ALİ EDE, NÂMI DİĞER TUSL'ÂLİ

.

Allah rahmet eylesin Ali Emmi (Tongut), Bölôba (Pınarbaşı) Mahallemiz de  "Kel Gadirler" olarak bilinen sülalenin mensubudur.

70'li yıllar ve öncesin de, o meşhur Göksun Ortaokulu'nda okuyanlar bizim Ali Ede'mizi şüphesiz çok daha iyi tanırlar.

Sert görünüm ve mizaç altında ki, Ali Ede'miz aslında bir o kadar merhamet dolu yüreğin, yeri geldiğinde de insanı kahkahalara boğan nüktedan kabiliyetin de sahibiydi O.

Ali Ede, ögrenciler farkın da olmasalar da, okulda ki tüm öğrencileri kimdir neyin nesidir bir bir tanırdı. Özellikle köyden gelen çocukların ebebeynlerinin "göz-ğulâk ol" diye evvel Allah emanet ettigi bilindik bir kapıydı Ali Emmi.

Ali Ede'miz, eğitimin devamı için okul çevresi, sınıf temizliği, kışın soba yakma gibi rutin görevlerinin yanın da, okul idaresinin kendine biçtiği otorite rolünün de sahibiydi. Sınıf harici Okul asayişi tamamen O'ndan sorulurdu.

Ögrenci için tehlike barındıran yerler neresi, kim nerede siğara içer veya disipline aykırı hareket nerelerde oluşur Ali Ede bir bakmışınız ki orada biterdi.

Hele hele bahçe de kavgaya tutuşan gençler gördü mü, vay onların haline. Ağır eliyle bir ona, bir de ötekine şaplânân vurdu mu gerisini söylemeye gerek yoktur herhalde. Onun vurduğu yerde gül biter  hesabı kimse bir şey demez diyemezdi Ali Ede'ye. Zaten itiraz edebileceklerle de uğraşmazdı O...

Aykırı bir tavır ve hareket olur da Ali Ede o mıntıkaya doğru yönelmişse O'nu görenlerin "Ali Emmi geliyor Ali Emmi !" diye ikâz varsa  çil yavrusu gibi dağılırdı hemen herkes.

Eski Orta Mektep girişi hemen solda ki görevli odası da, Rahmetli İsmâl Emmi nâmı diğer Albaz İsmâl (Baz) ve Ali Ede orada kalırlardı. Burası gece nöbetçi odası olduğu gibi, Okul idaresinin "idareli kullanılsın" diye renkli ve beyaz tebeşirler bu oda da muhafaza edilirdi. Öğrencilerse buraya "tebeşir odası" derdi.

Orta Mektep denilince, orada okuyanlarla birlikte, anıların kaybolduğu içimiz de derin bir hüznün çöktüğü bu yerle ilgili bir kaç söz söyleme gereği duyuyorum.

Bugün Göksun da belirli kuşağın evladı veya torununa gururla "işte ben bu okul da okudum" diyebileceği, anılarını canlandıracak niye bir tane bile okulumuz kalmadı ? Niye yıktık bu okulları ? Restore edilerek başka amaçlar için kullanılamazmıydı ?

Hani o güzelim pembe renkli Orta Mektep ? Yâ bacalarına leyleklerin yuva yaptığı İstiklal İlkokulu ? Ne zaman "mektebin bacaları" şarkısını duysam buruk bir acıyla o beyaz renli İstiklal gelir gözüm önüne. Nerede Atatürk Mektebi, hani nerede ? ve bütün bunlar niye...?

Tebeşir Odası deyince, hafiften geçiştirilecek bir yer değildi orası. Tebeşir bir devlet malıydı, israf edilmeden idareli temkinli kullanılmalıydı. İdarece bu işin emanet edileceği, israf ve savurganlığa geçit verilmeyecek yer de şüphesiz Ali Emmilerin yeriydi.

