-BİR KİTABA ELEŞTİREL BAKIŞ-
Geçtiğimiz hafta dünya Yeni Zelanda'nın Christchurch kentinde iki ayrı camiye cuma namazı esnasında düzenlenen silahlı saldırı haberiyle ürperdi. İbadet için camiye gelen insanlara saldıran ‘ruh hastası câni katil’ tüm dünyada nefretle anıldı. Brenton Tarrant ismindeki bu terörist kendince Türk ve İslam düşmanlığını böyle bir olayla göstermiş ve bir ‘rövanş’ almıştı. Ne rövanşı der gibisiniz!
Broken Hill olayından bahsediyorum.
Tarih 1 Ocak 1915…
Avustralya’nın New South Wales eyaletindeki Broken Hill kasabası…
Pikniğe gitmek için yola koyulan, içerisinde sivillerin taşındığı bir tren…
Bu trene ne idüğü belirsiz iki kişi tarafından ateş açılır, olay sonrasında faillerle beraber 6 masum insan ölür, onlarca yolcu ise yaralanır. Failler iki Afgan kökenli parasız pulsuz insanlardır. Birinin mesleği dondurmacılık, diğeri ise imamdır. Dondurmacı olanın ismi Gül Muhammed, imam olanın ki ise Molla Abdullah’tır.
Bu iki isim ne Türk, ne de “Broken Hill Savaşı” kitabı yazarı Salih Koca’nın iddia ettiği gibi Kahramanmaraş’la bağlantılıdır. Bu saldırıyı ve şahısları Kahramanmaraş’la irtibatlandırmak doğru olmadığı gibi aklî de değildir. Ötekileşen, dışlanan, kültürel farklılıklardan dolayı yapılan bu saldırının ne devrin hükûmetiyle, ne de Müslümanlarla alakası vardır. Bu gerçeği gerek yerli, gerekse birçok yabancı tarihçi söylemektedir.
Kitabı okuyup bu yazıyı yazma kararı aldığımda Kahramanmaraş’lı Tarihçi Yalçın Özalp Hocamızı aradım. Konuyu açtım, saldırganların Maraş irtibatını sordum. Hoca oldukça öfkelendi ve Metin Bey ‘asla’ dedi. ‘Faillerin Maraş’la irtibatı yoktur…’ sözlerini ekledi. ‘Dondurmacılıklarından’ mülhem ‘Maraşlı irtibatlandırmak’ tarihe ve bilime uygun olmaz dedi.
Telefonu kapadıktan sonra düşündüm… Yazarın iddia ettiği gibi Gül Muhammed’in sadece dondurmacılığından dolayı nasıl Maraş’lı kabul edebiliriz? Böylesi bir çarpıtmaya Kahramanmaraş’ın ‘dev dondurma firmalarından tutunda’ tüm şehir ahalisi ne der! Ne söyler! Neden düşünülmez bunlar? Devam edelim…
Salih Koca tarafından yazılan Broken Hill Savaşı kitabının arka kapak yazısında Yazar, şu ifadelere yer veriyor: “Tarihe geçmiş bu olay, dönemsel ayrıntılarla, uzun ve heyecanlı bir macera eşliğinde anlatılırken, roman sanatının geniş bir kurgusal imkânlarından da yararlanıldı. Şahıslardan birinin dondurmacı olması dolayısıyla eser, 1910’larda Anadolu’ndan, bir Osmanlı şehrinden, dondurmasıyla meşhur Maraş’tan başlatıldı…’
Sayın Koca, ‘geniş bir kurgusal imkân’ diye söylediği şeyin, roman sanatında karşılığı yoktur. Teknik olarak baktığımızda tarihi romanların kurgusu, merkezî planda değişemez/değiştirilemez. Teferruata bakan olaylar zinciri, vakıâlar arasındaki bilinmezlikler ‘bilinir’ hale getirilebilir, lakin roman sanatı asla ve asla gerçek hikâyenin değişimine izin vermez.
Salih Koca’nın ‘geniş bir kurgusal imkân’ diye sunduğu ürün ‘geniş bir kurgusal ihmal’ olarak gözümüze çarpmaktadır.
Olay gayet net ve açık…
Hürriyet Gazetesi yazarı Uğur Vardan’ı dinleyelim: Bugünden bakıldığında ‘Broken Hill Saldırısı’ olarak adlandırılan bu olay Avustralya tarihine kıtadaki ‘ilk terör eylemi’ olarak geçti. İngilizlerin Çanakkale’yi ele geçirmek için asker toplamaya çalıştığı bir dönemde, Afganların üzerinde bulunduğu iddia edilen Türk (Osmanlı) bayrağı, ‘Savaşa hayır’ kampanyalarının yükseldiği ülkede rüzgârı tersine çevirdi. Britanyalıların “Osmanlılar buraya kadar gelecek” propagandası karşılığını buldu. Olay ve failleri halen bir muamma; iki gariban Afgan’ın (ki Hint kökenli oldukları da iddia edilir) durduk yerde sivilleri taşıyan bir trene niye saldırdıkları, tam olarak açıklığa kavuşmadı. Söz konusu eylem üzerine birçok teori öne sürülürken İngilizlerin, ‘ANZAK’ları Çanakkale’ye getirebilmek için düzenledikleri bir provokasyon olduğuna dair iddialarda bulunuldu (ki bence de en akla yakını bu duruyor). Gerçekte Molla Abdullah ve Gül Muhammed bu eylemi niye planlamışlardı, niyetleri neydi, birer piyon muydular; bilinmez ama olay halihazırda yukarıda özetlediğim şekliyle tanımlanıyor ve ‘Broken Hill Saldırısı’, Avustralya halkının zihninde en nefret edilen tarihsel acılardan biri olarak duruyor. (http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/ugur-vardan/dondurmam-hamaset-41149755)
Sayın Vardar’ın ifadesi gayet açık değil mi?
