''Tarihçiler gerçeği sevmelidir. Bir tarihçi sadece gerçeği yazmakla yükümlüdür. Tarihçiler yazmadan önce tüm ilgili kaynaklara bakmak zorundadırlar. Kendi önyargılarını gözden geçirmeli ve bunların gerçeği etkilememesi için ellerinden geleni yapmalıdırlar. Ancak bundan sonra tarih yazmalıdırlar. Tarihçilerin temel ilkesi şudur: "Bir konuyu bütün yönleriyle ele al; önyargılarını bir kenara bırak. İşte o zaman gerçeği bulmayı ümit edebilirsin."
Justin McCarthy-ABD'li tarih profesörü
| Kıymetli okurlar, günümüzde birçok yanlış bilgiler gündeme gelerek polemiklere ( kalem kavgasına) yol açmakta. Bu da bilgi olmadan fikri olan insanların elinde tarihi yıpratan sonuçlar doğurmakta. Bu yüzden yıllar önce yaptığım bir çalışmayı tekrar yayınlama ihtiyacı duydum. Atatürk Selanik’te 1880/ 81 Müslüman, Türkçe konuşan, orta sınıfa yakın bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. O dönemlerde önde gelen birkaç ailenin dışında, Müslümanlar soyadı kullanmıyorlardı. Resmi kimlik, nüfus kütüğündeki kayıtlara dayalı idi. Bu Osmanlı nüfus kayıtları oldukça düzenliydi. Bunun yanı halk arasında da gelenek haline gelmiş olan kayıtlar vardı. Örneğin bir Müslüman bebek dünyaya geldiğinde, göbek bağı kesilirken bir isim vermek adetti. Buna göbek adı deniliyordu. Göbek adı genellikle Peygamberimiz Hz. Muhammed’e verilen unvanlar ya da dinsel bağlantıları olan diğer isimler arasından seçiliyordu. Sonradan her çocuğa günlük yaşamında kullanacağı bir ya da iki isim veriliyor ve kendisine verilen iki ismin birden kullanılması sosyal bir ayrıcalık görülüyordu. Atatürk, yaşamına Hz. Muhammed’e verilen “Seçilmiş Kişi” anlamına gelen Mustafa ismiyle başladı. Özellikle dindar ailelerde babanın, çocuklarının doğum tarihlerini evdeki Kuran’ın iç kapağına yazması bir gelenekti. Alirıza Bey’de bütün çocuklarının doğum tarihlerini böyle bir Kuran kitabına yazmıştı. Fakat göçler sırasında bu Kuran kitabının kaybolduğunu annesi Zübeyde Hanım söylemiştir. Osmanlı İmparatorluğu takvimler bakımından çeşitlilikler gösteriyordu. Resmi kayıtlar o yıllarda iki farklı takvime bağlı olarak kayıt ediliyordu. Dinsel amaçlar için Hz. Muhammed’in M.S. 622 yılında Mekke’den Medine’ye gidişiyle başlayan bir Ay takvimi(hicri takvim) kullanılmaktaydı. İdari işler içinde 1839 yılında başlıyarak bir Güneş takvimi(miladi takvim) kullanılmaktaydı. Rumi adıyla bilinen bu takvimde yine M.S. 622 yılında başlıyordu, ama aylar ve günler (Hıristiyan Jülyen) takvimine dayalıydı. 1 Mart’ta başlayan Rumi yıl, uluslararası Gregoryen takvime göre, 19 yüzyılda 13 Mart, 20 yüzyılda 14 Mart gününe isabet ediyordu. 