Türkiye’nin gündeminin çok hızlı değiştiği, her gün birkaç kez değişen gündemin hızına normal insanların yetişemediği biliniyor. Az bilinen gerçek ise; “Çok zeki olan Türk insanının gündemin hızlı değişmesi sebebiyle en fazla 10 gün öncesine ait olayları hatırlayabiliyor” olması…
Bu durum elbette insanımızın yararına değil. On gün geriye yönelik bir hafızayla insanın başına neler gelmez ki? Ne kadar çok “Allah kötülerin şerrinden korusun” diye dualar etsek de nafile. Yine kan-arız yine kandırılırız yine kazıklanırız. Kötülerin şerri ile yine karşılaşırız…
Yaşananlardan gerekli dersleri çıkartamadığımız için töre cinayetleri, kadına şiddet uygulamaları, tacizler, işkenceler, faili meçhuller, kumpaslar, suçsuz yere hapse düşmeler, hiçbir delil yokken tutuklanmalar, trafik canavarları, evden çıkıp tekrar dönmeyen çocuklar, Parçalanarak çöp kutularına atılan cesetler, uyuşturucu müptelası evlatlar gündemden hiç mi hiç düşmezler…
Hafızası kıt olan toplumlarda insanların Azrail’le nerde ve ne zaman karşılaşılacağı pek belli olmazmış. Bazen karşıdan karşıya geçerken bir yaya geçidinde, bazen kartopu oynarken evinizin sokağında, bazen okuduğunuz üniversitenin amfisinde, bazen evinize çıkarken bindiğiniz asansörde, bazen çocuklarınızı ekmek parasını kazanmaya çalıştığınız maden ocağında, bazen de okulunuzdan evinize dönmek için bindiğiniz dolmuşun içinde yakalanırsınız ölüme…
Hafızası kıt olan toplumlarda mezarlıktan çıkınca unutulur ölüm acısı, akciğer kanseri yakınını ziyaret ettiği hastaneden çıkar çıkmaz yakılır sigaralar. Arabaya binene kadar sürer aşırı hız ve hatalı solama yapmama nutukları. Karısını görene kadar sürer kadına el kaldırmama yemini…
Bence derdimiz asla “çabuk unutma veya kıt hafızalı olma” değil. Bizim derdimiz; umursamama, önemsememe, ciddiye almama, olaylar karşısında değerlendirme yapamama. Kendi yaşamlarımızla ve başkalarının yaşamlarıyla dalga geçme. Kısacası sorumsuzluk, beyinsizlik, dangalaklık, şapşallık, aptallık...
Üst paragrafta yazılanların hiç birisi elbette gurur duyulacak davranışlar değil. Bu tür davranışlar insanları ve toplumları her zaman hataya ve yanlışa götürür. Bir toplumun okullarında öğretilenler hayata ve yaşama dair öğretiler değilse, insana saygı her şeyin önünde kabul görmüyorsa, insanlara kimliği sorulmadan adil davranılmıyorsa, kul hakkı, kamu malı korunamıyorsa, rüşvet ve yolsuzluklar engellenemiyorsa o toplumda huzur elbette olmaz…
Birtakım yasalar ve polisiye tedbirler elbette gereklidir. Ama arzu edilen gerçek huzur insanları canından bezdiren polisiye tedbirlerden ziyade Nisa suresinde (Ey iman edenler! Adaleti titizlikle ayakta tutan, kendiniz, ana-babanız ve akrabanız aleyhinde de olsa Allah için şahitlik eden kimseler olun. (Haklarında şahitlik ettikleriniz) zengin olsunlar, fakir olsunlar Allah onlara (sizden) daha yakındır. Hislerinize uyup adaletten sapmayın, (şahitliği) eğer, büker (doğru şahitlik etmez), yahut şâhidlik etmekten kaçınırsanız (biliniz ki) Allah yaptıklarınızdan haberdardır) belirtilen adaletle hükmetmek ve bir hukuk devleti olmakla mümkündür. İnsana yakışan, hukukun üstünlüğünün uygulandığı bir devlet düzeninin kurulması için çaba sarf etmektir…
Aksi halde başımız daha çok ağrıyacak, yüreklerimize daha çok ateşler düşecektir. Kartopu oynadığı için sokakta öldürülen Nuh’lar, sınava girmek için gittiği üniversitesinde kahpece şehit edilen Fırat’lar, okulundan evine dönmek için bindiği dolmuşun içerisinde cinsel tacize maruz kalan ve direndiği için paramparça edilen Özgecan’lar maalesef hep var olacaktır…
Yaşanılan acıları çabucak unutmayınız, evlatlarınızı iyi eğitiniz ve adaletle hükmediniz ki sapkınlıklar azalsın…