Şimdiki gibi bilgiye ulaşımın kolay olmadığı çocukluk yıllarımız da, sorardık "Göksun'un adı nerden geliyor?" diye. Kokusos, Kokson diyenler olduğu gibi, "Amaan gûlâsma sen o kokkus-mukkuslara Gösün demek suyu bol memleket demek" derlerdi.
Ceyhan Nehri'nin önemli kolları, Törbüzek, Kömür ve Göksun Çayı değil, bunlara da hayat veren kültürümüz de eşsiz yeri olan çeşmeleri, kaynak sularımızı yâd edelelim şimdi sizlerle.
Seksen öncesi yılları hatırlayanlar, daha iyi bilir Göksun'un bir sular, çeşmeler yurdu olduğunu. Ova'nın sulama kapsamında, su pompaları bir bir damarından kanı çekilen adam gibi aldı götürdü çeşmeyi de kaynak sularımızı da.
Fırın Suyu
Adı nerden geliyor bilmem ama bir "Fırının Çeşmesi" vardı. Çokca Fırın Suyu'da denilirdi. Şimdi ki Adliye Binasının yaklaşık yüz yüz elli metre doğusunda, Eski Postahane olarak bilinen Altok'lara ait yerin hemen sekiz, on metre doğusun da, kalın oluğundan şarıl şarıl su akan çeşmeydi Fırın.
Yağış ve karın bol olduğu yıllar da, kaptajından kaçan sular etrafı doldurup, çeşmeye inmeyi zorlaştırdığı zaman "Fırın gene dâşık" derlerdi.
Fırın, o bölgede yaşayan insanlara; iki elinde satır ve helkeyle (kova) su çektiği, çeşme başın da "şôrlaşıldığı, bir iki lâf edildiği" yerdi.
Hayvanlar önde, kendi elleri arkâda "mâlları sulâmaya götürdüğü", yazıda yâban da çalışanların dönüşlerin de "yakınıkên bir de Fırın'dan sôok su içek" dedikleri kana kana susuzluk gideren bir çeşmeydi.
Turudu'ların (Ekici), Güdük Halil'lerin (Arslan), Derviş Meyrem ve Fırıncı Apık Emmi'lerin gül kokan o güzelim avârlıklı bahçelerinden, tâ Aşçılara kadar uzanan, yeşil başlı ördeklerin "vâk-vâk" sesleriyle kanat çırptığı, bir endâmla süzüle süzüle yüzdüğü, kısmetin de varsa su kenarın da yer yer ördek yumurtalarının bulunduğu, dibinde ki incecik kumlarının göründüğü berrak bu suda, yer yer sepetle balık da avlanırdı.
Sadece bunlar mı ? değildi elbet. Şimdi ki Adliye Binasını da kapsayacak şekilde Veli Efendi'nin (Turan) Otluğu olarak bilinirdi. Fırın Suyu'na yakın yerler yem yeşil çayırlarla kaplı olurdu.
"zâhra dudma zamanı" bura ana baba günüydü. Fırın Suyu'nda un yapmak için buğdayları yıkayıp çayıra seren mi dersin, kara kazanlar da bulgur kaynatanları mı dersin, telaşlı bir kalabalığa sahne olan bu yere; akşamları yatak yorgan getirilir yatıda zâhra (zâhire) beklenirdi.
Bu arada bulgur kazanının yanan ateşi boşa mı gitsin di ? Rahmetli Musduk Mâmud'un (Çakar) Çoban'ı yeri gö inleten gür sesiyle "Allah'dan gorkûn daha yeni sulâdım yenii" diye bağırsa da, o "gol gadar" mısır şöyle veya böyle, üstelik "ne bârıyon br'ûlân ne, evde yangın vârımış gibi !?, heç mi göz hakkı yok bunun ?" diye Çoban'ı suçûkturarak yine de getirilir, közde yada kaynayan bulgur kazanın da haşlanarak yenirdi. Gece geç vâktêçe oturulur, gün ışırken de kalkılırdı burada.
Fırın Çeşmesinin aşağı yukarı beş, altı yüz metre güney batısın da, Kel Ahmet'lerle (Sürücü) Aşçı Veli (Aşçı) evleri arasın da bir kaynak suyumuz daha vardı. Fırın Suyu akıntısı yukarıdan sulama amaçlı yönü değiştirilmemişse bu suyla çoğalarak birleşir kağn ustamız Mehmet Baz'ın evi yönün de ilerledi.
Kaynağın etrafı da şen şakrak bir yerdi. Gıyısın da yine zâhra telaşı, "Don Yûmâ"ya (yıkama) gelen mi dersin, yün yûmâya gelen mi dersin, halı, kilim ve yollukların tôkaçlarla dövülen sesleri, ördek seslerine karışarak inlerdi sesten burası da.
