Ankara’da okulu bitirdikten sonra İstanbul’a yerleşme kararı almıştık. Yeni bir yaşam bizi bekliyordu ve benim için oldukça zor bir dönemdi. Bir taraftan iş bulmak, diğer taraftan yeni ve daha büyük bir şehirde yani metropolde yaşamak, bunlara ek olarak da yeni çevre, yeni arkadaşlıklar kurmak derken işim bir hayli zordu.
Durum böyle olunca, eş, dost, akraba aracılığı ile iş başvuruları yapıyor ve elimde günlük gazete iş ilanlarına bakarak uygun iş görüşmeleri yapıyordum.
İstanbul büyük şehir olduğu için işyerinin eve yakın olması da önemliydi. Daha çok buna dikkat ediyor, yapacağım iş ve bu işin ortamı da bana uygun olmalıydı elbette.
Nihayet kriterlerime tam anlamıyla uymasa da çalışabileceğim bir işim olmuştu. İşe başlamış, kısa zamanda da adapte olmuştum. Biraz çalışıp maaş almaya başlamak ve sonrasında ihtiyaçlarımı karşılamak beni nasıl da mutlu ediyordu.
Bir gün işe giderken minibüsten indim. Yürüme mesafemin olduğu yolda çeşitli giyim mağazaları vardı, arada vitrinlerine bakarak giderdim. O gün bir mağaza vitrinini yenilemişti. Bir elbise oldukça dikkatimi çekmişti, bu elbiseyi çok beğenmiştim. Ev geçindirme zorunluluğum olduğu için kazandığım parayla genelde evin ihtiyaçlarını karşılıyor, küçük bir bölümünü kendi şahsi giderlerim için harcıyordum. Bu sebeptendir ki harcamalarım idareli olmalıydı.
Her gün işe giderken mutlaka o vitrin önünde birkaç dakika elbiseye bakıp, işe gidiyordum. Üzerindeki etiket benim için yüksek bir meblağdı, alamazdım fakat satılmasından da korkuyordum. Bu nedenle her gün kontrol etmeden gidemiyordum işe…
Ramazan ayı bitmek üzere, bayrama birkaç gün kalmıştı. Hafta sonu bayram için kıyafet bakmaya çarşıya çıktık ablamla, vitrinlere bakıp ne alabiliriz diye düşünüyorduk ki, bir anda aklıma o elbiseyi ablama da göstermek geldi. Durumu anlattım ve karar verdik o mağazanın olduğu yöne doğru yürümeye. Bu arada ben bir yandan ne kadar beğendiğimi anlatıyor, bir yandan da “Fiyatı bizi aşar ama abla, bir görmeni isterim.” diyordum.
Nihayet geldik.
Birlikte vitrine bakıyoruz, ablama diyorum ki, “Bu elbiseyi alamayız ama sende yanımdasın hiç değilse giyeyim. Belki üzerimde hoş durmaz, beğenmedim der içimi rahatlatırım ya da güzel olursa da bir kez olsun üstümde görme fırsatım olur.” dedim. Tam mağazaya giriyorduk ki mağaza sahibi bizi karşıladı ve beni tanıdı hemen. “O elbise mi?” dedi. Çok şaşırmıştım “Nasıl yani?” dedim. Her gün bu elbiseye baktığını biliyorum, dedi.
Nasıl oldum bilemezsiniz.
Gülsem mi ağlasam mı şaşırıp kalmıştım.
Çıkardı vitrinden elbiseyi, “Üst katta giyim bölümü var, siz çıkın bir deneyin.” dedi. Nihayet elbise üzerimdeydi. Sanki bana özel dikilmişti. Üst kısmı beyaz alt kısmı mavi, elbise harikaydı. Nasıl çıkarır da bırakırdım şimdi bu elbiseyi, işim daha da zorlaşmıştı. Tam çıkarmak için kabine doğru yürürken mağaza sahibi geldi, “O çok yakışmış, tam da sana göreymiş.” dedi.
Bende gülümsedim “Evet öyle gibi.”!
Sen bu elbiseyi almalısın. Alamam teşekkür ederim.
Nerelisin, diye sordu. Elbistanlıyım, dedim. Ah bizde Göksunluyuz, dedi. Çok sevindim. Aynı memleketten sayılırız. “Ben hemşerime indirim yaparım, sana yardımcı olurum, sen al o elbiseyi.” dedi. Ablam ve ben şaşkın bir durumda “İyi, peki pazarlığımızı yapalım.” dedik ve elbiseyi hemşeri indirimiyle, imkanları da biraz zorlayarak aldık…
Paket elimdeydi, inanamıyordum. Nasıl mutlu olmuştum. Bayramda giydiğim o elbiseyi daha sonra işe giderken de giydim. Mağazanın önünden geçerken o elbise vitrinde değil, üzerimdeydi artık. Hiç unutamadım. Hiçbir kıyafetim onun kadar değerli olmamıştı.