Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Adıyaman mitinginde dikkat çeken bir pankart vardı. Pankarta gözü ilişen Başbakan Erdoğan, diktatörü bir de kendisi açıkladı. Bu isim hiçbir zaman “birinci adam” olamayan İsmet İnönü’ydü…
Adıyamanlılar, AK Partiye 11 yıldır destek verdikleri halde, ilk kez bu kadar yoğun bir kalabalıkla Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ı karşıladı. “Diktatör” suçlamasında bulunanların olduğu dönemde, Başbakana asıl diktatörü göstermişlerdi.
Peki gerçekten İsmet İnönü diktatör müydü?
Tek kelimeyle; evet!
Ancak bu, sadece kendisinin değil, CHP’nin de “bir daha asla iktidar olamamasına” sebep olan bir diktatörlüktü.
CHP’nin tarihine baktığınızda bir “Atatürk’ün CHP’sini” görürsünüz bir de “İnönü’nün CHP’sini” ve ondan sonra CHP diye bir şey göremezsiniz.
Mevcut yapı ise “o dönemin özlemi”ni yansıtmaktan öte değil.
Ebubekir Aytekin hocanın “Kemalist Devrimlerin Analizi” adlı kitabında, bu döneme ışık tutacak ve diktatörlüğün ne menem bir şey olduğunu gözler önüne serecek belgeleriyle, kaynaklarıyla, diyaloglarıyla İsmet İnönü ve diktatörlük gerçeği var.
Sadece o değil, CHP’nin halka neden yabancılaştığını, Milli Şef döneminde görmek mümkün.
Aslında CHP’liler o dönemi bir sahiplenmezse, şimdi çok farklı yerde olabilirler.
Ama bunu yapamıyorlar.
Onun laikliğini, dine karşı tavrını, ezan ve Kur’an’a karşı cephe almasını, cami alerjisini, köylülere bakış açısını, ikinci adam psikozuyla yaptıklarını ve Dersim’i ve İstiklal Mahkemelerini…
Bütün bunları “elimizin tersiyle itiyoruz” diyebilseler, CHP şimdi çok daha başka bir parti olabilirdi.
Zaten sorun da burada.
Halkçı olduğunu, Cumhuriyetçi olduğunu, hatta demokrat olduklarını söyleyen partinin, bütün bunların dışında bir yapı olması, sözlerin eyleme geçmediğini göstermesi bakımından dikkate değerdir.
***
Keşke biz bugünleri görmeseydik!
Ebubekir Aytekin hocanın kitabında ilginç bir Saraybosna anısı vardı, onu alıntı yapmak istiyorum.
“1937 yılında İsmet İnönü Saraybosna’yı ziyaret eder. Yahudilerin Havrasını, Protestanların ve Ortodoksların kilisesini ziyaret eder. Gazi Hüsrev Külliyesine doğru yönelir. İnönü Gazi Hüsrev Külliyesinin bahçesine girer. Etrafına bakınır. Ve kısa bir duraklama olur. Yanındaki büyükelçi ile bir şeyler konuşur, cami ve külliye ziyaret edilmeden dönülür. Saraybosnalılar merak ederler. İsmet paşa Kiliseleri, havrayı ziyaret etti de neden camiyi görünce gerisin geriye kaçtı?
Cevap olarak da ‘Türkiye laik bir ülkedir. Laik bir ülkenin camiyi ziyaret etmesi laiklik ilkesine aykırıdır. Bu sebepten ziyaret edilmemiştir.’ Osmanlının yetimleri Müslüman Saraybosna halkı büyük bir hayal kırıklığı yaşar. İnönü’nün arkasından bakakalırlar ve ‘Keşke biz bugünleri görmeseydik!’ derler.”
***
Aslında İsmet İnönü, sadece “laikliği dinsizlik” olarak algılayan birisi değildi. Bunu kendi yaşam tarzının ötesinde, toplumun tamamının uyması gereken “vazgeçilmez kural” olarak da biliyordu.
Bunu sağlamanın yolu da baskıydı, zulümdü, korku salmaktı, sindirmekti, hatta yoksul ve yoksun bırakmaktı.
İktidarda kaldığı 1950 yılına kadar bunu başardı da…
Ama ondan sonra Demokrat Partinin iktidarıyla birlikte CHP zihniyetinin halkın eliyle iktidar olmasının yolu da tümden kapandı.
O tarihten sonra CHP, sadece darbeler sonrası iktidar edildi, darbeciler eliyle…
Atama yapılıyorlardı ve yeniden seçim zamanı geldiğinde alaşağı etmek halka kalıyordu, halkçı bir partiyi…
Ondan sonra CHP’nin başına gelen tüm genel başkanların gözü de hep “darbe”de oldu, koltuğa oturmak için.
Ergenekon’un avukatı olmak, daha düne kadar cemaate olmadık sözler ettiği halde paralel yapının partisi konumuna geçmesi, hep bu arayıştan kaynaklanmaktadır.
CHP’nin AK Parti’ye bu kadar tahammülsüzlüğü ise “halk eliyle hiç iktidar olmadığı halde”, devletin tüm kademelerinde “CHP zihniyetinin hâkimiyetine” son veren parti olmasındandır.
CHP, hiç iktidar olamamıştı ama her zaman onun görüşleri, milleti inim inim inletmeye yetmişti. Milli Şef döneminin bütün yasakçılığı, zorbalığı ve tek tip insan arzusu, AK Parti iktidarına kadar sürdü.
Demokratik adımlar atıldığında, her değişen madde, eriyen CHP zihniyeti demekti. Bir başka deyişle demokratik açılımdaki her madde, diktatörlüğün sonu demekti.
Hani çok merak ediyorlardı ya diktatörü; Biz de aradık, sorduk, diktatörü bulduk!
Tweetimden seçmeler
Herkes soruyor, cemaat hangi partiye oy verecek, ben umursamıyorum. Çünkü şimdiye dek hangi partiye oy vereceğimi sadece ben belirledim.