1917 yılında Rumi takvime 13 gün daha eklendi. Böylelikle günler ve aylar Gregoryen takvimi ile eşleşti, ama aylar yine fark gösterdi. Buna göre resmi nüfus kayıtlarına göre Atatürk Rumi takvimin 1296 yılında doğmuştu ve bu yıl 13 Mart 1880 ile 12 Mart 1881 arasında yer alıyordu. Atatürk hangi ayın hangi gününde dünyaya geldiği kesin olarak tam bilinmemektedir. Ancak annesinin anlattığına göre oğlunu çok soğuk kış gününde dünyaya gelmiş olabilir buna göre 1881 yılının ilk aylarında doğma ihtimali yüksektir. Ancak kendisi Mayıs ayında doğmuş olmayı yeğliyordu böyleyse tarih 1880 yılına denk düşüyor. Cumhuriyetimizin kurucusu büyük lider Mustafa Kemal Atatürk’ün soy ağacı ile ilgili çalışmaları göz atalım. Osmanlı Padişahı Sultan Murat Hüdavengidar zamanında başlamak üzere, bütün padişahlık döneminde, Rumeli’ye, Balkanlar’a ve Avrupa’ya etkin olabilmek için Anadolu’dan topladıkları Türk ailelerini buralara özellikle yerleştirdiler. Atatürk’ün ataları da Konya ve Aydın yöresinden gelen Müslüman Oğuzların, Tanrıdağ ve Karagöz Yörüklerindendir. Anadolu’dan Rumeli’ye geçen Türk boyları ve ailelerin isimleri Osmanlı arşivlerinin il yazıcı defterlerinde tek tek belirtilmektedir. Bu kayıtlara göre, Atatürk’ün dedeleri, Anadolu’dan Rumeli’ye gidip Yunanistan’da Manastır vilayeti’nin Derbei (Debre-i) Bala Sancağına bağlı bulunan Kocacık Nahiyesine yerleşen ailelerden olan Hafız Ahmet Efendi soyundandır. Yani Kırmızı Hafız Ahmet Efendi’nin torunudur. Bu Kırmızı Hafız Ahmet Efendi kimdir? Bunu tanıyalım. Hafız unvanı Kuran’ı ezbere bildiğini gösterirken kullandığı “Efendi” unvanı eğitimli olduğunu işaret ediyordu. Ayrıca lakabı kaçak idi. Anlatılanlara göre, 1876 Mayısı’nda Selanik’te Fransız ve Alman Konsoloslukların öldürülmesinden sonra dağlara kaçmıştı. Bir Bulgar kızının İslam dinini seçmesini önlemek için yerel Hıristiyanların yabancı konsoloslukları yardıma çağırması, bir gurup Müslüman vatandaşını kızdırmış ve çıkan olaylarda konsoloslar öldürülmüştür. Büyük süper devletlerin savaş gemileri Selanik şehrini ablukaya alınca yerel yöneticiler isyanın elebaşlarını asmışlardır. Bu kayıtlar gösteriyor ki ailede İslami öğrenim geleneği vardı. Çünkü Atatürk’ün babası Ali Rıza Efendi’nin kardeşi Mehmet Emin’de hafızdı ve dini eğitim veren bir ilkokulda öğretmenlik yapıyordu. Araştırmalara göre Mehmet Emin’in oğlu Salih’de bu geleneği sürdürmüştü. Kısaca Mustafa Kemal ‘in baba soyu, AYDIN / SÖKE’nin SERÇİN köyünden gelerek Manastır vilayetine yerleştirilen “KOCACIK” Yörüklerin (Koca Hamza Yörüklerin) dendir. Bunlar Anadolu’nun Türkleşmesinde katkısı olan “Kızıl – Oğuz” veya “Kocacık Yörükleri Türkmenlerinden” geldiğini göstermektedir. Mustafa Kemal‘in Selanik’te mahalle ve okul arkadaşı, Kütahya Milletvekillerinden Mehmet Somer Bey ( 1882- 1950) anı notlarında şunları anlatmaktadır: “Atatürk’ün ataları Anadolu’dan gelerek MANASTIR VİLAYETİNİN DEBRE-İ BALA SANCAĞINA BAĞLI KOCACIK NAHİYESİNE YERLEŞMİŞLERDİR. Bunları ben Selanik’in ihtiyarlarından duymuştum. Kocacıkların hepsi öz Türkçe konuşurlar, iri yapılı adamlardır. Bunların hepsi Yörük’tür… Bunların kıyafetleri Anadolu Türklerine benzer. Yaşayışları, hatta lehçeleri de aynıdır.” Atatürk’ün babası Ali Rıza Efendi, Kocacık nahiyesinde 1839 yılında dünyaya geldi. Osmanlılarda başlangıçta devlet görevlileri din adamlarından oluşuyordu. 