1944 yılı 3 Mayıs tarihi ve bu gün tarihte meydana gelen olaylar Türk milliyetçiliği açısından manidardır.
Ve o gün Türk milliyetçilerinin tutuklanmaları ve işkence görmeleri nedeniyle 3 Mayıs tarihi “Türkçülük günü” olarak, ama aşırıya kaçmadan ülkemizde dar kapsamlı da olsa kutlanır.
Öte yandan Birleşmiş Milletler, 20 Aralık 1993'te her yıl 3 Mayıs'ın, Dünya Basın Özgürlüğü Günü olarak kutlanmasını kararlaştırdı. Ve o günden bu yana da evrensel manada basın özgürlüğü kutlanır.
3 Mayıs Dünya Basın Özgürlüğü Günü ile ilgili; BM Genel Sekreteri Ban Ki-mun ve BM Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO) Başkanı İrinaBokova, 3 Mayıs Dünya Basın Özgürlüğü Günü vesilesiyle yayınladıkları ortak bir mesajda, "basın özgürlüğünün, sağlıklı ve canlı toplumların temelini oluşturduğuna" işaret etti.
(Bu gün ajanslara düşen açıklamasında) BM Enformasyon Merkezi'nden yapılan açıklamaya göre, ifade özgürlüğünün en değerli haklardan birini teşkil ettiğini belirten, Ban ve Bokova, ortak mesajında, basın özgürlüğünün diğer tüm özgürlüklerin ve insan onurunun temelini oluşturduğunu, insan haklarının kullanılabilmesi için özgür, çoğulcu ve bağımsız bir medyanın varlığının mutlaka gerekli olduğunu kaydetti.
Mesajda, "Basın özgürlüğü, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesinin 19. maddesinde belirtildiği üzere, fikirlerinden ötürü rahatsız edilmemek, ulusal sınırlarla kısıtlı olmaksızın bilgi ve fikirleri her vasıta ile aramak, elde etmek veya yaymak özgürlüğü anlamına geliyor. Basın özgürlüğü, sağlıklı ve canlı toplumların temelini oluşturuyor" dendi.
Dünyada basın özgürlüğünün algılanış biçimi ile ülkemizdeki algılanış biçimi çok farklıdır.
Ülkemizde gücü elinde tutan siyasiler emrinde olan bir basın istemektedirler.
İktidara muhalif olan basın ise doğruları yazmak yerine iftira nitelikli bir yayın politikası ile karşımızda durmaktadırlar.
Bir gazeteci olarak ülkemizdeki basın özgürlüğü ve basının toplumda algılanış şekline göz attığımda, ak ve kara şeklinde iki tablo çıkıyor karşıma.
Bana göre her iki tabloda iyi bir tablo değildir.
Gazeteci vicdanın sesini dinleyerek, sadece ama sadece gerçeklere odaklı bir yayın politikası ile milletin huzuruna çıkmalıdır.
Türkiye’de yasalara baktığımızda geniş bir özgürlüğün olduğunu düşünüyorum.
12 Eylül döneminde bile onlarca yazı yazmış ve mahkemelere girmiş biri olarak şunu açık yüreklilikle ifade edebilirim.
Hukuk ve Adliye dünde bu günde Adalet dağıtmaya devam ediyor. Adaletsizliği başka yerlerde aramak gerektiğini düşünüyorum.
Ayrıca gücü elinde tutan iktidar ve erkleri, yerelde bile en ufak bir eleştiriye tahammül edemeyerek soluğu Adliyelerde alabilmektedirler.
Ancak Adliyelerimizde görev yapan Hakim ve Savcılarımız yasanın gerektirdiğini yapmakta ve biz gazetecilerin var olan eleştiri özgürlüğümüze yönelik bu baskı ve şantajları hiç dikkate almayarak, hak noktasında adalet dağıtmaya devam etmektedirler.
Burada sorun İktidar ve erklerini oluşturan kadronun tahammülsüzlüğü ve hoşgörüsüzlüğünden kaynaklanmaktadır. Kendi içinde Demokrasiyi ve demokratik değerleri benimsemeyen ve bizatihi iç bünyesinde bunu uygulayamayan siyasi partiler, bu günde; demokrasi ve özgürlük gibi kavramları diline dolamamalıdır.
Yeni anayasayı konuştuğumuz şu günlerde, bana göre Anayasanın ilk üç maddesi dışında en önemli konusu; seçme ve seçilme hakkının demokratik temellere oturtulmasıdır.
Hiçbir siyasi parti, ilgililer, yetkililer Siyasi partiler kanunu ve seçme seçilme hakkı hakkında bir şey konuşmamakta ve bunu Anayasa hükmü haline getirmek yerine farklı yöntemler kullanmayı tercih ediyorlar.
1983 yılından bu yana belki de onlarca defa seçimler ile ilgili yasa değiştirildi.
Oysa bu yasa Anayasa içinde yer alsaydı, böyle temcit pilavı gibi her iktidara göre yasalar yeniden düzenlenmezdi.
Seçme ve seçilme hakkı ile Siyasi Partiler yasasının net bir ifade ile Anayasa içine alınmaz ve Anayasa ile koruma altına alınmaz ise bu ülkede demokratik, çağdaş, haklara saygılı bir anayasa oluşmaz.
Gördüğümüz o ki, TBMM’de grubu bulunan siyasi partilerin hiç biride bu yaklaşım içinde olmayacaklar, Genel Başkan padişahlığının değişmesini istemeyeceklerdir.
Bu gün bizim ülkemizde Genel Başkan Padişahlığı vardır. Bu kaldırılmadan bu ülkede demokrasi ve iç barışı nasıl sağlayacaksınız?
Sürekli icazet alan, emir veren ve emir alan, tekdüze bir düşünce ve bu düşüncenin etrafında şekillenen hangi konu demokratik bir tanım getirerek, toplumsal iç barış çözülecektir.
Türk Milleti olarak Devleti baba biliriz, baba ve çocukları… Öte yandan lider egemen bir kültür yapısı bizim genlerimize işlemiştir.
Yeni anayasa yazılırken birey öncelikli olacağı ifade ediliyor. İnşallah öyle olur.
Bireyi öne alan kutsal devlet anlayışını bir tarafa bırakan çağa uygun, milletin örf ve değerlerine saygı gösteren, lider sultasını dışlayan bir anayasa bu milletin önünü açacaktır.
Bu duygu ve düşünceler ışığında önce 3 Mayıs Türkçülük gününü sonra da Dünya basın özgürlüğünü kutluyor, bu gün nedeniyle bizleri arayan dostlarımıza da teşekkür ediyorum.
NOT: Ak Parti İl Başkan adayı İGM Üyesi Ahmet Arıkan geçtiğimiz akşam Göksun Kanlıkavak civarında bir trafik kazası atlattı. Şahsına ve arkadaşlarına geçmiş olsun diyorum.