70 öncesi yıllarda, eczanenin bile olmadığı, halk pazarının Cuma günü olduğu Göksunda, hem pazara hem de cuma namazı amacıyla yakın köylerden gelenlerle İlçe adeta dolup taşardı.
Ulu Caminin cemaat kalabalığı yollara taşardı. Ee namaz bitimi böyle bir kalabalık da işportacılar, üç kağıtçılar ve onların adamları için de bulunmaz bir nimet sayılırdı tabi ki.
Abdesli miydi bilinmez ama namazın ilk farzı biter bitmez, hemen bir serği açılır başlar bir elinde megafon öteki eline aldığı bir kutu ilaçla bağırmaya;
"muhterem Göksunlular elimde gördüğünüz şu mucizevi ilaç baş, diş, boyun ağrısı, sancı gibi bilumum ağrıları anında bıçak gibi keser" der demez, üç kağıtçının adamlarından biri hemen devreye girerek "vallâ seni bâ Allah gönderdi baş ağrısından namazı zor gıldım ver hele iki kutu" deyince;
Satıcı; "acele etmen aziz Göksunlu Hemşerilerim, biz sizler için geldik sözümü bitereyim der ve devamında; "sadece ağrıya değil mide barsak solucan şerit gibi insanı alimallah illengece çeviren tüm haşerata da bu asrın ilacının mucizevi etkisi var" deyince satıcının başı kalabalıktan zor nefes alınacak hale gelir.
İtiş kalkış; "sabahtan beri diniyon, bişey aldın da yok çekilde ızzıcık da biz diniyek" diyen mi ? iten mi, kalkan mı bir curcuna ki sorman getsin; güldüren, acınan, düşündüren bu canlı manzara...
Bırakın bir ilacın bu kadar hastalığa nasıl etki yaptığını aziz ve muhterem olmayı, Göksunlu hemşerilerim dediğinde bile satıcıya "sen nerelisin ki ?" diye sormak kimsenin aklına gelmez, gelmesine de; işportacıdan iyi bir aziz hemşeri (!) kazığı yendiği de aşikardı elbet.
Satıcısının bir başka adamı "ver hele beş altı gutu ?" dediğinde satıcı "hemşerim ilacımız sınırlı sayıda biz istiyok ki bu mucizevi ilaçtan tüm ümmeti Muhammed faydalansın" diye sayıp dökerken, yine adamlarından biri gâça veriyon gaça ?" der demez, eline önce bir kutuyu alıp kaldırarak "şu asrın ilacının kutusu bir lira, üç kutu alırsan iki buçuk lira, iki kutu alan bir buçuk versin ânıyâcâğınız size ikramlı olsun istedik. Az önce geldiğimiz Avşın da vallahi tane hep biridi"
"Burdan önce Avşındaydık alan alanaydı, sizi düşünüp tezgahı toplayıp kaçmasak vallahi bu bile size kalmazdı. Onun ûçun alan yâ bir alsın yâ iki, fazla almayın mal kaliteli mal. Bitmez diye bizim ğayğımız yok. Hem haftaya gene burdayız" Diye, güven, iltimas ne sayarsan say öyle cezbedilir ki halk, ilaç almadan da istese işportacıya para veresi gelirdi.
Yine satıcının adamlarından biri "yâ benim horânta çok horânta sen ver hele yanından altı gutu niniyecin malın sınırını" der demez; mal ikişer üçer altışar satılır gider. İşportacılar parayı koyacak yer bulamaz olurdu. Sergi tezgahı, cepler dolar taşar yanında getirdiği adamı hiç tanımıyormuşcasına "yâ hemşerim baban hayrına bu paraları sen topla üstünü de ver" diye işe dahil ederek halka da güven sağlardı.
İzdiham o kadar çok olurdu ki satıcıya yanaşamayıp onun yakınında gördüğü tanıdığına para uzatıp "baban hayrına iki gutu da bâ al hele" diyenleri de görebilirdin bu seromonilerde.
Vesselam tâka pikapa yerleştirilen adına ilaç denilen dolgu maddesi kireç ve nişasta olan ürünlerin alâyı kibar kutular içinde, "hemşerim", "aziz", "muhterem" diye, damardan girdiği Göksunlulara satılır biterdi.
Alınan ilaçlar köyde "ocaklı içeri" dediğimiz mutfakta, ocağın üstünde tuz biberin konduğu "âlınlık" da diğer hanelere karşı bir üstünlük işareti olarak kutusunda sergilenirdi. "Bu ne ?" diye soranlara da "vallâ Âmed getirik guvvetli bir ılâcımış.." denir dururdu hep.
Kullanılmayan, daha doğrusu kullanmaya n'olur n'olmaz diye cesaret de edilmeyen evin hanımının "atim mi ?" sözüyle atılır giderdi o ilaç (!) denen şey. Peki "niye alındı yâ ?" derseniz siz bunu tamamen toplum psikolojisinin gereği diye düşünün. Hani öteki aldı yâ, alıyor yâ !?
O gündür bu gündür siyasetçilerin kalabalık halk karşısında ki, hitabet ve çırpınışlarını gördükçe, malını "Aziz Göksunlular !" diye etkin maddesinin olmadığı, tamamen dolgu maddeli, dışı görkemli kutularda bunu ilaç (!) diye pazarlayan işportacılar gelir hep aklıma...