19 yüzyılda reformlar laik devlet memurları gereksinimini ortaya çıkarınca, bunların çoğu din adamı yetiştirmiş ailelerden gelmişti. Yönetimin en alt kadrosunda bulunan Ali Rıza Efendi de bunun bir örneği sayılırdı. Yaşadığı mahallenin Kuran hocalarının oğlu ve kardeşi olarak küçük bir devlet memurluğuna başlamıştı. Önce Evkaf (dini vakıflar) bölümünde çalışan Ali Rıza Efendi, görevi gereği bu vakıfların hesaplarını denetlemek üzere ufak taşra kentlerine gidip geldi. 1876–77 yılında Türk – Rus Savaşı öncesinde kurulan gönüllü birliğinde teğmen olarak görev yaptı. Aşağı yukarı aynı tarihlerde evlendi. Aynı zamanda işini değiştirip gümrük teşkilatına (Rüsumat İdaresine) geçti. Ali Rıza Efendi’nin yaşamında ki bu değişikliklerin kesin tarihleri bilinmiyor ve 1878 yılında savaşın bitiminden sonra gerçekleştiği tahmin olunmakta. Mustafa kemal Atatürk’ün anne soyu da KONYA / KARAMAN’dan gelerek Selanik ile Manastır’ın arasında bulunan VODİNA SANCAĞI’na bağlı “Sarıgöl” denilen “Kayalar” nahiyesine yerleştiler. Konya’dan geldiklerinden dolayı “Konyarlar” olarak Rumeli’de anılan Yörük Türkmenlerindendir. Bu aile 130 sene sonra Sarıgöl’den gelerek SELANİK şehrinin yakınlarına yerleştiler. Zübeyde Hanımın babası Sofuzade Feyzullah Ağa Selanik şehrinin doğusunda ki bugün de kaplıcaları ile meşhur olan KÜÇÜK LANGAZA’YA (LANGADHA) kasabasında çiftçilik ve ticaret yaparak yaşamını sürdürüyordu. (Atatürk ve kız kardeşi Makbule Hanımın kitaplarda bolca bahsedilen çiftlik burası idi, burada kargaları kovalayarak bekçilik yapmışlardı.) Gerçi ağa unvanı toprak sahipleri için kullanılmaktaydı. Feyzullah Ağa’nın pek büyük toprağı yoktu. Belki de uzakta yaşayan toprak sahipleri adına kâhyalık yapıyordu. Langaza yakınında bir çiftlik işleten oğlu Hüseyin Ağa’nın da durumu aynıydı. Atatürk’ün annesi Zübeyde Hanım, Sofuzade Feyzullah Efendini üçüncü eşi Ayşe Hanımın tek kızı olarak 1857 yılında Langaza kasabasında dünyaya gelmiştir. Atatürk’ün annesi Zübeyde Hanımın babası Sofuzade Feyzullah Efendi üç kez evlenmiştir. İsimlerini bilemediğimiz diğer iki eşi bir tarafa bırakılacak olursa, Zübeyde Hanımla birlikte Hasan Ağa ve Hüseyin Ağa, Feyzullah Efendi’nin üçüncü eşi Ayşe Hanımdan dünyaya gelmişlerdir. Yabancı bir yazar Zübeyde Hanım’ı şu bilgilerle tarif ediyordu: Sarışındı, düzgün, beyaz bir teni, derin ama berrak mavi gözleri vardı. 1857 doğumlu Zübeyde Hanım, 1839 doğumlu Ali Rıza Efendi ile 1870 veya 1871 yılında evlendiler. Bu evlikten altı çocukları olmuştur. 