Kabul etmek lazım ki, paranoya, bizim için yeni bir bakış açısı değil. Ülke olarak çok uzun bir süredir, her olaya kuşkulu yaklaşmanın ötesinde, “öldük, bittik, tükendik” türü kaygıyla yaklaşıyoruz. Yaşadığımız darbe tecrübeleri ve o süreçte çektiğimiz sıkıntılarla da, köşemize siniyor, eskiden olduğu gibi yağ, şeker, un, makarna stoku yapıyoruz ve yakabileceğimiz “suç aleti” kitapları yakıyor, gömüyor, yırtıyor ve atıyoruz…
Paranoya, bir rahatsızlık biçimidir…
Aşırı endişe veya korkuyla karakterize edilir.
Mantıksız kuruntularla kendini gösterir.
Aslında bir delirme şeklidir de…
Paranoya, şizofreni gibi psikotik hastalıklarla iç içe olduğundan, çoğu zaman uzmanlar, hastalığın hangisini kapsadığını anlamak için farklı teste tabii tutarlar.
Bu tür insanların kendi çevresinde olan olayları, “kendini merkeze” alarak değerlendirme şekli de diyebiliriz.
Hayalinde bu olayı kendi ekseni etrafında canlandırdıkça, tehlike içinde olduğunu hissetmeye başlar ve bu korkuyla pek de sağlıklı olmayan davranışlar ortaya koyar.
Öyle şekerleme arasında hayal ettiklerinden ibaret değildir bu korkuya sebep olan hayaller. Binlerce hayal kurar ve binlercesinde hep kendisi hedefte olur ve hep kendisini yok etmeye hazır bütün bir dünya vardır.
Çok aşırı bir şüphe barındıran bu insanlara yaptığınız tavsiyeler de yerini bulmaz. O, kafasında kurguladığının başına geleceğini düşünmektedir. Ve sizin her söylediğiniz, aslında onun tehlikeye bir adım daha yaklaştığının işaretidir.
Bu insanlar, sadece kendisine değil, ailesine, komşularına, dostlarına, alışverişte olduklarına da zarar verir. Hatta bazen toplumun tümünü etkileyecek kadar sıkıntılı durumlar yaşatabilir…
***
Türkiye gibi darbe ve zulüm dönemi çok olan ülkelerde, millet olarak bazı konularda hassas olduğumuza kuşku duymuyorum. Bunun tıp dilinde tam adı nedir bilemem ama toplumsal olarak bir paranoya yaşadığımıza da kuşku duymuyorum.
Çünkü “yaşanılmış” olan acı dönemler, sütten ağzı yananın, yoğurdu üfleyerek yemesini anımsatıyor.
Ergenekon davasında ortaya çıkan belgeler, daha önce bu ülkeye ve bu ülke insanına yaşatılanlarla örtüşüyordu, sadece daha zalimceydi, daha hastalıklı bir kafanın ürünü olarak kendisini gösteriyordu.
Gezi olayları ilk başladığında normal bir çevre eylemi gibi algılanırken, bir anda darbeye kalkışmaya döndüğünü, yaşananlardan, ülke üzerinde hesabı olanların oyunlarından ve rantı kesilenlerin verdiği destekten anlayabiliyorduk.
Ve bu da bizim, olaya paranoya derecesinde kuşkuyla yaklaşmamıza neden oluyordu.
İstanbul merkezli “yolsuzluk ve rüşvet” adı verilen ama aslında tamamen başka hesap içinde olan bir operasyonda da bu paranoya kendini gösterdi.
Bu sadece darbe karşıtlarında değil, toplumun tüm kesiminde, olayın bütün taraflarında kendisini gösteriyordu.
Muhalefet, asla iktidar olamayacağını hissediyor, AK Partinin aldığı oy oranıyla çok uzun süre ülkede söz sahibi olacağını düşünerek, bir gedik açma peşinde.
Bunu öylesine paranoya derecesine getirenler var ki, her kaostan iktidar umar hale gelebiliyorlar.
Bunlara göre bütün kurum ve kuruluşlar AK Partinin ilanihaye iktidarda kalması için çabalıyor. Bütün dış güçlerin tek derdi de, AK Partinin iktidarda kalmasını sağlamak.
