Ülkemizde kamplaşma olduğu, mahalle baskısıyla kimilerinin sustuğu, kimilerinin de konuştuğu iddialarına katılmıyorum ama buna benzer çok daha farklı şeyler seziyorum. Bu da aynı dili konuşma mecburiyeti…
İster siyasetçi olsun, ister “aydın” denen kesim ve isterse bizim gibi “kendi halinde” insanlar olsun fark etmiyor.
İyi gözlemlerseniz, bu savımı destekleyeceğinizden eminim.
En azından “gerçekten de böyle bir şey var” deyip, buna bir isim takabilirsiniz. Kimi “tehlike” der, kimi “düşüncede geriye gitme” der, kimi de “yerinde sayma” der ama övünülecek hiçbir isim takmayacağına eminim.
Ne yazık ki günümüzde sadece iki fikir var; AK Partiden yana olanlar ve AK Partiye karşı çıkanlar.
AK Partiden yana olanlar, konuşmalarında, ilişkilerinde, yazılarında, demeçlerinde “yana” olmak gerektiğine inanmış.
Bu düşüncedekiler, ortaya atılan düşünceyi, bir olayı, bir sözü veya yazıyı ya da bir yasa değişikliğini “içeriğe” bakarak tartışmıyor, “AK Partiden yana olarak” tartışmaya başlıyor ve doğal olarak da ya savunuyor ya da karşı çıkıyor.
AK Parti karşıtlarında da durum aynı.
O gün tartışılan neyse, tartışmayı ortaya atana göre bir karşı çıkış veya yanında duruş söz konusu…
Her iki kesimde de herkes aynı dili konuşuyor.
10 Kasımlarda olduğu gibi bir siren çalınsa ve herkes sussa, sadece iki kişi konuşsa, ülkenin tamamı adına konuşmuş olur.
Sosyal medyada da durum farklı değil.
Kahve köşelerinde hükümet kurup, hükümet yıkanlar da aynı dili konuşmaya başladı.
Farklı düşünen yok.
Her olaya farklı bir yaklaşım getiren, ufuk açan, olayların görünen yüzünden çok görünmeyen yüzüne dikkat çeken yok.
Türkiye’de bir fikir kısırlığı var.
Hiç kimse görünenin dışında bir şey söylemiyor.
Zaten görüneni, toplumun her kesimi de görüyor.
İletişim organları, dünyanın neresinde ne olay olursa olsun, istifademize sunmakta gecikmiyor ama istifademize sunanların sunuş şeklini sorgulamayı akletmiyoruz.
Uzaklara gitmeye gerek yok, yanımızda, yanı başımızda olan olayları da aynı dili kullanarak karşı çıkıyor veya destekliyoruz.
Hepsinde ölümüne bir savunma, ölümüne bir karşı çıkma söz konusu.
Düşünmüyoruz, araştırmıyoruz, farklı neler söylenebilir diye o güzelim kafamızı yormuyoruz.
Hazır düşünce veriliyor elimize ve biz o düşüncenin “mutlak doğru” olduğuna adeta “iman” ediyoruz.
Aksi bir şey söylemek isteyen çıkıyor ama hemen “durduğu yeri” göz önüne getirip, “durduğu yere” göre konuşmaya devam ediyor.
Düşünün ki, her seçimde AK Parti yüzde elliye yakın oy alıyor.
Bu toplumun yarısı demek…
AK Partiye oy verenlerin “aynı dili” konuşması, bu açıdan çok yadırganmaz, olmaması gerekir ama aynı partiye gönül veren, aynı lideri seven, aynı dünya görüşünü benimseyenlerin benzer dili seçmesi çok da yadırganmaz.
Gönül ister ki, toplumun yarısına tekabül eden AK Partide de her konuda birçok farklı görüş ortaya atılsın ve bunların içinde en iyisi, en güzeli, en kullanışlısı ve toplumun menfaatine en uygun olanı seçilsin ve bu defa bunun üzerine tartışmaya devam edilsin…
Ama olmuyor…
Toplumun yarısını oluşturan AK Partinin karşısında olan toplumun diğer yarısı ise farklı dünya görüşüne sahip olsa da, farklı siyasi partilere oy verseler de, farklı ideolojileri benimseseler de, hatta hatta “terör örgütlerine” yakın dursalar da “aynı dili” konuşabiliyorlar.
O zaman insan düşünüyor, neden farklı görüş benimseyeyim ki, neden farklı siyasi partilere oy vereyim ki, neden farklı farklı ülkelerin amacına hizmet edeyim ki…
Alırsın eline “durduğun” yerdeki görüşü, söylersin, hiç yorulmaz, hiç kafa patlatmaz, hiç araştırma zahmetine katlanmazsın…
Türkiye’de bugün yapılan ne yazık ki bu.
İki görüşü, çok görüşmüş gibi bize yansıtan siyasiler, aydın diye geçinenler ve sosyal medyada cirit atanlara prim veren bizler…
Unutulmasın ki, eğer bir yerde sadece iki görüş varsa orada görüş yoktur.
Böyle bir durumda konuşmak değil, susmak çok daha anlamlıdır, çok daha farklı bir duruş ortaya koymaktır…
Tweetimden Seçmeler
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, yaklaşık bin gün sonra yeniden AK Parti'de ve yeniden genel başkan ama zaten o hiç gitmemişti ki...