Çanakkale Deniz Savaşlarının 100’üncü yıldönümü ve Şehitleri Anma Haftası nedeniyle yapılan etkinlikleri ve kahramanlık nutuklarını samimi bulmayanlardanım.
Hatta sosyal paylaşım sitelerinde Çanakkale’yle ilgili paylaşımları da çok samimi bulmuyorum. Samimi bulmadığım, kelimeleri süsleyenlerin, içeriğini sindirememeleri nedeniyledir. Samimi bulmadığım, savaşın bu ülkeye nelere mal olduğu bilinmesine rağmen, savaş çığırtkanlığı yapılmasındandır.
Vatan, millet Sakarya diyerek cümle kurmak, süslemek, içine biraz toprak, biraz damardaki asil kan, biraz da milliyetçilik katmak kolay.
Kahramanlık destanı yazan olunca, size kalan kahramanlığı anlatmaktır ve bu çok kolaydır…
Bir avuç Mehmetçiğin, dünyaya meydan okumasından hikâye çıkarmaktan kolay ne var?
Yoksullukla, yoksunlukla örülen bir destanı kesip, kopyalayıp, yapıştırmak, sizi kahraman etmez.
Kemalistlerin Mustafa Kemal Atatürk’ü Çanakkale Zaferinin bir yerine sıkıştırma çabası da, kimseyi kahraman etmez.
Kahramanlık, savaşmak da değildir.
Ölmek, sayısız kurşunların hedefi olmak da değildir.
Kahramanlık, senden beklenenin üstünde bir çaba göstermektir belki de…
Vatanı için, namusu için, onuru için yok olmayı göze almaktır kahramanlık.
Ama bunun hikâyesini yazmak, kahramanlık değildir.
Asıl kahramanlık ise yapılmayanı yapmak, ülkeyi dönüştürmek, diz çöktüklerine diz çöktürmektir.
Öldürmek, kahramanlık değil, yaşatmaktır kahramanlık.
Savaş olmadan tarih yazmaktır belki de kahramanlık.
Herkesin bir birine öfkeyle baktığı, hatta kanını içse yüreğinin soğumayacağı bir zamanda “barış” diye ortaya çıkmak ve barışa şiir yazmaktır kahramanlık.
Bütün siyasi kaygıları bir yana bırakarak, bütün Barış Çubuğu tüttürebilmektir kahramanlık.
Barışmak zordur…
Çocukluğumdan bilirim.
En iyi dostumuzla, bazen kardeşimizle küserdik.
İçimiz içimizi yerdi.
Dıştan nefretle baksak da “ah bizi bir barıştıran olsa” diye geçirirdik.
İlk adımı atamazdık, zordu; Gururumuz vardı, minicik olsak da…
Korktu diyebilirlerdi, incinirdik…
Aslında çok seviyormuş derlerdi, yüreğimizle oynarlardı…
Belki de hiçbir şey demezlerdi ama biz öyle diyeceklerini hayallerdik.
İlk adımı atmak, “barışıyorum” demek zordu.
Asıl kahramanlığın barışa atılan adım olduğunu ise barıştığımızda anlardık.
Büyüklerimiz araya girerdi; ikimizin elini tutup, yaklaştırırlardı.
Önce eller buluşurdu, sonra karşı karşıya gelmemeye çabalayan gözler…
Ve sonra yanak yanağa bir dokunuş…
İstemiyormuş gibi yapılan bir sarılma…
Ve sonra oyuna dalıp gitmeler…
Hiç küs olmamış, hiç kırılmamış, hiç incinmemiş gibi geçen harika zamanlar…
İlk adımı atan siz olduğunuzda, yüreğinizde meydana gelen anlatılması zor dalgalanmalar, kahramanlığın ne demek olduğunu gösterir.
Küsmek kolaydır çünkü…
Savaşmak da kolaydır; tıpkı küfretmenin kolay olduğu gibi.
Sevgi cümleleri kurmaktır zor olan; bütün tepkileri göğüsleyerek ve haykırarak “seni seviyorum” demektir zor olan.
Barışmak zordur ama barış güzeldir.
Zoru başarmaksa asıl kahramanlıktır.
Savaş çıkarmak kolaydır; savaş çıkaranların hepsinin zırdeli mertebesinde olduğunu düşününce bunun bir birikime de ihtiyaç duymayacağı açıktır.
Türkiye, 30 yılı aşkın bir zamandır adı konmamış bir savaşla insanını kaybediyor, ekonomisini çökertiyor ve derin yapılanmaların kök salmasına sebep oluyordu.
Bundan beslenenler vardı ve onlar için en uygunu savaşın sürmesi, kanın akması, anaların ağıt yakmasıydı.
Saçılan her nefret tohumu farklı kesimlerde “oy” deposu demekti.
Bazısı silahtan kazanıyor, bazısı güçten, bazısı derinlerde kurduğu iktidardan.
Hiç kimse barışa yanaşmıyordu, çünkü tam bir mayınlı tarla, pis bir işti…
Ama AK Parti, bütün eleştirileri göğüsleyerek, BDP ve HDP ise bütün tepkileri sindirerek barış için adım attı.
Kahramanlık, barışı sürdürmektir, tabanına birkaç cilalı laf söyleyip, “ırkçılığını” körüklemek değil, onu yapanlar zaten var.
Kahraman olmak isteyen, barış der, sadece barış, her zaman barış, illa da barış…
Tweetimden seçmeler
Sevdiklerimizin mezarında toprağı neden okşarız biliyor musunuz; saçlarını okşayamadığımız, hasretle sarılamadığımız için.