Cemaat paranoyası da bir başka tabii…
Olaya ne kadar dâhil olduklarını ve yayın organlarıyla ne kadar ajite ettiklerini bilmelerine rağmen, “Cemaati bitirme planı” olarak olayı yansıtmayı, içlerine sindirerek sürdürebiliyorlar.
AK Partililerin paranoyası ise yüzde ellinin dışında kalan herkesin partilerini alaşağı edecekleri yönünde kurulan gerçek veya gerçek dışı hayallerle ilgili…
Hatta buna yaşananlardan dolayı İsrail ve Amerika da dahildir…
***
Oysa yaşananlara bakarken, neyi getirip, neyi götüreceği üzerinde kafa yormak çok daha sağlıklı değerlendirmeyi getirir. Bunun için oturup hayal kurmaya, komplo teorileri üretmeye, bütün olayların sizi yok etmeye dönük olduğunu düşünmeye gerek yok.
Normal bir yolsuzluk operasyonunun bu kadar ses getiremeyeceği açık olduğuna göre bunun bir yolsuzluk operasyonu olamayacağını aklı başında herkes bir çırpıda anlayabilir.
Olaya dahil olan Amerika, FBI, CİA ve İsrail gibi ülkelerin ne gibi çıkarının olacağı ve neden bu tür operasyonla hükümeti alaşağı edeceklerini kuşkuya yer olmadan hesaplamak gerekiyor.
Yolsuzluk miktarıyla, süreç içerisinde ülkenin kaybına bakarak, Dimyat’a pirince giderken, nelerden olduğunuzu da hesaplamak gerekiyor.
Halk Bank’a her gün yatırılan bir ton altının ne kadar taliplisinin olduğunu ve siz ülkenizde bunu yargılarken, bir başka ülkenin altın akışını kendi lehine çevirdiğini iyi analiz etmek gerekiyor.
Cumhuriyet dönemi boyunca yapılmayan yatırımların ve demokratikleşmenin yaşandığı AK Parti döneminde, kimlerin bu “büyüme” ve “gelişme”den rahatsızlık duyup, sekteye uğratabileceğini iyi hesaplamak gerekiyor.
30 yıldan fazladır akan kanın durmasıyla, kimlerin iktidar ümidinin yok olduğunu düşünüp, “şehit cenazesi” olmadan, hayatlarını devam ettiremeyenlerin kan sevdasının farkına varmak gerekiyor.
Ve aslında bütün şer odaklarının “iman-inanç-ideoloji” ayrımı gözetmeden, bir yerde kümelenmelerine bakıp, “bunlar iyi niyetli” veya “kötü niyetli” diyebileceğiniz, çok sıradan ve çok alışıldık bir “gücü elinde bulundurma operasyonu” olduğuna karar verebilirsiniz.
Hele hele IMF’ye “borcunu kapatmak, her babayiğidin harcı değildir” tehditlerini her gün sallayan küresel sermayenin çıkarlarının dudak uçuklatan miktarlarını da iyi bilmek gerekiyor.
Aslında, belli kesimlerin hepimizi paranoyak gösterme çabasının altında yatan da budur.
Biz kafayı darbeye takmışız, millet iradesinin birilerinin ipoteği altına alınma çabaları var, ülke kaosa sürükleniyor, Müslüman’ı Müslüman’a kırdırmak isteyenler var, ülkeyi Suriye ve Mısır’a döndürme çabası var…
Bütün bunların hepsi biraz doğru, hepsi biraz yanlış...
Ama bu operasyonun asla ama asla yolsuzluk operasyonu olmadığı “kirli” ve “aşağılık” ittifaktan belli.
Çünkü bu olayda bir kesim paranoya olmuş değil, bütün kesimin “bizi bitirdiler, bitirecekler” türü sızlanışı var ve bu, topyekûn bir paranoyaya gittiğimizin gerçek resmidir.
Tweetimden seçmeler
Yeni yıl kutlamasında unvanıma “İl Genel Meclisi Üyesi Aday Adayı” yazacaktım, bir türlü elim varmadı. Biz yazarlar siyaseten kutlayamıyoruz!