Cumhuriyetin ilanından tam 16 ay sonra, 16 Şubat 1925 tarihinde, 88 yıl boyunca tartışılacak Türk Tayyare Cemiyetikuruldu. Daha sonra Türk Hava Kurumu (THK) adını alan kurumun adı, kurban derisi ve fitreyle eş olarak anılmaya başlandı.
Aslında bu “eş” kısmı biraz tartışmalı çünkü “gasp eden” şeklinde bir algı daha çok hâkimdi.
Cumhuriyetin ilk kurumlarından birisi olan THK, diğer kurumlar gibi bir bütçeye sahip olmadı. Onun geliri kurban dersi, bağırsak, fitre ve zekâttı.
Böyle bir kalem nasıl THK’ya verilmişti, doğrusu merak konusu ama bu hep bir sır olarak kaldı. Çünkü kurumun kuruluş gerekçelerinde ve görev alanında böyle bir kaynağı almasını gerektirecek tek bir kalemlik işi yoktu.
Üstelik millete bu kurumdan daha fazla hizmet eden kurumlar vardı.
Mesela Sosyal yardımlaşma, mesela Köy Hizmetleri, mesela Tarım İl Müdürlükleri veya Diyanet ya da Kızılay…
Ama bu kurumun bir imtiyazı vardı, küçük bir pay da kurban kardeşliği yaptığı kurumlara veriliyordu.
Kanun böyleydi ama insanlar kurban derisini ve fitreyi THK’ya hiçbir zaman vermek istemedi.
Çoğunlukla “el konma” şeklinde bir başarısı oldu.
Bütün resmi dairelerin araçları THK’ya çalıştı.
Kamu kurumunda görev yapanların önemli bir bölümü bu iş için görevlendirildi.
İllerde valiler, ilçelerde kaymakamların da esas mesaisi kurban derisi ve fitre toplamakmış gibi bir uygulama söz konusuydu.
100 milyon liralık pasta yabana atılır gibi değildi.
Oysa Kurban ve fitre dini bir ibadetti.
THK’nın görev alanına giren bir durum söz konusu değildi.
Kurban, Kurban Bayramında hali vakti iyi olan Müslümanlar tarafından kesilir, fitre ve zekât ise daha çok yoksullara ve Kur’an Kurslarına bağışlanırdı.
Kanun ise THK’yı “tek yetkili” kıldığından, kurban ibadetini yapanlar, deriyi nereye bağışlarsa bağışlasın, devletin polisi ve askeri eroin bulmuş gibi baskın yapıp, bütün emekleri boşa çıkarır ve kuzu kuzu THK’nın bütçesi şişirilirdi.
Bu paralarla ne yapıldığı hep kulaktan kulağa yayıldı, ibadetlerini özgürce yapamadıkları şikâyetleri ayyuka çıktı.
Üstelik kurban derisini THK’ya vermeyen düşman bilindi, hain ilan edildi.
Gönüllü olarak THK’ya bağış verenlerse Atatürkçü, Milliyetçi, devletçi, laik, cumhuriyetçi, kısaca “makbul vatandaş” olarak lanse edildi.
Oysa bunda bir yanlışlık vardı.
Cumhuriyetin kurulmasından bir süre sonra inançlı kesime yoğun baskı kuran devlet, onların bütün ibadetlerini şekillendirmeyi kendine hak bildi.
Ezanı Türkçeleştirdi, Kur’an-ı Kerimi, Kur’an diliyle okumak yasaklandı. Evlerden toplandı, bulunduranlar zindanlarda çürütüldü.
Camiler ambar yapıldı, çocuklarına dilediği ismi veremediler, düğün, cenaze törenlerini bile inançlarına uygun yapamadılar.
Öyle an oldu ki, “Allah” diyeni “irticacı” olarak fişleyip, haddini bildirdiler.
İnsanlar inandığı için işinden oldu, eşinden ayrıldı, çocuklarına hasret kaldı.
Hatta bir bez parçasından ibaret şapkadan devrim yapıp, uymayanların kellesini aldılar.
Bütün ibadetlere ayar veren devlet, Kurban ile zekât ve fitreyi ise teşvik etti.
Kurban, sosyal bir ibadetti.
Yıl boyu evine et girmeyen yoksul vatandaşların yüzü, Kurban Bayramında gülüyordu, derisini ise THK alarak servetine servet katıyordu.
Fitre ve zekâtta da durum farklı değildi.
Devlet, bu iki kaynağı da teşvik ediyor, hatta okullara sarı zarf dağıtılarak, şişkin hale getirilip, dönüşü sağlanıyordu.
Zarfın içine az para koyan çocuk rencide ediliyor, ailesi fişleniyordu.
En azından makbul vatandaş olmadıkları, cumhuriyetin temel niteliklerini özümseyemedikleri fikri ağır basıyor, yılsonunda öğrencilerin notu da buna göre ayarlanıyordu.
Neresinden bakarsanız bakın, bu bir zulümdü, insanların ibadet özgürlüğüne engel olmaydı ve bir gasp söz konusuydu.
Dün itibariyle bu gaspa son verildi.
Resmi Gazetede yapılan değişiklikle Türk Hava Kurumu'nun kurban derisi ve bağırsak toplama yetkisi elinden alındı. Üstelik de fitre ve zekât toplamasına da son verildi.
Elbette yine THK toplayabilecek ama diğer toplayıcılar, bunu rahatlıkla yapacak, kimse el koyamayacak, gönül rahatlığıyla bağışlanmayan bir gelire sahip olamayacaklar.
İşin doğrusu ibadeti yapan, derisini, bağırsağını veya fitre ve zekâtını dilediği kişi veya kuruma bağışlamakta özgür olacak.
Aslında işin doğrusu buydu.
Yıllarca insanların ibadetine karışan devlet, iş paraya geldiğinde müşfik tavrını takınabiliyordu.
Adeta “Biz ibadetin para getirenini severiz!” diyerek elini ovuşturuyor ve sadece bu ibadetin yapıldığı zamanlarda çehresini değiştirip, Müslümanlara sıcak bir yaklaşım sergiliyordu.
Ve bu da çirkin bir maskeydi, çok çirkin bir maske…
Tweetimden seçmeler
Dünya malına tamah eden biz değiliz. Bize tamah eden dünya malıyla başımız dertte:)