Çözüm süreci başladığından beri, 30 yıldan fazla süren anlamsız ve adı konmamış bir savaşın barışa doğru gidecek olmasının hayali bile ülkede olumlu hava estirmeye yetti.
Çözüm süreci, demokratikleşme veya barış için atılan adımlarda hep, “içi boş” olmakla suçlanan ve ortada bir paket, yol haritası, kırmızıçizgileri bulunmayan ve ne idüğü belirsiz bir çaba olduğu söylendi.
Hatta tek taraflı bir barış çabası olduğu, PKK’nın istediği gibi at oynattığı, hükümetin ise sessiz kaldığı söylendi, suçlandı.
Devletin kurumlarının çözüm süreciyle ilgili bir bilgilerinin olmadığı da sıkça tekrarlandı.
Özellikle çözüm olmasın diye direten kesimin medya organlarında genelkurmay başta olmak üzere askerin bile haberinin olmadığı sıkça belirtiliyor.
Hatta daha da ileriye giderek, çözüm sürecinin sadece Recep Tayyip Erdoğan ve Abdullah Öcalan’ın süreci olduğu da söyleniyor.
Buna rağmen üç yıldır şehit cenazesi gelmiyor.
Tabii ki, 6-7 Ekim olayları ve sonrasında yaşanan Kobani eylemleriyle ilgili ortaya çıkan çirkin olaylar ve sonrasında yaşanan acı tabloyu ayrı tutuyorum.
Adım adım bir şeyler değişiyor.
Bazen kanıksadığımızdan olsa gerek, değişenlerin, hayatımıza girenlerin ve farkında olmadan kabulleniyoruz.
Geleceğe dair senaryolar üretilirken “şunlar da olabilir” diyerek çok şey söylüyoruz.
Eskiden “olabilir” diye düşündüklerimizi, düşündüğümüz için korkan bir millet olduğumuzu bir kenarda sürekli tutmakta fayda var.
AK Partinin iktidara geldiği 2002 yılından bu yana, demokratikleşme, temel insan hakları konusundaki gelişmeler ve farklılıklarla bir arada yaşama çabasını kimse yabana atmamalı.
AK Parti, çözüm sürecini iyi götürdü, kötü götürdü veya eksik yaptı, tam yaptı gibi tartışmalardan çok daha önce “çözme iradesi bulunan” bir iktidar olması çok önemlidir.
Çözmeyi hiç düşünmeyen bir anlayıştan, çözüme karşı olan bir anlayış aynıdır.
Ama çözmek için çaba harcayan bir anlayışı, diğerleriyle eş tutmak insafsızlıktır.
Çözüm süreci boyunca AK Partiyi “ihanetle” suçlayanlara karşılık, “oyalıyor” diyen bir kesim de var.
PKK’yla pazarlığa oturuyor, ülkeyi böldü, parçaladı, taviz üstüne taviz veriyor, ülkeyi terör örgütü yönetiyor suçlamalarına muhatap olmak, hiçbir siyasi partinin alacağı risk değildir.
Buna rağmen bu riski alan bir partiye “oyalıyor” diyen ve sokakları ateşe verenler, çözümü istemeyenlerdir, barıştan yana olmayanlardır.
Ortam her gerildiğinde İmralı’ya giden ekip, döndüğünde ortamı sakinleştiriyorsa çözüm için karşılıklı bir çaba ve önemli adımlar var demektir.
Zaten önemli adımın en büyüğü, çözümün konuşuluyor olmasıdır.
Bu, başlı başına atılacak adımların ilkidir, yola çıkmaktır, sonuca doğru gitmektir, yarınlara ümitle bakmaktır, kardeşçe bir arada yaşamaktır, farklılıklara tahammül gösterebilmektir ve bir birini anlamak, derdiyle dertlenmek, sevincine ortak olmaktır.
Bu, barıştır, sevgidir, hoşgörüdür, muhabbettir.
Barış olsun demekle barış olmaz ama barış olsun diye karşılıklı bir çaba varsa ‘barış’ anlam kazanır.
Sen az geldin, ben çok geldim, şunu yapmadın, bunu yapmazsın diye ayak diretmek, barış istememektir.
Muhatabın bir tarafı terör örgütüyse onla barış yapmak kolay değildir.
En azından bunu halkına anlatmak, yerleşik kurumlarına kabul ettirmek, sindirmek pek kolay değildir.
Bir birini düşman görerek barışa doğru yol almak da mümkün değil.
Bazen duymayacaksın, bazen konuşmayacaksın, bazen yazmayacaksın, bazen kızılcık şerbeti içeceksin…
Sonuçta bir can kurtaracaksan susacaksın…
Ülkenin geleceğini aydınlatacaksan, sokağa çıkarak etrafı yakacak basiretsizliği göstermeyeceksin.
Ama ne olursa olsun, herkes iki elini başının arasına alarak düşünmeli…
Bahaneleri bir yana bırakmalı…
Bir geriye bakmalı; karanlık günlere, yasaklara, korkuya, kıyılan canlara, sakat bırakılan insanlara, yetimlere, öksüzlere, dullara, analara, bacılara…
Bir de ileriye bakmalı; bütün bunların olmadığı bir ülkeye…
Hangisi daha iyiyse bazı sıkıntıları göğüslemeyi, bazı eleştirileri duymamayı ve bazı homurtuları kesmeyi de göze almalı…
Bunu sadece iktidar veya HDP ya da PKK’ya söylemiyorum.
Asıl bahaneyi bırakması gereken, bu ülkenin her ferdi, STK’sı, kurumu, kuruluşu, insanı…
Bu açıdan Barışa Bak kampanyasını çok önemsiyorum.
Neci olduğunuz, hangi partiye destek verdiğiniz, hangi dine inandığınız, hangi mezhebe mensup olduğunuz önemli değil.
Önemli olan bu ülkenin bugününü ve yarınını aydınlatmak…
Önemli olan tüm acıları geride bırakarak, yarınlara umutla bakacak bir ortamın oluşmasına destek vermek.
Çözüm paketinin içeriğinde ne mi var; kendin için ne istiyorsan, bir başkası için de onu isteme var, yetmez mi?
Tweetimden seçmeler
Bütün savaşlar kötü olsa da, dünyanın en kötü savaşı, mezhep savaşlarıdır ve bu savaşın ne dini, ne ahlaki ve ne de insani yönü yoktur.