Diyarbakır Emniyet Müdürü Recep Güven’in basına yansıyan sözleri, bir anda Türkiye Gündemini belirledi. Doğrusu alışılmadık sözlerdi, bir devlet yetkilisinden duymaya alışkın olmadığımız sitemlerdi. Peki, Emniyet Müdürünün sözleri doğru algılandı mı, bir bakalım.
Aslında Diyarbakır Emniyet Müdürü Recep Güven’in sözleri ilk defa duyulmuyor, ilk defa bu kadar açık dillendirilmiyordu. Ama sorun, o sözlerin nasıl yansıtıldığıydı.
Basın, Sayın Güven’in tek bir cümlesini öne çıkardı; Dağda ölen teröriste ağlayamıyorsanız insan değilsiniz!
Ağır bir laf olduğu kesindi. Birilerini çok fena inciteceği, evlat acısı çekenleri derinden yaralayacağı muhakkaktı.
Oysa o sözün bir başı, bir de sonu vardı. Emniyet Müdürünü sadece o sözle değerlendirmek, içinde yer alanları göz ardı etmek, sağlıklı bir değerlendirme olmayacaktı.
Nitekim tüm siyasi partiler, sadece bu cümleyle Emniyet Müdürüne destek oldu veya karşısında durdu.
Bir söze takılmak, bir kelime veya cümleyle insanları yargılama huyumuz hiç değişmedi ve halen de değişmeden sürüp gidiyor.
Önce Emniyet Müdürü Recep Güven’in sözlerini analiz edeyim.
Sayın Güven, ilk defa Diyarbakır’da görev yapmıyor, bundan yıllar önce 1991 ile 1996 arasında da aynı yerde görev yapmıştı.
Boşaltılan köylerden haberdardı, yerinden yurdundan edilen insanların bugüne kadar ayakta kalmak için neler yaptığını da gözlemleyebilmişti.
1990’larda devlet yanlış yapmıştı, bunu mevcut hükümet de dillendiriyor, insanların mağdur edildiğini söylüyordu.
Sonrasında gelen 28 Şubat’la birlikte devlet adına yanlış yapanların cezasını tüm halk olarak ödüyorduk.
Bugün demokratik mücadelenin temelinde, darbe dönemleri ve özellikle 90’lı yıllarda yapılan hak ihlalleri vardı. Sayın Güven, o döneme atıf yaparak, “Boşaltılan her köyün aslında geleceğimize tehdit olduğunu biliyorduk. Meçhule giden insanların herhangi bir sisteme tabi olamayacağını da biliyorduk. Bugün yaşadığımız sorunun temelinde bu var.” diyordu.
Bu kısacık değerlendirme aslında o dönemde yapılan yanlışlığı anlatmaya yetmiyorsa da, kocaman bir yanlışlık olduğunu izaha yetiyordu.
Elinde neyi varsa alınan insanları metropol kentlerde kaybeden bir devlet vardı. Kimi ayakta kalmak için akla hayale gelmedik işler yapmış, kimi yanlışa düşmüş ve çoğu da bir hiç yüzünden ziyan olup gitmişti. O insanlar ne teröristti, ne yanlış yapanlardı.
Devlet, PKK’yla mücadeleyi belli noktalara kaydırma, iaşelerini azaltma adına hiç suçu olmayan ve sürekli iki arada bir derede kalan insanları yerinden yurdundan etmekle çözüm ürettiğini sanıyordu ama bunun doğru olmadığı, o insanlar sefilleri oynadığında görülecekti.
O zaman, o dönemi yargılamak ve eleştirmek sağduyulu herkes için bir haktı. Emniyet Müdürü de onu yapmıştı.
O tarihte, bunun yanlışlığına değinmiş, 2005 yılında ise “Dağda ölen teröriste ağlayamıyorsanız insan değilsiniz” demişti. Bu sözü, 2012’de değil, 7 yıl önce söylemişti. Ama hemen devamı da vardı; “Ama eline silah alıp çoluk çocuk demeden insan katleden canavarlaşmış bir teröristi de enterne edemiyorsanız devlet değilsiniz.”
