Eskiden sınavları kazanmak için insanlar varını yoğunu harcardı. Öyle sınava girmek için çalışıp çabalamaya gerek yoktu. Eşinin kolundaki bilezikleri, boynundaki altınları, yastık altında sakladıklarını, belki kıyıda köşede biriktirdiklerini verirlerdi, sınavı kazandıracak olanlara…
Şimdi soru çalınıyor hem de organize bir şekilde…
KPSS’de organize soru çalma yeni değil.
FETÖ’nün devlete sızma girişiminin ilk kapısıydı, soru çalma.
31 Temmuz’da yapılan sınavlar, soru çalma iddiaları üzerine iptal edildi.
Devlet Denetleme Kurulu, Ankara Cumhuriyet başsavcılığı soruşturmayı sürdürüyor. Sınavdaki soruların tıpkısının aynısı soru kitapçığında çıkan Yedi İklim yayınevi ile kimlerin bağlantılı olduğu soruşturma sonunda ortaya çıkar ama biz gelelim eskiden bu işler nasıl oluyordu ya…
***
Eskiden işe girmek için birçok ‘yasadışı’ yöntem vardı.
Yasal olarak işe girmekse zaten pek mümkün değildi.
Hak edene, hakkını veren bir hak kuruluşu henüz dünyaya gelmediği için, adamı olan işe girerdi, adam olduğunu sanarak, o da başkalarını işe koyardı.
Bir paralı işe girme vardı, bir de ‘yandaş’ işe koyma.
Yandaşlık halen geçer akçe olsa da, KPSS, yandaşı işe koymaya bir nebze engel oluyor.
Ama adrese teslim sınavlar, dün de vardı, bugün de var.
***
İlkokul öğretmeni, bir süredir dalgın olan öğrencisinin, parayla ilgili hiç etkinliğe katılmadığını, temizlik, yakıt ve dergi ücreti ödemediğini (O zamanlar temizlik, kömür, odun, cam, çerçeve ve dergi, fotokopi.. için para toplanırdı) fark edince çocuktan haberi almıştı.
Babasının bir iş olup olmadığını sormuş, vardı.
Durumlarının sormuş, durumları da iyiydi.
O zaman ne diye temizlik parası, yakıt parası, dergi parası getirmiyordu?
“Öğretmenim” diye cevap vermişti öğrenci, “Babam işe girmek için annemin bütün bileziklerini, gerdanlıklarını verdi, bütün paramızı da verdi. Ondan dolayı hiç paramız kalmadı. Babam bu ay maaş alsın, getireceğim” demişti.
Öğretmen, çocuktan aldığı haberi, savcılığa vermekte gecikmedi. Sadece o olayda birkaç kişi yakalandı, diğerleri sürdü gitti.
***
“Hamil-i kart yakinimdir” diye bol unvanlı kartvizitler verirlerdi siyasiler. O kartvizitlerle işe girilir, bir başkasının hakkını gasp etmenin huzuruyla çalışılırdı. Ama sorun değildi, zaten hak ederek işe giren olmayacağı için ha onun hakkı yenmişti, ha diğerinin, ne fark ederdi ki…
***
Bazıları “İlk maaşın benim” derdi, bazı açgözlüler, “ilk üç maaşın benim” ya da “Bir yıl boyunca maaşın şu kadarı benim” diyen insaflılar da vardı.
O zamanlar ATM kartına el koyma yoktu. O da sonra çıktı. Bazı gözü dönmüşler, işe yerleştirdiklerinin ATM kartına el koyardı, kendi hakkını(!) alana kadar da kartı sahibine teslim etmezdi.
Ekmek aslanın ağzındaydı, hatta midesine inmişti. Zor bela iş bulan insanlar da rüşvetle enseyi kalınlaştıran zalimlere fırsat vermeyi sürdürürdü. Birileri servetine servet kattı, birleri üç kuruşa talim ettiği için sevindi durdu. Hiç değilse evine ekmek götürebiliyordu.
***
İstanbul Boğaz Köprüsünü satan Sülün Osman ya da tam adıyla Osman Ziya Sülün’ün yaşadığı canım ülkemizde, “işe koyma kumarı” oynayan da vardı.
Şu şekilde çalışırlardı.
“İşe girmen için uğraşacağım. Kazanırsan şu kadar paranı alırım, kazanamazsan da şu kadarını”.
Adam aslında hiçbir şey yapmazdı.
Bir kumardı onun oynadığı.
Hayatını böyle idame ettiriyordu.
Sınava giren kişi, sınavı kazanırsa, “ben yaptım” oluyordu, kazanamazsa da “Vallahi çok uğraştım ama yüksek yerde adamı olanlar ağır bastı” diye bir de Allah’ı şahit gösterirlerdi.
***
Emanetin ehline verilmemesi, bizde yeni bir şey değil.
Gücü elinde bulunduran, daha fazla güçlenmek için eşini, çocuğunu, kardeşini, hısımını, akrabasını işyerine doldurmaktan çekinmediği gibi, “işe alım gücü” olan da bunu ranta çevirmekte gecikmezdi.
Bir de “ucuz siyasetçi” vardı, pahalı siyasetçilere karşın.
Bir ayakkabıya, bir gömleğe, bir takım elbiseye, hatta bir yemeğe “iş görenler” de vardı.
Bütün örnekleri “öylesine” yazdığım sanılmasın; şahit olduklarımdan derleme yaptım, hepsi bu kadar!
Yoksa daha neler var neler, maydanozlu köfteler…