Bundan 98 yıl önce Kahramanmaraş’ımız Fransız gavuru ve Ermenilerden kurtarılarak özgürlüğüne kavuştu. Rahmetli Büyükbabam o yılları anlatırken ülkemizin içinde bulunduğu zorlukları ve çaresizlikleri aktarırdı.
Her sene 12 şubat günü Maraşlı 7 den 77 ye çete bayramı olarak bu kurtuluşun bayramını yapar ve o günleri hatırlar. Osmanlının son döneminde Maraş’ımızda yaşayan ermeni Yahudi ve diğer azınlıklar maalesef ihanet ederek İşgale gelen Fransızları karşılamışlar , hatta karşılamakla kalmayıp nümayişlerle ihanetlerini adeta ispat etmişler. Bunlardan bir tanesi de ermeni Hırlakyan Agop Agadır.
Zenginliğine ve kudretine güvenerek davulcu Abdal Halil ağayı çağırtarak ona Fransızların şehre girişlerini müjdelemesini istiyor. Davulcu Paşam ben bunu yapamam. Bu din bahsidir deyince teklif ettiği parayı artırarak israrcı olmaya devam ediyor. Halil ağa diklenerek davulumun içini altınla doldursanız da bu tokmak bu davula vurmaz sözü ile tarihe geçen cevabını bekletmeden veriyor.
Rahmetli büyükbabam Maraş harbini kazanmamızın bir mucize olduğundan bahsederek işin içine manevi boyutu da katmayı ihmal etmezdi.
Hırlakyanlar unutuldu ama abdal Halil ağanın namı Maraş’ımızda hala şerefi ile ve adına yaptırılan çeşme ve parkı ile ölümsüzleşmiş durumda.
Bugünde dünden pek farklı değil. Ancak düne göre çok daha şanslıyız. Devletimiz var ve şükür milleti ilede kaynaşmış. Hainler ise her zaman olduğu gibi pusuda. Zayıf yerimizi kolluyorlar. Projelerinden zerre kadarda geri durmuyorlar.
O yıllarda tamamlayamadıkları yarım kalmış projelerini o zaman olduğu gibi bugün de akamete uğratarak heveslerini kursaklarında bırakıyoruz. Tüm kızgınlıklar ve kalleşliklerin ana sebebi de bu duruşumuz olsa gerek. Dün kulaklara fısıldananlarla darmadağın ettikleri Osmanlı ruhu bugün aynı fısıltılara ve hatta daha beterine rağmen çok şükür giderek daha canlı .
Geçen yıl güney sınırımızda gerçekleştirdiğimiz başarılı fırat kalkanı operasyonu ile çölde vaha haline getirerek gerçek sahiplerine hediye ettiğimiz bölgelerde yaşayan insanları televizyonlarda izliyoruz. Aynı durum zeytin dalı operasyonunu bittiğinde güney batı sınırımızda da tekrarlanacak. Burasıda çölde vaha gibi barış bölgesi olacak.
Yerli ve yabancı gavurlar böyle bir durumu elbette istemeyecekler. Acı zulüm devam etsin ki, kan emici kafirler biraz daha yaşasın. Ancak biz nerede ise 40 yıldır bu gavurlukları ve entrikaları yaşayarak görerek tarihin canlı şahitleri olduk. Artık aldanmak gibi bir lüksümüzün de olmadığı bir gerçek.
Hem aldatmayacağız hem de aldanmayacağız. Söz olarak ağızdan ne çıktı ise onu gerçekleştirerek sözü başka yerlerinden çıkanların tüm oyunlarını bozacağız. Bu inançla yaşamaya devam ettiğimiz sürece ye’se kapılmaya gerek yok. Hakkın olduğu yerde batılın yaşaması mümkün olamaz.
Mazlumların ve mağdurların güneşi olabildiğimiz sürece kafirlerin yaktığı mumlara kimse itibar etmez ve de etmiyor.
BM gibi kökü sapı bozuk tefessüh etmiş bir kurum bile Amerika Gavurunun KUDÜS kararını hükümsüzdür diyerek reddetmedi mi?
Onlarca yıl güney sınırımızda havadan karadan at oynatan çekiç gücün yediği herzelerin bugün sıkıntısını hala çekiyoruz. Biraz daha çekelim heveslilerinin ipi ile kuyuya inilmeyeceğinin bir çok örneği hafızalarımızda kazılı duruyor.
Evvelsi gün Amerika, PYD güçlerini vuran Esat askerlerini havadan bombalayarak bize sanki kızım sana söylüyorum gelinim sen anla kabilinden bir mesaj vermeye çalıştı. Ey alçak. Bizim kim olduğumuzu hala anlamamakta inat mi ediyorsun. Barış dini olan islam ümmetinin topraklarını çeşitli entrikalarınla işgal ettiğin yetmezmiş gibi şimdi de bize mi göz dağı veriyorsun?
Sonun, cami avlusuna yaklaşan mahluklar gibi olacak. Biz ne İran ne Arabistanız. Biz Türk milletiyiz ve tarihimizde ne soy kırım ne de başka bir rezillik yok. Rezillerle tarih boyu hep savaşıp durmuşuz. Hainimizin çokluğuna güvenerek yeni projeleriniz de bu saatten sonra pek işe yaramaz.
Yeter artık dedik. Bundan sonrası Rabbimizin yardımı ile daha güzel olacak. Bu saatten sonra bu milletin onaylamadığı hiçbir projeyi bu topraklar üzerinde uygulayamazsınız.
SAYIN BAKANIMA ARZIMDIR
Sayın sağlık bakanım ve sayın müsteşarım. Halkın içerisinde mesleğini icra etmeye çalışan bir hekimim. Yazmak gibi de bir görevim olması nedeni ile acil servislere , hastanelere hatta eczanelere vatandaş olarak uğrar ve nabız yoklarım.
Bazı ilaçlar için şubat başında reçete düzenlenmesi ile ilgili uygulamanız yerinde bir karar. Daha önce başka ilaçlarla ilgili reçete zarureti gibi kararlarda olumlu sonuçları ile halkımızın lehine oldu sanırım.
Ancak acillerle ilgili son alınan kararların ülkemizdeki aciller meselesini çözeceği kanaatinde olmadığımı belirtmek zorundayım. Sorun personel ve donanım sorunundan çok öte bir mesele. Tıpkı İstanbul’umuzun trafik sorunu gibi.
Trafiği çözmek için devletimiz nasıl yer altını keşfetti ve oralara ağırlık vererek meseleyi kökten halletmeye gayret ediyorsa, bakanlığımızın da alt yapısını sağlam oluşturduğu aile hekimliği müessesini kullanarak meselenin çözüm yolunu açması mümkün.
Yapılacak işte aslında çok basit. Aile hekimlerini reçete memuru olmaktan çıkartmalı. Aile hekimlerinin görev tanımında olan sorumlulukları ile sistemin aksaklıkların azaltılmalı. Onlara birer hekim gözü ile bakılarak halkımız üzerindeki itibarları da artırılmalıdır.
Acilleri işgal eden acillik olmayan hastalardan da katkı bedeli alınarak buralar da gereksiz birikim engellenerek ,gerçek acillik olanlara hizmet etmeli. Bu basit uygulama ile fuzuli bir çok ilaç tetkik ve tahlil yolu kapanmış olur. Maddi ve manevi kayıplarımız da asgariye inmiş olur. Bugünlük de bu kadar. Kalın sağlıcakla.