Poyraz Sabri de denilen rahmetli. Hüseyin Ağa ve Melek Hatun'un en büyük evladıdır. Genç yaşta kaybedilen kardeşi rahmetli Gazi, Nazlı, Navruz, Remziye ve Makbule abla Poyraz Hüseyin'in diğer evlatlarıdır.
Remziye, çoğununuzun tanıdığı Göksun'un ilk şoförlarından rahmetli Jet Mustafa'nın (Yelaldı), Makbule ise; yakında kaybettiğimiz Ağalar olarak bilinen Mustafa Çavuşlar'ın (Yılmaz) oğlu rahmetli Alirza Abi'nin eşidir.
Makbule Abla denince; Dönemin de; boyu, bosu, gara gaşı, gara gözü ve endâmıyla Göksun'un en güzel kızlarından biri olduğunu buraya not etmeden geçemedim. Ee eşi rahmetli Alirza Abi'de hakezâ çok yakışıklı bir insandı. Üstelik yiğitliği de cabası, hala söylenir...
Bir Koçgiri Aşireti mensubu olan, Sabri Abi'nin babası Hüseyin Ağa, Sivas İmralı Karataş Köyün'den, Adana Kadirli'ye oradan Göksun Mahmutbey Köyü'ne sonra Bozhüyük Ağboyun'a ve nihayetinde 1928 yılların da Göksun Merkezine yerleşir.
Poyraz Hüseyin bu müddet zarfında çerçicilik yapar. Sonra o dönem Maraş Merkez de bulunan Mustafa Çavuş'ların bir kamyonuna ortak olur, hatta kamyonunun muavinliğini de Sabri Abi yapar. Bu iki aile Maraş'da altı üstlü aynı binada otururlar.
Poyraz Hüseyin ve Mustafa Çavuşlar sonra tekrar Göksun'a gelirler. Poyraz Hüseyin bu defa tenekeler halin de gazyağı ve benzin gibi petrol ürünleri ticareti yapar. Oldukça kilolu gibi görünen, elin de kehribar tesbihi yine kehribar ve gümüşten tütün ağızlığı olan 1981'de vefat eden Goca Poyraz'a tütün ağızlığını (emzik) Mahmutbey Ağa'sının hediye ettiği söylenir. Muhtemelen hediye eden rahmetlli İsa Batislam olsa gerek.
1928 doğumlu Sabri Abi, rahmetli Dursun Ateşoğlu'nun (Dursun Ağa-Kürt Dursun) kız kardeşi Sultan Hatun'la evlenir. Bu evlilikten Şeref, Remzi, Çerkez, Özdemir, Aydın ve Zekiye adlı çocukları dünyaya gelir. Sabri Abi aynı zaman da Göksun da uzun süre esnaflık yapan rahmetli Abdullah Vural (Şarapçı Abdullah) ile de bacanaktır. Burayı unutmayın lütfen !
Boylu, boslu, gaşı, gözü, bıyığı gara bu adam gerçekten yakışıklıydı. Giyim ve kuşamına yeterince dikkat eden biriydi. Nede olsa ister jip isterse de taksiciliği hele de mahkeme heyeti ve diger ilçe memur ve amirleriyle keşiflere gittiğinden dolayı giyim ve kuşamına mümkün olduğunca dikkat ederdi.
Boyraz'ı Göksun toprağın da sevmeyen yoktu. Köylü, kentli, hacısı, hocası hemen herkes bu adamı hep sevdi. Şimdi ıssız kaldığına bakmayın siz; Göksun Meydan'ı O'nunla güzel, O'nunla şendi. Hem, Boyraz Sabri'siz Meydan mı olurdu, yavan ve sığ kalırdı o Meydan Göksun'a..
Nedenini ancak yakın arkadaş çevresinin bildiği, O'nu kızdırdıkların da dili diline dolaşarak bağırması, sonra da küsüp kendini arabasına hapsetmesi, öfkesi geçip de tekrar arabasından indiğini de çevresinin O'nu alkışlayarak karşılama seronimisi olmasa, sakin bir adam sayılırdı bizim Boyraz'mız.
Bazen de şöyle bir şey olurdu; Boyraz'ı yakın arkadaş çevresi mi tahrik ederdi, yoksa kendi kafası estiğinde mi olurdu bilinmez; doğru öfkeyle kaynı Dursun Ağa'nın (Ateşoğlu) kapısına dikilir "benim gibi en yakışıklı damada en çirkin kızızı verdiiz, en çirkin adama da (Abdullah Vural) en gözel gızızı verdiniz Allah'dan revâ mı bu ?" diye sitemlenir. Anlayış ve hoş görü sahibi Dursun Ağa'da "yörü sen şimdi get, ben sabanân hallederim bu işi " diyerek göndermesi haricin de, yani Dursun Ağa dışın da gerçekten kimseye sıkıntısı olmazdı bu gönlü güzel adamın.
Ancak, müşteri sorduğu zaman bir fiyat verse de, genel de müşterinin uzattığı paraya "bereket versin" diye razı olan, tok gözlü, kalender bir adamdı Boyraz Sabri. Aynı mesleğe bir müddet devam eden oğlu Remzi'ye "hiç kimsenin ırzına namusuna göz dikmeyin, yol da bel de el kaldıran kim olursa olsun arabaya alın, kimseyi yolda koymayın" diye vasiyette bulunan da yöne bizim Boyraz Sabri'mizdi elbet.
