Fatih Sultan Mehmet’in lalasına dönerek, "Lala, lala!,Çeşm-i Cihan (Dünyanın Gözbebeği) bu mu ola”, dediği yerden yılda birkaç kez geçer, o eşsiz manzaranın keyfine varırız.
Cide’ye giderken ve dönerken o tepede durup seyre dalmak, közde çay yapan ailenin seyir terasına konuk olmak gibisi yok.
Öyle bir manzara ki, masmavi, uçsuz bucaksız bir deniz, denizin bir yanında karayla hiçbir bağlantısı olmayan küçük bir ada ve o adanın yanında karaya bir köprüyle (Kemere Köprüsü) bağlı olan yarım bir ada (burun), liman ve asırlardır dimdik ayakta duran kale…
Benim telaffuzum açısından hiçbir farkı olmayan Amasya ile Amasra’yı birbirinden ayıran yegâne fark, işte bu tasviridir.
Yoksa dilimle bir türlü anlaşamayan ‘R’ harfinin yer almadığı Amasya’yı, evleri ve elmasıyla çok severim. Onu bir başka yazıma konu edineceğim ama biz gelelim Amasra’ya…
***
13’üncü yüzyılda Cenevizliler tarafından ele geçirilen Amasra’yı, Sultan Fatih Sultan Mehmet Han, 1460 yılında savaşsız almıştır. Savaşsız almasına sebep ise oradan geçen herkes gibi benim de gördüğüm o doyulmaz manzaradır.
Belki de güzelliğin savaşı yendiği yerin tam adı Amasra’dır.
Sevgi galip gelmiştir Amasra’da.
Estetik, kabalığa, hoyratlığa, kana, gözyaşına, nefrete, düşmanlığa ve öç almaya galip gelmiştir, Amasra’da…
Rivayet edilir ki, Fatih Sultan Mehmet ordularıyla Amasra’yı fethetmeye geldiğinde, tahminen benim bulunduğu tepeden seyre dalarak, yazının başına aldığım o cümleyi lalasına sarf ederek, merakını dile getirmiştir.
Ve orayı kan dökerek almak istemediğini o güzelliğe dokunmaya kıyamayacağı belirten emrini verir; “Bu kadar güzel bir yere zarar vererek almak istemem. Kalenin anahtarını bana getiriniz.”
Ve getirilir…
3 bin yıllık tarihi, eşsiz manzarası, sihirli konumu, balıkçılığı, el sanatları, çalışkan ve sıcak kanlı insanlarıyla çok güzel biri yer.
Gitmeden önce Amasra’da nereler gezilir?” araştırması yapmıştım. Gürcüoluk Mağarası Tabiat Parkı, Amasra Müzesi, Ahatlar Tabiat Parkı, Barış Akarsu Parkı, Kuş Kayası Yol Anıtı, Direkli Kaya, Çekiciler Çarşısı, Ağlayan Ağaç, Kemere Köprüsü ve Amasra Kalesi ile plajları öne çıkan yerlerdi.
Amasra günübirlik gezi için ideal, konaklamak için hayli otel, pansiyon ve apartlar da var. Bu kadar yeri, günübirlik geziyle gezmek ne mümkün diye dert etmeyin. Amasra, küçük bir yer.
Derli toplu, her şey elinin altında. Karadeniz yemeklerinin yanında, başta balık çeşitleri, döner, İskender, Karadeniz pide çeşitleri ve ilk kez tattığım Dönerli Pidegibi birçok farklı yemek çeşidinin damak tadınıza uygun olduğunu göreceksiniz.
Genç yaşta trafik kazası geçirip hayata veda eden sanatçı Barış Akarsu, Amasralı. Onun adına bir park ve parkın içerisinde de bir anıtı var.
Kemere Köprüsü, kale ve adaya bakan kesim İtalya’yı andıran görüntüsüyle çok farklı ve olağanüstü bir güzellikte.
Amasra’yı hep tepeden izlemek hem de içinde yaşamak çok güzel. Özellikle yeşili, gözün görebildiği kadar ve belki de çok daha fazlası.
Amasralılar, böyle güzel bir yerde yaşadıkları için şanslı olduklarını bilmeliler.
Amasra’da tekneyle tarihi adaların etrafında gezebilirsiniz.
Köylü kadınların yöresel ürünleri sattıkları pazara denk gelirseniz, hiç alışmadığınız lezzetlere ulaşma şansı da yakalarsınız.
Yaşlı kadınların cana yakınlığı, şiveleri, sohbetlerinin yanında özellikle birbirinden ilginç ev yapımı reçel ve doğal ürünler çok güzel.
Çekiciler Çarşısı ise, laf olsun diye değil, gerçekten çekici bir yer. Birbirinden ilginç el yapımı hediyelik ürünlere de buradan ulaşabilirsiniz.
Kısacası Amasra, gezilecek, görülecek, yaşanacak ve sığınılacak bir limandır hem de en güzel limanlardan birisi. Eşimle birlikte hayran kaldık diyebilirim, çepeçevre kuşattı bizi Amasra…