Ali Ede'mizle ilgili Orta Mektep de okuyanların çoğunun dolu dolu anıları vardır elbet. Ne zaman ki, devlet de israf veya israf ekonomisinden bahsedilse hep Ali Ede gelir aklıma. Yani O'na emanet edilen "Dövled Malı" tebeşiri koruma ve kollama da ki hassasiyeti, onların bu gayretleri sayesinde gelmiş olduğumuz bugünümüzün Türkiye'si.

Sınıflar da, sınıf başkanları yanı sıra bir de, bir güne mahsus "nöbetçi ögrenci" ler olurdu. Bunların asli görevleri, kışın soba için odun getirmek, çöp kutusunu boşaltmak, kara tahtayı temiz tutmak vee,  'vee' si çok önemli ihtiyaç kadar tebeşiri, tebeşir odasından almak, daha doğrusu alabilmek...

1-A Sınıfının nöbetçi öğrencisiyim, ders Türkçe ve öğretmenimiz Fatma İnal. Fatma Hocanım ögrencinin daha iyi anlaması için, renkli tebeşir kullanmayı tercih ederdi. Dolayısıyla tüketim de ona göre biraz fazla olsa gerek ki, tebeşir odasına gittiğimiz de Ali Emmi'ye Fatma Hocanımın dersi olduğunu özellikle hatırlatırdık.

Ama nafile, Ali Ede bir beyaz, bir kırmızı bir de mavi tebeşiri elimize tutuştururdu.

"Ali Emmi, Fatma Hocanımın dersi hâ !" dediğimizde de, "yeter o yeter ! ğabul mu" der, içimizden "Allah verede tebeşir yeteydi" diye sınıfın yolunu tutardık.

Dersin daha başların da renkli tebeşirin birinin kırılmasıyla bende bir "eyvah !" başladı. Hocanım onunla idare etse de gözüyle tebeşir arıyordu. Derken bir tebeşir daha kırılmaz mı ?

Hocanım kızgın bir halde " nöbetçi kim ?" diye sorduğun da ayağa kalkıp ' benim !' bile diyemeden, "git çabucak tebeşir getir, Fatma Hocanım istedi dersin" dedi.

Bir çırpıda sınıftan çıkıp, koşarak tebeşir odasına doğru yöneldiğim de, Ali Ede tebeşir odasının doğu cephesinde oturuyordu. Telaşla "Ali Emmi Fatma Hocanım tebeşir istedi" der demez, "verdik yâ ! bu nâdar tebeşir" diye, rahmetli yerinden kalktı tebeşiri elime tutuşturduğun da "neresine yetmiyo oâdar tebeşir ?" diye söylenirken, sırtımı döndüğümde okul kapısından bize doğru gelen Hocanımı gördüm...

Ali Ede, Hocanımı görünce de bana, "kızım sana söylüyorum gelinim sen anla " hesabı " yeter o yeter !" diye çekildi odasına . Hocanım ise konuşulanların hepsinden haberdar bir şekilde kafayı bir o yana bir bu yana  sallayarak O, önde ben arkada sınıfa yöneldik...

Adı bir tebeşir değil mi ? o öyle bir tebeşir ki, bir yazı kağıdı ki ardında bizi bu günlere  getiren; Ali Edeler, İsmâl Emmiler ve adları geçtikçe rahmetle minnetle andığımız nice kahramanlarımız, Hacı Baz'lar, Vural Dereli'ler var ...

Onlar öyle bir kahramanlardı ki; yokluk için de İstiklal Harbini kazananların, yokluğun muhânetin ne olduğunu bilenlerin torunları...

Onlar ki, bir kağıdın, bir tebeşirin millet adına hesabını vicdanların da veren, nesiller yokluk görmesin diye çırpınan bizleri bu günlere kavuşturan değerler. .

Rahat uyuyun Anadolu'ya serpilmiş ulular, rahat uyuyun tüm Ali Ede'ler..

Bu Şehir sizlere rahmet ve minnet borçlu.

Mekanlarınız cennet ola...

Dr. Mustafa Coşkun KALE'nin,

Henüz yayımlanmamış,

"Küçük Türkiye'm GÖKSUN" adlı eserinden.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

Yazarlar Haberleri