Bugün Dünya Engelliler Günü. Doğal olarak bugün herkes “sıcak” mesajlar verecek, onları ne kadar “önemsediklerini” anlatacaklar, neler yapılması gerektiği konusunda örnekler verecek, hayatı kolaylaştırmak için herkesin elinden geleni yapmasını isteyecekler…
İsterseniz, herkesten önce devletin yani kamu kurumlarının engellilere bakışına bir bakalım, sonra herkesin bakışının nasıl olduğunu şok edici rakamlarla inceleyelim.
Tarih boyunca “devletin kafa yapısı engelli” olduğundan olmalı ki, çok ilginç örnekler var.
Mesela, herhangi bir devlet kurumunda çalışırken kaza geçiren, devlete hizmet ederken herhangi bir uzvu iş göremez hale gelen kişileri hemen “geri plana” atacak formül ararlardı. Engellinin kamuda çalışması; odacı, santral memuru, evrak kayıt memuru ve arşiv sorumlusundan öteye gitmezdi. Bunu bulanlarsa “şanslı” kişilerdi. Çünkü devlet, kafanın içiyle değil, dışıyla uğraştığını sadece engellilerde değil, farklı düşünen, farklı giyinen herkeste kendisini göstermişti. Zaten eğitim imkânı da vermezdi ki, “iyi bir kariyer” edinecek fırsatı yakalasın.
Devletin “tek tip” insan modelinin sınırları belliydi ve bu sınırların dışında kalan herkesin sınıra yaklaştırılmasına “mevcut haliyle” izin vermiyorlardı. Devlete göre her Türk vatandaşı “sapasağlam” olmak zorundaydı ve aksini düşünmek mümkün değildi. Zaten “Bir Türk Dünyaya Bedel”di, boş yere bu laf edilmemişti.
O nedenle kamu kurumları “sağlam insanlara” göre dizayn edilmişti. Hiç kimse mesai arkadaşının nasıl işyerine gireceğini, nasıl üst katlara çıkacağını hesap etmezdi. Böyle bir sorun olduğundaysa “giriş katı” çözüm olurdu.
Elbette bütün bunlar çok değişti, çok merhale kat edildi, şimdi herkes çok daha duyarlı…
Herkes mi, gelelim “herkes”e…
***
Bir araştırmadan birkaç çarpıcı sonucu aktararak, bugün sıcak mesaj verecek “herkesin” içinde olup olmadığınızı yoklamanızı/yoklamamızı isteyeceğim.
Yöneticisi olduğum Beyazay Derneği, Genar Araştırma Şirketi’ne, ülke genelinde ‘Birlikte Yürüyoruz’ isimli bir araştırma yaptırdı.
Bu araştırmanın adı “Birlikte Yürüyoruz”du ama çıkan sonuca baktığınızda birlikte yürümeyi bir yana bırakın, göz ucuyla bakmıyorduk bile…
Belki de bizim asıl sorunumuzdu bu; Biz ne birlikte yürüyebiliyoruz, ne birlikte düşünüyor, ne birlikte olabiliyoruz. Çünkü biz, “bize benzeyenlerle” bir arada olmayı isteyen bir millettik.
Zengin fakirle olamıyordu, kültürlü, kültürsüzün yanına yaklaşmıyordu, siyasi halkıyla buluşamıyordu, halk siyasisine çok uzaktı.
Oysa “kaynaşma” aradaki farklılıkları en aza indireceği gibi, sorunları da ortaya çıkaracak, empati yapma şansını verecek, herkes bir diğerinin gözüyle de dünyaya bakma şansını yakalayacaktı ve herkes, bir diğerini olduğu gibi kabul edebilecekti.
Öyle olsaydı, ülkede yaşanan sorunların çoğu kalmazdı.
Başı açık bir genç kız, başı örtülü bir genç kızın hayattan beklentisinin nasıl olduğunu bileceği gibi, başı örtülü de, başı açık arkadaşının beklentilerini, kaygılarını, sevinçlerini, üzüntülerini anlayabilecekti.
Ve o zaman, hiç kimsenin “öcü” olmadığını, “öcü”lüğün kendi zihnimizde yarattığımız bir paranoyadan başka şey olmadığını görecekti.
Ama yapamıyoruz…
Yaklaşamıyoruz bile…
Anketten sadece birkaçını sıralayacağım…
Mesela toplumun yüzde 76.8’inin şimdiye kadar görme engelli bir arkadaşı bulunmuyormuş! Bu kadar görme engelli insanımızın yaşadığı bir ülkede, yüz kişiden 77’sinin hiç “görme engelli arkadaş” edinmemesi dikkat çekici değil mi?
Peki arkadaşınız yok, siz hiç görme engelli birisinin nasıl yaşadığını merak ediyor musunuz, yüz kişiden 92,6’sı merak etmiyormuş…
Belki de “bana ne” diyorlardır, “benim gözüm çok iyi görüyor” diye övünüyorlardır…
Peki görme engelli vatandaşların kendilerini nasıl hissettiğini de mi merak etmezsiniz, etmezmişiz. Hem de yüzde yüze yakın (97.4) bir oran nasıl hissettikleri konusunda hiçbir bilgileri yok.
Görme engellilerin günlük ihtiyaçlarını nasıl karşıladığını bilmeyebilirsiniz, peki merak etmiyor musunuz, etmiyormuşuz. Bu nasıl bir duyarsızlıktır bilmem ama toplumun yüzde 98.1’inin böyle bir merakı yokmuş.
Oysa çok meraklı bir millet olmakla övünürdük, bu nedenle de magazin programları çok izlenir, merak uyandıran diziler rağbet görürdü…
Ve bundan sonra gelenler;
Görme engellilerin nasıl iletişim kurduklarından habersiziz, görme engellilerin hayata karşı duruşlarındaki yaşam felsefeleri hakkında bilgimiz yok, görme engellilerin ulaşımda karşılaştıkları sorunlardan bihaberiz, görme engellilerin eğitimlerini nasıl devam ettirdiklerini umursamıyoruz…
Bütün bunlarda yüzde 97’den fazla, yani toplumun tamamına çok yakını…
Bilmemek, görmemek, hiç karşılaşmamak.. bütün bunlar farklı, “umursamamak” veya “merak dahi etmemek” çok ilginç değil mi?
Yoksa sıradaki dizide acı çeken bir oyuncunun haline mi ağlıyoruz, döktüğümüz gözyaşı, sanal mı?
Kaldırın başınızı da çevrenize göz atın!
İnsanların gözünün içine bakın, konuşun, tanışın, kaynaşın…
Sahi komşunuzun kim olduğundan haberiniz var mı?
Twitimden seçmeler
Bazen kazandığını sandığın anın, aslında kaybetmeye başlayacağın uzun sürecin ilk adımı olduğunu nereden bileceksin!