1- Fatma (1871/ 72 -1875) 2- Ahmet ( 1874- 1883) 3- Ömer ( 1875- 1883) 4- Mustafa (Kemal Atatürk) 1881- 1938 5- Makbule(Boysan Atadan) 1885–1956 6- Naciye ( 1889- 1901) Bu çocuklardan dördü uzun yaşamadı, değişik dönemlerde öldüler. Ali Rıza Efendi Selanik vilayeti Litohor Nahiyesi ve Yunan sınırında Çayağzı ya da Papaz Köprüsü adıyla bilinen kereste gümrük kapısına atandı. Maaşı 3 altın lira ya da 300 gümüş kuruştu oldukça iyi maaştı, yalnız devlet memurlarının maaşları düzenli ödenmezdi. Daha sonra memurlukla birlikte kereste ticareti yaptı. İleri yıllarda Ali Rıza Efendi, Selanik’te sahile inen yamaçta yaptırdığı, üç katlı dışı pembe boyalı, Ahmetsubaşı, (yada Kocakasım) semtinde ki ev Atatürk’ün doğum yeri kabul edildiğinden müze haline getirilmiştir. Tüm zengin Müslüman evleri gibi burası da, aile bireylerinin kullandığı harem ve erkek konukların kabul edildiği selamlık olarak iki bölümden oluşur. Ali Rıza Efendi öldüğünde Mustafa (Kemal Atatürk) 7 ya da 8 yaşlarındaydı. Dul eşi Zübeyde Hanım eşinin erken ölümüne işlerinin bozulmasına neden olduğunu düşünüyordu. Ali Rıza Efendi’nin hastalığına içkinin etkisiyle şiddetlenen bağırsak iltihabı tanısı kondu. 47 yaşında öldü, Zübeyde Hanım 27 yaşında dul kaldı ve kendisine devlet tarafından iki mecidiye (40 kuruş) dul maaşı bağlandı. Mustafa Kemal Atatürk’ün üvey babası Ragıp Efendi’den biraz bahsetmek istiyorum. Atatürk’ün askeri liseden mezun olmasından kısa bir süre önce annesi Zübeyde Hanım tekrar evlendi. Ciddi bir geliri olmayan genç bir dul olarak fazla bir seçeneği yoktu. Evlenmediği takdirde pek de zengin sayılmayan akrabalarının yardımlarıyla yaşamak zorunda kalacaktı. İkinci kocası RAGIP EFENDİ, karısı ölünce iki kızı ve iki oğluyla yalnız kalıvermişti. 1881’de Yunanistan’a bırakılan Tesalya’dan göç eden Ragıp Efendi, ikinci kez evlenirken tütün tekelinde alt düzeyli bir memur olarak çalışıyordu. Ragıp Efendi’nin küçük oğlu Hakkı tıpkı babası gibi reji memuruydu büyük oğlu Süreyya Osmanlı ordusunda yüzbaşı olarak görev yapmaktaydı. (günümüzde Yunanistan ile Makedonya sınırında ki Dhorani’de) ki çarpışmalarda ölmüştür, bazı kayıtlarda da intihar ettiği yazmaktadır. Mustafa Kemal’in üvey ağabeysi Süreyya Bey’den etkilenerek orduya gittiği söylenmektedir. Ragıp Efendi’nin kardeşi Albay Husamettin’in kızı Fikriye ile yakınlaşacaktı, fakat Fikriye ileri yıllarda Çankaya köşkünde karasevda uğruna intihar edecekti. Atatürk üvey babası olan Ragıp Efendiye her zaman sahip çıkmış ve ona para yardımlarında da bulunmuştur. Faydalanılan Kaynaklar Atatürk (Andrew Mango) Atatürk’ün Soy Kütüğü ( Burhan Göksel ) Bilgi Çağında ki Türk Gençliği ( Şecaattin Zenginoğlu) Atatürk Soyu, Ailesi ve Öğrenim Hayatı ( Yrd Doç. Dr. Ali Güler ) |
|