Yok efendim parayla cuvara yakarmış, yok ruh arkadaşları Muharrem Be (Zıba) ve Gardiyan İsmâl (Kayıran) ile Cenup Pınarı'nda kepçe kiralayıp, yukarılar da, kepçe için de otururlarmış, yada gölge olsun diye arkadaşlarının isteği üzerine cipi yan yatırıp, onun gölgesinde de dertleşirlermiş falan, kime ne zararı oldu veya hayatları boyunca bu güzel insanlardan "ben zarar gördüm" diyen biri var mı ? Sahi var mı ? Bende yok bilirim sizler gibi.
1989 yılının güz aylarıydı, Göksun'da göreve başladığım ilk aylar yani. Sabri Abi'yi daire önün de taksisiyle görünce, bekleme gel yukarıda çay içelim deyince, insan sevdiğine kâhır etmez mi ? O hesaptan, "içmem senin çayını" dedi, dili diline dolaşarak. "ne bu vatandaşın çektiği, bâ göre hava hoş âhâ şindi Yeşilköy'e gediyom alırım para mı" dedi. Doğrusu sinirli halinden ne demek istediğini pek anlamadan, yukarı odama çıktım, aşağıda bekleyen Sabri Abi için çay söyledim, gözüm de bekleyen 8-10 kişiye takıldı.
Öğrendim ki, geneli 20-30 dönüm kıraç arazi sahibi bu insanlar, Türkiye'de geçinemiyorum diye İngiltere'ye sığınmacı olarak gitmek istiyorlar. Önce teknik personelle o günün hükmün de köye gitmek ve orada kalan süre içinde taksi gidiş-geliş ve bekleme süresi bir de personel harcırahı v.s derken epey bir külfeti var köylüye.
Hele de, kıraç arazi için devletin hesapladığı dönüme atıyorum 50 TL 'lık geliri azıcık aşıyorsa, o köylü geçimini Türkiye'de temin eder diye olumsuz rapor aldığını düşünün. Köylü gidememesine yansın, katmerli masrafını mı ? Tarım Müdürlüğünün raporu olumlu olsa da, işin bir de jandarma yönü var, gidecek olanların siyasi sicili v.s neyse orası bizi ilgilendirmiyor.
Teknik personelle toplandık. "Göksun çiftçisinin asgari geçimi için ortalama kaç dönüm sulu veya kıraç arazi ekmesi gerekir ?" diye sorum oldu. Hep bir ağızdan, İngiltere'ye gitmek isteyen köylünün haklılığı teyit edildi. Sonra da teknik arkadaşlarıma "arkadaşlar bırakın bunlar gitsin siz engel olmayın, sicillerin de sorun varsa zaten jandarma göndermez. Göreceksiniz, bu giden köylüler orada para biriktirip yıllar sonra tekrar Göksun'a dönerler, ya köyde ya da Göksun da refah içinde hayat sürerler, Göksun ve Türkiye için bir değer oluşur" dediğimi iyi hatırlıyorum.
Nitekim yıllar sonra, Yeşilköy, Alıçlıbucak v.s gibi Köylerimiz ve İlçe Merkezimiz ki yükselen bina ve villaların çoğu o zaman ki karşılıklı anlayışın eseri, o zaman giden 70-80 köylümüzün toprağına, yurduna bağlılığının bir göstergesi oldu.
Affınıza sığınarak bunları size niye anlattım ? Bu eserlerin baş mimarisi Boyraz Sabri de onun için, bir hatırlatma da bulunmak istedim. Onlar ki, aynı zaman da toplumun birer nabzı, onlar ki toplum adına yanlış gidenleri gören, duyan ve bunları güvenebileceği insanlara kâhır ve kızgınlıkla dile getiren, toplum barometreleri...
Nitekim, Sabri Abi'de bana derdini, sevdiğinden olsa gerek kızarak, kâhırle dile getirmemiş miydi ? "içmem ben senin çayını" dememiş miydi ? Köy, mezra, oba diyerek gezen toplumu iyi bilen biriydi Sabri Abi.
Zaten hassa yürekli, barış ve sevgiden yana bir gönlü vardı O'nun. Sevgi dedim de aklıma geldi. Yoğun kar yağmuru altın da Saimbeyli'ye bir gidişi var O'nun. Meydanda ki Atatürk Büstü kardan gözükmüyor. Sabri Abi hemen büstü temizler, çeketini çıkararak "Atatürk'üm üşümesin" diye büstün omuzlarına Saimbeyli'lerin alkışlarıyla bırakır.
Boyraz Sabri'miz bu satırlara sığmayacak kadar çok yönlü bir adam. Boyraz'ımızı malesef 2006 yılın da 78 yaşın da kaybettik. Cenazesi vefalı Göksun'lularca adeta bir insan seline döndü. Göksun O'nu, O'da Göksun'luyu çok sevdi.
Seni unutmak zor be Boyraz, mekanın Cennet olsun güzel adam.
Burada andıklarımızdan göçenleri rahmet kalanlarımıza sağlık ve afiyetler diliyoruz.
Dr. Mustafa Coşkun KALE'nin,
Henüz yayımlanmamış,
"Küçük Türkiye'm GÖKSUN" adlı eserinden alıntıdır.