İşte Emniyet Müdürünü eleştirenler, ikinci cümleyi değerlendirme gereği duymadan, birinci cümleye takılıp kaldı. Oysa tıpkı Emniyet Müdürü gibi bu iki cümle arasında gidip gelen milyonlarca insanımız var. Aydınlarımız, düşünürlerimiz, siyasilerimiz var.
“Benim yitik evladım dağa çıkmış, keşke ulaşabilseydim, normal bir hayat sunabilseydim. Keşke terörize olmasına mani olabilseydim diye ağlarım.” diye devam eden Sayın Güven, tıpkı uyuşturucu bataklığına düşmüş ve hayatı kayıp giden birisine ağlıyor gibiydi.
Eğer uyuşturucu müptelası olan bir gence ağlamak, onun yaptıklarını desteklemek değilse, bir teröriste ağlamak da onun yaptıklarını mubah görmek değildir.
Bir genci, öncelikle kendisine, yakınlarına, memleketine faydalı bir birey olmasını istemek herkesin ortak dileğidir. Aynı gencin, kendisini uyuşturucunun zehrine bırakarak, hayatını karartmasına üzülmemek mümkün değildir.
Benzetme doğru oldu mu bilemem ama her dağa çıkan genci aynı zamanda kaybetmeye başlıyorsak, örnek üzerine yeniden kafa yormamız gerekir.
Sayın Güven, “Bu Diyarbakır'ın kaderi olmamalı gözyaşı, kan. O kadar güzel insan yetiştirmiş ki fakat şimdi canavarlar üretiyoruz niye?” diye sorarken de, teröriste ağlamadığını, terörist olan gence yandığını gösteriyor.
Ve ekliyor, “O kadar güzel insan yetiştirmiş ki fakat şimdi canavarlar üretiyoruz niye? Denetimsizlikten, insana ulaşamadığımızdan, insan odaklı hizmet veremediğimizden. Bir çocuk dağa çıkıyorsa hepimizin payı var.”
Yok mu sanıyorsunuz, elbette hepimizin payı var.
Özellikle bugüne dek görevde olan, antidemokratik yöntemlerle ülkeyi yönetmeye çalışanları suçu var. Bunda darbecilerin, Ergenekon gibi örgütlerin, Jitem gibi yapılanmaların, Balyoz’dan çare umanların suçu var.
Siz insan kazanma yerine, insanları kaybetmeye odaklanır ve bunun için faili belli olan cinayetleri işletirseniz, dağa çıkanların önünü de kesemez, şikâyet de edemezsiniz.
Terör örgütünü doğuran baskıcı yönetimlerse, işkenceden medet umanlarsa, antidemokratik yapılanmalarsa, o zaman her darbe döneminde meçhullere gönderilenlere ve onların ocağına düşen ateşe yeniden bakmak gerekiyor.
Dağa çıkan ve kendi askerine kurşun sıkacak duruma gelen her teröriste, “kaybedilen genç” olarak baktığınızda, onun annesini, babasını, eşini ve çocuklarını düşündüğünüzde daha iyi anlayabilirsiniz.
Sonuçta bu topraklarda kayıp bir nesil var; bir taraftan anlamsız bir savaşın içinde yok olanlar, diğer taraftan onun acısıyla gözyaşı dökenler.
Bu ister şehit olan asker, ister dağda ölen terörist olsun fark etmez. Eğer siz bu insanları kurtaramıyor ve çözüme odaklı adımlar atamıyorsanız, sorunu kendinizde arayacaksınız.
AK Parti hükümetinin göreve gelir gelmez, attığı en olumlu adım olan Demokratik açılımın için doldurmaya yanaşmayan herkesin yaşanan acılarda parmağı vardır.
Burada BDP’ye de bir mesaj var aslında.
Biz dağda ölen teröristi kaybettiğimiz için yanarken, BDP’nin de şehit düşen her asker veya sivil için ağlaması gerekir. Eğer o gözyaşını dökersek, yüreğimizde ki yangını çoğaltabilirsek, çözüme çok daha yakın olacağız demektir.