Paşa Pınarı
Herkesin bildiği meydanda ki şadırvanın olduğu yerde Paşa Pınarı adlı bir çeşmemiz daha vardı. Feke'den Göksun'a yerleşen, "Ahmet Paşalar" veya "Paşalar" olarak bilinen kabilenin büyüğü Ahmet Paşa'ya (Türkkan) izafeten, oğlu eski belediye başkanı Rıza Türkkan dönemin de bu adı alır
Çeşme daha eskiden Hacı Amasyalı'nın manifatura dukkânının 5-6 metre önündeyken, şimdiki yeri daha kullanışlı olacağı düşünüllerek su borularıyla buraya nakledilmiştir. Esasen varlıklı bir aile mensubu olan ve görevde kaldığı sürece belediyeden maaş almayan Rıza Türkkan'ın bu çeşme yapımında yüklü maddi katkılarından dolayı adının Paşa Pınarı olduğu da söylenir.
Paşa Pınarı zemine inen dört geniş merdiveni, sağlı sollu beş altı oluğu yanı sıra kuzeyde tahliye amaçlı tunçtan bir oluk ve zemininde de tahliyesi olan, yerden yaklaşık iki, iki buçuk metre yükseklikte gün hükmüne göre görkemli bir pınardı. Meydanda ki insanların ve esnafın içme suyu ihtiyacı buradan karşılanırdı. Camiye yakınlığı nedeniyle şimdiki şadırvan gibi abdest alma yeriydi burası.
Şehir şu şebekesi olmadığı zamanlar yakın bölge insanının su ihtiyacı bizzat aile fertleri yada emekleri inkarsız kadın sucularımız; Sasunâ'ların, Cüccülü'lerin, Kürt Elif'lerin, Daddırı'ların, Çapar Fatma, Dudûman'ların, Dulûşişlerin, Gö Durmuş Elif'lerin, Bahar'ların çeşme başın da "gâç döndün gııız ?" diye sefer sayısını sorarsa, öte ki "anam benii senii gibi yâhın deel ki, şindiyeçê anca üç döndüm" diye lâflaştıkları, ayazlı kış günlerinde yolda duraklayıp, morarmış ellerini üfleye üfleye satır yada helkeyle su aldıkları yerdi Paşa Pınarı.
Çocuksan yanına uğradığın esnafın "eyi geldin, önce şu bordici bir Paşa Pınarı'na at da gel" anlamının "su getir !" olduğunu bilmezsen, alüminyum bordici (sürahi) Paşa Pınarı'na attığı bir anılar yeridir de burası...
Abdest alanların askıya astığı ceket ve kasketi takip edenin, yerlerinin ayrı ayrı değiştirildiği, ya da abdest alırken yanındakine lâf yetiştirip abdestine devam ettiği, ötekinin de sabırlıysa "lâ havle" çekip başını sağa sola çevirdiği, sabrı gıtsa fazlasıyla lâfı oturtup abdestine dualarla devam ettiği, şakaların yer yer gırıla geçtiği tipik bir Anadolu çeşme başıydı Paşa Pınarı...
Sıcak yaz ramazanın da, abdest öncesi suyla serinlemeye çalışana; sanki kendi oruçluymuş gibi "dayanamıyosân dutma br'ôlan" dendiği, emekli imamın başında bekleyip, abdest bitirince "bâkâle emmi sizde emekli oluncadâ mı abdest alınıp namaz gılınıyö ?" dendiği, "lâ havle" diye başını sağa sola çevirip giden imama "ne biliim emmi emekli olunçâ bu işlerde bitiyó sânırdım da" diye, ardından lâf yetiştirilen bir yerdi Paşa Pınarı.
Perili Çeşme
Köprübaşı Mahallemiz de, tahminen Tutak'lar ile rahmetli Abacı Durdu evi arası orta yer hizasında, ana yolun alt ve aşağısın da, adına Perili Çeşme denilen tunçtan oluklu gizemli bir çeşmemizdi burası da.
Gizemli diyorum, çeşmeye ulaşmak için yolun epey aşağı istikametine doğru, bodur ağaçlar, otlar arasından inmen gerekirdi. Biraz kuytudaydı bu çeşme, belki de bu konumundan olsa gerek peri görüldüğü söylenir. Böyle inanıldığı için de adı Perili Çeşme olarak kalmıştır.
Az miktar da sakin sakin akan, tunç oluklu bu çeşmeden, su içmek bana da nasip olmuştu.
Ay'ôlan
Hac'â (Hurç) ile Etdiyelerin (Engizek) evlerinin orta yerinde ve yolun alt başın da Ayıoğlan Çeşmesini sanırım çoğunuz bilir. Üstten gelen Göksun Çayı ve  Pınar'ın (Ak Pınar) coşkulu suyu, parlak iri çakıl taşlarıyla Ay ışığının en çok raks ettiği, yakamozların en fazla görüldüğü yerdi burası.
Kalın borusundan dolu dolu akan su çevre sakinlerinin su ihtiyacını bol bol karşılar, yer yer de sulanma amaçlı gelen camuzların döğüşlerine de sahne olurdu.
