Tarih, 25 Aralık 1989’u gösterdiğinde televizyonlarda “canlı infaz” vardı. Hem de tam iki saat süren canlı sorgulamadan sonra, bütün dünyanın gözü önünde kurşuna dizilerek öldürülen Romanya Cumhurbaşkanı Nikolay Çavuşesku ve eşinin görüntüsü…
Sonrasında çok gördük, öncesinde de tarih, zalimlerin kötü sonlarına şahitlik etti.
Oysa hepsi, farklı bir adım atmaktan ibaretti, doğruya dönmekti, insanlıktan nasiplenmekti, yüreğinde bir kıpırdanma olmasıydı, vicdanının sızlayacağı bir şeylerdi…
Olmadı, bütün diktatörler gibi Nikolay Çavuşesku da hayatı boyunca sürdürdüğü baskı ve zulme devam etmiş, sonu kurşuna dizilmek olmuştu.
Ne ki, halkın ayaklanması, özgürlük talepleri, askeri diktayla “değişim” göstermişti, özgürlükle değil…
***
Kimse bir başkasının ölümüne sevinmemeli.
Bu darbeci de olsa, diktatör de olsa, zalim de olsa.
Ancak, sevinmemek, insanın pek de elinde olmuyor.
Tutamıyorsun kendini, mazlumların zaferi olarak alıyorsun, mağdurların öcünün alındığına inanıyorsun.
Eski Türk filmlerinde kendimizi kahramanın yerine boşuna koymazdık.
Kötü karakteri oynayan “Kalleş Artistler” hep iyilere zulmederdi.
Bundan haz alırdı.
Yaptığı kötülükleri zevkle yapar, yalan, dolan ve iftiralarla “asıl oğlan”a az çektirmezdi.
Veya tuzağına düşürdüğü “asıl kız” yani kadın karaktere zulümler yapardı.
“Bu kadar da olmaz” derdik, bir insanın o kadar aşağılık olamayacağına inanırdık.
Ama iyi bilirdik ki, dünyanın en vahşi canlısı insandı.
Dünyanın en iyi canlısı da insandı üstelik.
Bir melek de olabiliyordu, şeytan da, azgın bir canavarda.
Hepsi, insanın kendi elindeydi.
Adam olmak, sanıldığı gibi kolay değildi.
Belki dünyanın en zoru, adam olmaktı.
Kolayı seçenler zalimliği seçiyor, parayı ve makamı bulanlar zulme başlıyor, kendilerini dünyanın sahibi sanıyorlardı.
Hiç ölmeyecek gibiydiler.
Bütün insanlığı bir köle, kendilerini tanrı gibi görüyorlardı.
Nemrut’un başına gelenden de, Firavun’un yaşadıklarında da bihaber değillerdi.
Örnekleri çoktu, ders alacak kabiliyetleri ise yoktu.
Sonra Irak’ta, Libya’da, Tunus’ta, Mısır’da kötü sonlara veya kötüye giden sonlara tanıklık ettik.
Hepsi insanlıktan çıkmış bir hale dönüşmüşlerdi.
Halkı ölümünü istiyordu.
Soytarıları gibi alkışlayanları özlüyordu onlar.
Çevresinde pervane gibi dönenleri…
Yağcıları, yağdanlıkları ve soytarılarıyla büyüyorlardı.
Onlar yoksa, kendileri de yok oluyordu…
Onlar “eneleriyle” vardı, gururları elinden alındığında zavallı bir köpek gibi öldürülüyorlardı.
Aslında bu sonu hepsi biliyordu ama kendilerine bir şey olmayacağını sanıyorlardı. Yakıştıramıyorlardı kendilerine, toz konduramıyorlardı güçlerine, saltanatlarına, şatafatlarına.
Yıkılmaz bir kale gibi olduklarını sanıyorlardı…
Tıpkı Beşer Esed gibi…
Dün Beşer Esed, o sonu gördü aslında.
Suriye’nin kalbine saldırı düzenlendi.
En yakınları gitti.
Eli silahlı katiller öldürüldü.
Akıllanır mı bilemem…
Örneklere bakınca akıllanacağı konusunda herhangi bir iyimserlik yok.
Ya savaş olacak, alaşağı edilecek, ya ikinci saldırıyla hayatını kaybedecek.
O güne dek ölüm korkusuyla yaşayacak.
Bir gün değil, her gün, her an, her saat ölecek, ölecek dirilecek.
Ama o ana dek daha zalim olacak.
Masum insanların canına kıyacak ve bütün diktatörleri bekleyen sonu, o da tadacak…
Değer mi, adam olmak bu kadar mı zor?
Twitimden seçmeler
Gorki: “Ateş karşısında bozulmayan altın, altın karşısında bozulmayan kadın, kadın karşısında bozulmayan erkek; kalitelidir.” demiş, “Makam karşısında bozulmayan”ı unutmuş :)