Ülkemizde “her on yılda bir” yapıldığına inanılan darbelerin “ayar” verme adına yapıldığını, “demokrasi” var sanan bazı siyasilerin “ipin ucunu kaçırdığı” düşünülerek hizaya getirildiği söylenir.
Elbette bu sadece söylemde kalmayan, gerçek olan bir yaklaşımdır.
Darbelerin her zaman silahla, tankla, tüfekle, işkenceyle olmadığını 28 Şubat’ta gördük.
Aslında 28 Şubat, belli bir tarihi olan darbe değil, o güne gelene dek hazırlanan senaryonun hayata geçirildiği ve sonrasında da oyunun devam ettiği bir darbedir.
Önceki silahlı müdahalelerde bile bir senaryo vardı. “Şartları olgunlaştırma” denen bu senaryo, darbe yapanları haklı konuma getiren iğrenç bir oyundan ibaretti.
Ama 28 Şubat farklı…
Başından sonuna kadar kurgulanan oyunun sahneye konulması ve bütün toplumun mağdur edilmesinin tam adıdır.
Sadece ekonomik yönden baksak bile, 28 Şubat’ın ülkeye faturası 300 milyar dolardan çok daha fazladır.
Bu rakam, yeni bir Türkiye inşa edecek kadar büyük bir rakamdır.
Ve bu rakam, birilerinin cebine gitsin diye yapılmış ve birileri de bu parayla servetleri dudak uçuklatacak hale gelmiş, halk ise sefilleri oynamıştır.
Elinde silah ve güç varken efelenen darbeciler, “28 Şubat’ın bin yıl süreceğini” söyleyerek, “sürüp giden” bir darbe yaptıklarını iddia etmelerinin altında, tüm kurumlara, kuruluşlara, medyaya ve sivil toplum kuruluşlarına sızmış Ergenekon yapılanmasına güveniyorlardı.
Aslında ortada Ergenekon diye bir örgüt var mıydı, yok muydu halen tartışılsa da, aslolan, Ergenekon’un darbecilerin düşünce yapısının kurumsallaşmış hali olduğudur.
Birazcık hafıza tazelemekte fayda var…
28 Şubat, 12 Eylül darbesinin hemen bitimi olan Anavatan Partisi’nin iktidar olmasıyla başlamıştı. Yapılan vetolar, nasıl bir ülke istediklerini gösteriyordu.
Darbecilerin işaret ettiği değil, halkın istediği iktidar olunca, vatandaşın kendilerini bir türlü sevmeyeceklerini de iyi biliyorlardı.
Bunu sadece o gün değil, tek parti zulmünün hüküm sürdüğü zamanlardan beri biliyorlardı.
Bunu bildikleri içindir ki, fikirlerini iktidarda tutmanın en kestirme yoluydu baskıların sürmesi.
28 Şubat süreci bu anlayışın bir ürünü, bunu gerçekleştirenlerse tek parti zihniyetine mensup olan, kendilerini “Ergenekon” yapılanmasında gizleyenlerdi.
Merhum Necmettin Erbakan’ın başbakan olmasıyla hızlana süreç, bir anda piyasaya sürülen aktörlerin oyunuyla kızışmıştı.
Halkın seçtiği bir iktidarı antidemokratik yöntemle götürenler, tehdit ve şantajla siyasilere “had bildirme” yarışına girenler, medya ve sivil toplum kuruluşlarındaki postal yalayıcılarıyla da süreci sıcak tutmayı başarmışlardı.
Elbette “bin yıl sürecek” derken kendilerince doğru söylüyorlardı.
Zira Erbakan hükümeti alaşağı edildiği halde mağduriyetler bitmedi, insanlar iftiralarla fişlendi, bir gece yarısı evden alınanlar geri dönmedi, yüzlerce aydın katledildi, Sivas’ta insanlar yakıldı, Başbağlar’da bebeleri bile katlettiler.
Hiç acımadan askerleri ölüme gönderdi, kendileri gibi terör örgütü olan “kardeşlerine” suçu yüklediler.
Süreci tamamladıklarına inandıkları zaman terör örgütünün silah kullanmasını gerektirecek bir durum da söz konusu olmadı.
Senaryoda kurgulayamadıkları tek olgu, AK Partinin tek başına iktidar olmasıydı. Yeni bir süreç başlayınca zor durumda kaldı, demokratik adımlarla, Avrupa Birliği çıkışlarıyla ve geçmişle yüzleşmeyle sıkıntıya düştüler.
Ve bir anda tekrar silahlar patladı, Mehmetçikler toprağa yeniden düşmeye başladı. Bu, Ergenekon’un İmralı’yla “derin pazarlığının” bir ürünü olabileceğini akla getirdi.
Amaçlanan, şehit cenazeleriyle iktidarı alaşağı etmekti.
Yani bugün “İmralı’yla pazarlık yapılıyor” diye kıyamet koparanlar, AK Partiyi düşürme adına farklı bir pazarlığın içindeydi.
Onda kan akıyordu, bunda kan duracak, fark ise bu…
MİT’teki operasyonun esas amacının da bu olduğuna inananlardanım.
Zira “o pazarlık” bilinmiyor olsaydı, Ergenekon’un hayatiyeti de bilinmeyecekti veya diğer hükümetler gibi “görülmemiş” gibi yapılacak, sineye çekilecekti.
Bütün bunları düşündüğünüzde, 12 Eylül darbesinin işkenceleriyle başlayan kanlı sürecin, 33 yıl boyunca 50 bine yakın insanın canına mal olduğunu, sakat kalanlar ve yüreği dağlananlarla, gözyaşını içine akıtanların sayısının bile bilinmediğini gösterecekti.
Ülke ekonomisini havaya savuran bu süreç, özellikle terörden en çok çeken bölge insanının mağdur olmasına, yatırımsızlık nedeniyle sefalete mahkum edilmesine ve insanca yaşayacak ortamın bir türlü gelmemesine neden oldular.
Bugün barışa karşı çıkanlar bilmeli ki, ortada ne bir pazarlık var, ne bir terör örgütü.
Ortada olan ve halen gösterimde olan iğrenç bir senaryonun yırtılıp çöpe atılmasından başka bir şey değil.
Bir başka deyişle barış geldiğinde, herkes kendi yerine geçecek.
Ve en önemlisi bu ülkede bu tür oyunlar tutsun diye yapılan bütün ayrımcılık kalkacak, insanlar eşit vatandaş olarak hür ve huzurlu bir şekilde yaşamını sürdürecek.
Ve bu ortamda yaşaması mümkün olmayan terör örgütlerinin ana kaynağı da, Silivri’de ömür tüketecek…
Twitimden seçmeler
Konuşunca hayatının roman olacağını söyleyen çoktur ama gerçekten hayatınızı kaç sayfaya sığdırabileceğinizi düşündünüz mü?
www.naifkarabatak.net