 Pınar
Kültürümüz de çok önemli yeri olan  Pınarı'mız; eski adı Bölôba olan Pınarbaşı Mahallemiz'in adı bu sudan gelir. Ak Pınar, sadece bu mahallenin su ihtiyacını değil, Mehmetbey'den su gelmeden önce, eski Göksun su şebekesi bu suya göre tasarlandığından, moto pompla kaynaktan su alınır Höyük Tepesi'nde ki depoya, oradan da tüm Göksun'a dağıtımı yapılırdı.
İster yeni ister eski şebeke konumun da olsun, Â Pınar cazipliğini hiç kaybetmedi. Pınarbaşı, Tepebaşı ve bir kısım Kayabaşı'lının zâhire tuttuğu, unluk buğday yıkadığı, iri iri kazanlar da bulgurların kaynatıldığı, yünlerin, kilim ve yollukların yıkandığı üç mahalleninin buluşmasına vesile olan önemli bir yerdi burası.
Sadece bu değil elbet, Şehir şu şebekesi olmadığ dönemler de, Caminin alt kısmında bulunan bu coşkulu su altında tahtadan baraka şeklin de "Donnûk " denilen çamaşırların yıkandıği, goca goca gazanlar da çimmek (banyo) için suların kaynatıldığı, çocukların anası, ablası tarafından zorla da olsa bâatdırârak çimmeye getirildiği, bağırtı çıırtının bol olduğu bir yerdi.
Buz gibi suyu olan  Pınarımızı bilen, gören orada yaşayanlarımız için hiç şüphesiz anlamı, anıları daha başkadır elbet...
 Pınar'ın yaklaşık yüz elli, iki yüz metre altın da,  Pınar kadar olmasa da bir kaynak suyumuz daha vardı. Eskiden rahmetli Terzi Şeref Tekin'e ait evin karşısın da, yolun alt başında bulunan bu kaynaktan, sanki paylaşılmış gibi daha çok tepeden elleri satırlarla gelen Tepebaşı Mahalle'limiz daha çok faydalanırdı. Çevresin de yine źâhra (zahire) tutulur, tôkaçlarla yün ve halı, kilim, yolluklar yıkanırdı. Hemen hemen burası da ıssız kalmazdı hiç.
Cenup Pınarı
Halk arasın da, "Cünüp Pınarı" olarak adlandırılsa da esas adı Cenup Pınarı olan bu kaynak suyumuz, tepe de bulunan Kayabaşı Mezarlığı'nın tepe inişi kuzey batı yamacındadır. Hoş içimli bir su olan Cenup Pınarı bir zamanlar taşıdığı su açısından da önemliydi. Karşısın da bulunan Durna Bucağı'na (Turnabucağı) geçmek için güçlü tek ağaçtan Köprüsü vardı
Cenup Pınarı bahar ayarıyla Göksunlu'nun akın ettiği, sergiler serilerek pikniklerin yapıldığı önemli mesire yeriydi. Sadece bu mu ?, bahar bayramların da ilk okul öğretmenlerimizin çevre tanıma ve baharda neler oluyoru öğrencilerine tanıtmak amacıyla, azzıklarımızla (kumanya) gideceğimiz için sevindiğimiz bir yerdi.
Nasıl sevinmesin ki; uçsuz bucaksız Durna Bucağı, çayır, su çiçekleriyle donanmış, leylekleri, kuzuları gördüğümüz doğanın uyandığı bir mevsim ve mayıs ayı ...
Öğretmenimizin yarına hazırlıklı gelin dediğin de azzık çıkınımız da, soğan yaprağıyla kaynatılalarak renk almış bir kaç yumurta, taptâbû veya mısır kömbesi, belki de çökêlek veya pendir (peynir).
Dörder veya beşerlı gruplarla öğretmenin oturttuğu "herkes getirdiğini ortaya koysun bakalım " diye talimat verdiği, Halil İbrahim Sofrası'ydı. Tabi ki "yumurta tokûşturmak" da vazgeçilmeziydi bu işin.
Cenup Pınarı'nın Göksun için bir ayrı önemi daha vardı. Kış memleketinin o zaman ki imkansızlıkların da su teresi dediğimiz yabani tere, yeşilliğe susamış memleket insanı için adeta bir ilaç olurdu. Hele de onun yûkâ ekmênen dürümü var yâ...
Tôkaç sesleri bu Pınarımızda da eksilmezdi hiç. Yün, kilim, yolluk ve halılar burada yıkanır, kayalar üzerlerine serilerek kurutulurdu.
Su gibi aziz olun !
Su bir hayattır, aziz bir nimet ve medeniyettir o. Çeşmeler tarihin şahitleri, kültürümüzün en önemli parçalarıdır. Ne mutlu ona sahip çıkıp, koruyanlarımıza...
Burada andıklarımızdan göçenleri rahmet, kalanlarımıza sağlık ve afiyetler diliyoruz.
Dr. Mustafa Coşkun KALE'nin,
Henüz yayımlanmamış,
"Küçük Türkiye'm GÖKSUN" adlı eserinden.