"Yaşadığı toprakların aydını olmanın temel şartları, bu bilgiler ışığında düşünmektir."
“Ne olurdu insanoğlu, inkâr edilemez,
apaçık bir gerçeklikle bilebilseydi!”
Zamanın içinde sürüklenen insanoğlu, acılarla ve sevinçlerle dolu yolculuğunda önemli kavşak noktalarından birine daha gelmektedir. Bu kavşak 1000 yıllık bir zaman diliminin aşılacağı 2000’li yıllardır. Öyle görülüyor ki yeni yüzyıl, tıpkı daha öncekiler gibi acılar ve sıkıntılarla gelmektedir. Çelişkiler, kinler, vahşete varan saldırılarla da geldiğini duyurmaktadır.
Batıda iletişim teknolojisinin geniş imkânlarını kullanan aydınlar, genel olarak insan sevgisi ve insan hakları gibi kavramları artık bir masal tekerlemesi haline getirdiler. Ancak, bütün güçleri ellerinde bulunduran ülkeler, kendi dışlarında gelişen olaylarda ölen insanlara karşı, onların en doğal hakkı olan yaşama haklarını koruyucu önlemler almadılar almayı düşünmediler, düşünmüyorlar. Ne tuhaftır ki bu ülkelerin yöneticileri, yaşama hakları olmayan, nerede, nasıl ve kimler tarafından öldürülecekleri belirsiz bu insanların karınlarını doyurmak gibi bir telâşın içindedirler. Doğrusu ölüme makyajla gitmek onu daha çok güzelleştirir, daha katlanılır ve daha sempatik yapar!
İşte bu yüzden artık batıda deniz tükenmiştir. Hangi yöne giderseniz gidin bir damla su, geminizi yüzdürecek diz boyu bir derinlik bulamazsınız. Bu tükeniş kendi iç çıkmazı değildir batının. Bu çıkmaz, yalnızca kendi acıları veya sancıları değildir. Başka insanların da acı ve sancıları hâline dönüşmektedir. Bütün ömrü boyunca bir kere bile denizi görmemiş, üzerinde gemi yüzdürmemiş insanların da acıları ve sancılarıdır. Yediğimiz yemekte, içtiğimiz suda ve soluduğumuz havada batının tükenişinin acılarını yaşıyoruz. Biz belki onlardan daha çok yaşıyoruz. Ruanda, Somali, Bosna bizden daha çok yaşıyor.
Ve artık Pakistan, Afganistan, Irak, Suriye, Lübnan ve en ana çizgileriyle Allah’ı birleyen ülkelerin tamamı… Batının demokrasi çığırtkanlığının, insan hakları savunuculuğunun bir kere daha sempatik maskesi altından çıkan iğrenç yüz, demokrasi getirmeyi düşündüğü bir ülkede köle pazarlarının kurulmasına gülümseyerek bakıyor. Libya’da kurulan köle pazarları Arap Baharı ve demokrasi ağacının meyvesi olarak 21. Yüzyılın bağrına bir bıçak gibi saplandı.
Batının tükenişi ve güç sarhoşluğu baharları kış, yazları bir cehennem haline getiriyor. Bugün İslam coğrafyasında 1994- 2017 yılları arasında ölen sivil insan sayısı 20 milyon kişiye dayandı. 20 milyon can ve nesli tükenmekte olan hayvanları çoğaltmak için harcanan milyonlarca dolar… İşte batının tükenmişliği… Bu tükenmişliği insan beyninin en hayvanca boyutlarını ön plana çıkaran hormonlarımızın karanlık hücrelerinden beslenen savaş çığırtkanlığı ve bunu besleyen mantık 19. Yüzyılın sosyal Darwinizmi ve Spencer…
Kendisini Tanrı’dan daha çok yaratıcı gören, bütün ufku mitolojik ilâhlarla kaplı batı, süs hayvanlarından, besi hayvanlarına kadar bütün canlılara, ölüm meleği olmaya devam ediyor... Onların doğumunu, ölümünü ve yaşama zamanlarını kuşatmaya ve yönlendirmeye çalışıyor. Kendisi sınırsız bir özgürlükten yana olduğunu ve bunun için savaşmak gerektiğini söylerken, yeryüzündeki bütün canlıların ufkunu kuşatarak istediği gibi doğmalarını, istediği gibi yaşamalarını ve istediği yerde... istediği zamanda ölmelerini sağlamaya çalışıyor.
Bu yer yuvarlağında güç sarhoşu olmuş günümüz insanından daha vahşi bir zorba yoktur. O, kendisinin ve yeryüzündeki bütün canlıların ilahı olduğu sürece bir bataklıkta battığının farkına varamamıştır. “İnsanoğlu, kendisini toprağa dökülmüş bir parça su üzerindeki saman çöpüne tutunan karıncanın kaptan-ı derya sanması” gibi bir rüya içindedir. Şimdi bu rüyanın sonuna gelmiş, yatağında sıkıntı içinde bir yandan diğer yana dönen insana benzemektedir. Sanılarını gerçek gören bu batının insanlığı yok etmeye sürükleyen şaşkınlığı, gücü elinde bulundurdukça üzerinde yaşadığımız mavi büyülü yuvarlak kan ve gözyaşı dolmaya devam edecek. Oysa bilmeliyiz ki “sanmanın çoğu acı bir aldanıştır.”
Günümüzde artık batıdan çıkmaya çalışan bazı haklı isyan sözcükleri aydınların ağzına tıkanmakta cılız bir fısıltı halinde gök kubbede yok olmaktadır. Çünkü insanlık tarihinin gizli virüsü olan “Zayıf türlerin yaşama hakkı yoktur.” Kalıp yargısı kanla beslenen bir bebek gibi dünyaya geldi… Kanla semiriyor ve sürekli kan istiyor…
Böyle bir noktada ayakları Anadolu topraklarına üzerine basmış olan aydınımızın bir silkinişle uyanması, batının insanlığı bir felakete götüren bu kalıp yargılarını bir bir yok etmesi gerekiyor… Yoksa kontrolsüz bir güç haline gelmiş olan sanılar bizi de yok etmeye hazırlanıyor. Öncelikle batının bu çelişkili, açık ve aymaz davranışlarının yanlışlığını açıkça haykıracak aydınlar yetiştirmeliyiz. En ince ayrıntısına kadar batının düştüğü hataları alfabe öğretir gibi bütün dünyaya öğretmeliyiz.
Bir yolculuğa çıkmalıyız… Bu yolculuk eleştirel düşünmenin en ince yöntem ve teknikleri ile batılı aydının şu andaki düşünce sistemine, bu sistemi yöneten güç unsurlarına, bu güç unsurlarının amaç ve hedeflerine doğru olmalıdır. Bilinçaltlarına sıkışmış ilkel düşmanlık ve yok etme duygularının kaynaklarına doğru bir yolculuğa çıkmalıyız… Bize düşen en önemli görev budur… Aydınımız ve aydınımızın duyguları avuçlarında yoğuran sihirbazları olan edebiyatçılarımıza düşen görev budur. Bu bizi yaşadığımız topraklar üzerinde başı dik ve onurlu ve hayata doğru götürecektir.
(Yazarın "Anadolu Ezgisi" isimli kitabından alınmıştır.)