Dokunuş
Silinmiştir çoğunun, yazı ile turası
Çoğunun, açılmıştır insanlıkla arası
Ne ise bazıları, buçukla kurtarır da
Ya hele bazıları, tam akıl fukarası
A.S.D
[Varlığından ve tehlike boyutundan asla şüphe duymadığım Haşhaşiciliğin, ananasçı kariyer lopçuluğun, cerahatçiliğin (!) ırağında… Ya da şöyle birazcık paralel yapılanmanın ötesinde… Gündemin dışına çıkarak, anlatacağım olay ayniyle vȃkîdir. Hem de yakın tarihte… Tahminen kırk yıl evvelinde, yakınımızda, yöremizde, yabanîliğimizde…]
Hanımı Habibe teyze, yakınarak sorar kocası Üzeyir emmiye: “Herif, el âlem para gazanıyo, sense durmadan tembel tembel yatıyon. Evde aazımıza atacak bir şeylerde galmadı. Herkes gimi (gibi) iş bulup çalışsan olmaz mı?”
Kocası Üzeyir emmi, biraz da ağırdan almak suretiyle: “Hanım sen heç güşümlenme (kaygılanma). Benim altın bilenzik ayerinde zenaanatim var golumda. Onnar hemen çalışsın, benim beş-on günnük çalışmama denk gelmez gazançları… Aletleri elime almıyayım yeter ki… Para dediyin ne, zibil…”
Fasıl, meraklanan Habibe teyzenin sormasıyla başlar:
-İlahem işin gücün ırasgele herif! Neyimiş acep şu altın bilenzik ayerindeki zenaatin?
-Ne demek şinci bu?!. Sen daha benim zenaatimi bilmiyon mu?!.
-Bilmiyom vallaha herif, görmedim ki bilem…
-Dur ööleyse aha ben saa (sana) gösteriyim madem!
Üzeyir emmi, sobanın yanında hazır duran maşayı kaparak; “Ula Arasat daanda galmışın galtak soykası, sen bilmeyip de başkası mı bilici zenaatimi? Nece gonuşursun yadırgı yadırgı? Al işte şu zenaatim, işte şu, aha şu, şu!.. Oorendin mi şinci?!.” der ve haşatını çıkartır Habibe teyzenin.
***
Ve nice sonra…
Yarası beresi iyileşir vaziyete gelip, artık bilmediğinin diyetini ödediğine inanarak; temkinlice korka korka sorar Habibe teyze: “Herifim, gusürüme galma da; eğerim minasip görürsen oorenmek istiyom şu zenaatiyizi, ne ki ola? Şinciye gadar habersizliyimi de baaşla gayri!..”
Kerâmeti kendinden menkul Üzeyir emmi; sanki ark altından bostanlık bağışlıyormuş edasıyla otoriter tavrını yarım ölçek yumuşatarak; anlatmaya koyulur:
“Bak avrat! Şunu eyicene belle ki, ben bir mümre (numara) gaşık- çomça ustasıyım. Yayık ustasıyım, zembil-sepet ustasıyım. Geder, Kör pınar’ın goyaandan iki gürgen aacı (ağacı) keser; en azından yüz adet gaşık- çomça yaparım. Sazlıkdan da bir eşşek yükü gamişinen çıbık kesip; dokuz-on adet zembil- sepet ördüm müyüdü, para hış…”
Bunu duyan Habibe teyzenin gözlerinin içi güler aniden. Kocasına karşı kalbinde hafif yollu kalan gücensimeyi ve iç burukluğunu unutarak sevinçle; “Aman, kele gadasını aldıım usta Üzeyir’im!.. Ne deyin bekliyodun ki şinciye dek? Yapması senden, satması benden gonşulara, akrebelere… Gaşıkları üçer gaymeye, çomçaları da beşer gaymeye verdik miyidi etek dolusu para eder. Artık düşlerime giren gadife fistanı da böölece giyerim heralım? Ne dersin hıı?
İlk defa yakaladığını sandığı varsıllık sevinciyle cesaretini toplayıp, bir de naylon ayakkabı isteyecekti ki; hayalî sevinci kursağında kaldı. Hışımla üzerine atılan kocası Üzeyir emmi (Deli Üzeyir), bu seferde kaptığı odunla bir yandan rastgele vuruyor, bir yandan da galiz küfürler eşliğinde gürleyerek söyleniyordu:
“Ula gıt akıllı kerkenez soylu!.. Ula sülalesi geçesice!.. Sen nasıl olur da benim el emeği, göz nuru hacetlerimi ucuz yollu satar savarsın hıı? Beni iflas mı ettiricin yoksam? Aha saa (sana) üç gayme! Ahan da beş gayme! Al şu da gadife fistanlık uçun! Şu da naylon ayakkabı parası!..”
Habibe teyze, saçı başı dağılmış bir şekilde odun sopasının her değdiği yerini tutarak yalvarıyordu: “Gulun gurbanın oluyum herif, aazımdan çıkdı yaanışlıkla!.. Garışmıyom, vallaacıma garışmıyom; gaça satarsan sat, guren (Kur’an)çarpsın garışmıyom!.. Gadife fistandan da vazgeçtim, naylon ayakkabıdan da!.. Amanı biliyosan!..”
Az önce sıkıca kavradığı odunu sobadan tarafa fırlatarak, iskemle yerine kullanılan söğüt kütüğüne oturdu erkeklik meziyetiyle. Direğe takılı kirli bir peşkirle kafasının terini silip kasketini düzelttikten sonra, tekrar söylenmeye başladı kaldığı yerden:
“İflas ettirecek beni yav!.. Tanesini on gaymeden aşşaa satarsam namerdim! Hele zembilleri göv yirmilikden guruş aşşaa verirsem küllümen ayıbım! Şuna bak yav, şu saygısıza bak! Evin horantası mı, yoksam duşman mı? ‘Ustanın her kekiçi (çekiçi) bir altın’ deyin, heç duymuşluun olmadı mı bu zamanaça?!. Benim yapacaam gaşıkları, çomçaları törisdik lokantalar havadan gapar! Bizim akıllı da, (!) gonuya gonşuya serpişdirici güya. Serpişdirici de, gosgoca Üzeyir usdayı dilenci durumuna düşürücü!.. Töbe yarabbim töbe!.. Çabık baa (bana) bir ‘hatize’ (Pekmez muhallebisi) bişir! De haydi çabık!..”
Adeta dam kepmiş, üzerine loğ düşmüştü Habibe teyzenin. Yüklüğün dibinde hıçkıra hıçkıra ağlarken, canı boğazında düğümleniyordu.