ye satacağı S 400 Füzelerinin fiyatı 2,5-3 milyar dolar. Bu tip hava-savunma sistemi 4-5 Arap ülkesi dahil Libya’ya kadar uzanıyor.
Peki, Ortadoğu’daki mevcut durum ne olacak? Ortadoğu’nun üç çeşit çatışma dinamiği vardır: 1. İnter-Arap, yani kendi aralarında iç çatışma örnekleri; 2. Arap-Fars çatışması; 3. Arap-İsrail arası çatışma örnekleri. Her biri birbiriyle ve karşı güçlere göre öylesine işbirliği örnekleri gösterirler ki, oralarda iş yapmak çok zordur. Kısa zaman önce işbirliği yaptığınız, ittifak ettiğiniz bir ülkeyle, denge değişikliği ve aşiret farklılıkları dolayısıyla bir müddet sonra karşı karşıya gelebilirsiniz. Suriye krizinde, Türkiye bu durumları biliyordu; başlangıçta Esed ile görüşmekle birlikte bölgedeki aşiret birlikleriyle temasa geçmek istedi. Aslında ilk temasa geçeceğimiz Türkmen aşiretleri idi. Fakat Batı ve Türkiye’deki bazı odaklar mezhep politikası güttüğümüz iddiasında bulundular. Ardından bölgedeki diğer aşiret gruplarıyla temasa geçildi. Fakat başlangıçta yanımızda gördüğümüz unsurlar sonra karşımıza geçti.
Afrin harekâtına yakından bakınca; Rusya’nın durumu gücünü artırmak politikasıdır denmişti. İki büyük donanmasından birisi Karadeniz’de (Sivastopol), diğeri Akdeniz’deki üssünde-Lazkiye’de. Rusya, Türkiye ile ittifak halinde gözüküyor fakat PYD’yi hâlâ terör örgütü olarak kabul etmiyor. Türkiye’nin Suriye krizi dolayısıyla Amerika ile ilişkilerinin bozuluyor gözükmesi, Rusya için bir fırsat yarattı: Polonya, Estonya, Letonya’yı Nato’ya kaptıran Rusya (ki, bunlar fazla stratejik öneme sahip değil), İzmir ve İncirlik üsleri dolayısıyla stratejik öneme sahip Türkiye’yi eğer Nato’dan uzaklaştırırsa, hatta koparma başarısı gösterirse büyük zafer kazanmış olacaktı. Buna rağmen tarihî ve stratejik sebeplerle ne Rusya bize, ne de biz Rusya’ya güveniriz. Şimdilik ilişkiler olumlu yürüyor. Amerika’nın pozisyonu ise, soğuk savaş sonrası dünyanın bir numaralı gücü olacağını sandı, fakat dünya değişti, sekizinci sıraya düştüğünü gördü, Çin, Hindistan, Brezilya gibi yükselen başka güçleri fark etti. Dünya’yı tek başına yönetemeyeceğini anladı. Fakat dünyanın jandarması algısını da korumak istiyor. Ne var ki, Afganistan ve Irak başarısızlıkları onu sarsmış durumda. Oluşmasında kendinin de dahli olan IŞİD terörünü ise bir prestij meselesi olarak bitirmek istedi. Askerini sokmadan halletmek için PYD’yi kullandı; çünkü o bölgede kullanacağı bir aktör arıyordu, buna Kürtler talip oldular. Böylece 1991’den beri bölgedeki politikalarına yer yer uygun davranmayan Türkiye’yi de cezalandırmış olacaktı. Burada Kürtler’e özerk bir devlet yapılanması için öteden beri verdiği sözler var, Osmanlı zamanında da söz vermişlerdi – aslında bu sözleri verene değil de kanana bakmak lâzım – böylece PYD kendince fırsatı değerlendirip Suriye’nin kuzeyiyle Irak’ın kuzeyini de birleştirip bir devlet kuracaktı, ki bizce imkânsız, çünkü en başta Kürtlerin kendi aralarında anlaşamıyorlar. Neticede bizim amacımız güneyimizde, Akdeniz’e kadar çıkacak bir özerklik planını engellemek, böyle bir teşebbüs hayata geçse bile Fırat Kalkanı sayesinde ve sonra da Afrin harekâtı ile yaşayamaz hâle getirmektir. Ne yazık ki, PYD’ye güneyimizde Akdeniz’e kadar koridor açma sözü verenler arasında sadece Amerika değil Rusya da var. Aktörler nöbetleşe Kürtleri kullanıyorlar. Haritaya bakınca, şu anda Fırat Kalkanı ve Afrin operasyonları PYD’nin ilerlemesini kesmiş durumda.
Türkiye şimdi en kötü senaryoya hazırlık yapıyor; nihayetinde burada denize çıkışı olmayan bir devlet yaşayamaz. Hesapları bozan şey, Türkiye’nin sahaya asker sokacağı beklenmiyordu. Girişte Başkan Kemal Yavuz beyin söylediği gibi, Türkiye sanki Suriye’nin kuzeyinde bir devlet yapılaşmasına müsaade edecekmiş gibi anlaşılıyordu. Son politikasıyla Türkiye onların beklediği gibi davranmadığını gösterdi. Nihayet Türkiye, Afrin tamamlandıktan sonra Fırat’ın batısıyla yetinmeyip doğusuna geçeceğini de söyledi. Artık sonuç alıncaya kadar oradan çıkmamız mümkün değil. Sahada vur-kaç taktiğiyle dağlarda çatışmalara alışmış PKK-PYD’nin Türk ordusuyla baş etmesine imkân yok. Kullandığımız konvansiyonel silahları kendimiz üretiyor olmamız, son derece önemli. Halk desteği ise dünyanın hiçbir yerinde olmadığı kadar yüksek… Ve en son olarak, Güneydoğu’da hendek savaşları denilen operasyonların bize getirdiği istenmedik acılar ve ağır maliyetler, bugün Afrin operasyonlarında, bize tecrübe olarak geri dönmekte. Oralardan edinilen maliyeti yüksek acı tecrübelerin de yardımıyla Türk ordusunun, Afrin’deki patlayıcılarla tahkim edilmiş kanalların temizlenmesinden başarıyla çıkacağı kesindir. Dua edelim, daha fazla şehit vermeden tamamlansın!...
Doç. Dr. Fikret Birdişli, konuşmasının sonunda sorulan sorulardan birisine verdiği cevapta, Suriye politikasında başlangıçta önemli hatalar yapıldığını, ancak geçtiğimiz yıldan beri gerçekleştirilen Fırat Kalkanı ve şimdi de Zeytin Dalı operasyonlarıyla onların telâfi edildiğini söyledi.