Yeni Şafak Gazetesinde Muhammed Berdibek ise saldırganlarla alakalı şunları yazıyor:
Sonuç ne olursun ister komplo ister gerçek bir vaka. Herkes istediğine kavuşmuştu. Olay Avusturalya'nın birçok köşesinde infial yaratmış ve onların milliyetçi duygularını kabartmıştı. Sadece Broken Hill'deki Müslümanlar değil, Osmanlı'nın ittifak yaptığı Almanlar da Avustralyalıların hedefi olmuştu. Yabancı düşmanlığı o kadar artmıştı ki birçok kişi bulundukları şehri veya ülkeyi terk etmek durumunda kalmıştı. Çok kısa bir süre sonra Britanya İmparatorluğu, Avustralya ve Yeni Zellanda'nın Anzak birliklerini de savaşa çağırdı. İçlerinde Broken Hill'den de olan 20.000 Anzak, Gelibolu'ya savaş için geldi. Avrupa'da eğitim gören Anzak birlikleri ve Avusturalya'dan gelen Anzak birlikleri birkaç ay sonra kendilerini Gelibolu'da buldu. (https://www.yenisafak.com/yazarlar/muhammedberdibek/broken-hill-ilginc-bir-sava-hikyesi-2028894)
Bu olay İngiltere ve Avustralya tarafından planladığını ve planın başarılı bir şekilde işlediğini görüyoruz. Dönemin yasaları, zorunlu askerliğe izin vermediği için böyle bir planın yapıldığını savunan Broken Hill Tarih Kurumu Başkanı Densie ise şunları söylemektedir: "Bölge halkı savaşa karşı gösteriler yapıyor ve kasabadan savaşa giden gönüllüleri taşıyan trenleri taşlayıp camlarını kırıyordu. Onların savaşa gitmesine karşı gösteriler yapıyordu. Çünkü savaşın onlarla ilgisi olmadığını biliyorlardı." Bu ve buna benzer çok sayıda görüşü iktibas yapabilirim. Lakin sayfamızın hacmi buna izin vermez. Zaman ‘Hamasi tarih slogancılığı’ değil, devir ‘selefi İşidvari’ bir İslam anlayışı hiç değil. İngiliz işbirliğiyle yapılan 1915 Broken Hill saldırısı Anzaklar’ı Çanakkale’ye ‘taşıma’ adına güzel bir fırsat oldu ve masum Anzak’lar aziz Mehmetçik karşısında mahvoldular. Tarih ne İngiliz’i affeder, ne de Anzaklar’ı ‘ters algıyla bizlere düşman eden olayın faillerini…’ Böyle bir olay Osmanlı Devleti tarafından planlanamaz, koskoca devlet ‘iki kişiyle’ başka bir devlete plan kurmaz… Olayı bu şekilde değerlendirmezsek bu değerlendiremeyiş Osmanlı Devletini de küçültür.
Hal böyleyken bu hafta vizyona çıkan ve yönetmenliğini Can Ulkay’ın üstlendiği, senaryosunu da Gürkan Tanyaş’ın kaleme aldığı ‘Türk İşi Dondurma’, girişinde yazıldığı gibi bu olaydan esinlenerek kendince yeni bir tarih yazıyor, saldırının faillerini dondurmacı Mehmet’le deveci Ali, iki Türk yapıyor. Bu karakterler önce tatlı iki kafadar olarak çiziliyor ve yaşadıkları komedi tonunda anlatılıyor, sonra öykü milliyetçi sulara kayıyor ve ikili, Çanakkale’ye gitmek için yola çıkan ANZAK’ları durdurma düşüncesiyle asker dolu trene saldırı düzenliyor. Bu arada bütün bunlara sebebiyet veren, Türk-Avustralyalı demeden kendisine engel olanları yok eden biri var; İngiliz Yüzbaşı Wayne... Sinemada tarih elbette yeniden yazılabilir; bugüne kadar başta Amerikan filmlerinde olmak üzere hangi yaşanmışlıklar yeniden yazılmadı, hangi günahlar perdede aklanmadı ki? Ama mesela Avustralya cephesinden gelmiş, meselenin bütün boyutlarını enine boyuna perdeye taşımış, ANZAK’ların nasıl kandırıldığını göstermiş ve bunu tarihle oynamadan dürüstçe yapmış ‘Gelibolu’/‘Gallipoli’ (Yönetmen: Peter Weir / 1981) gibi bir film varken, benzer bir dürüstlüğe soyunmaksızın Avustralya halkının ruhunda ve zihnindeki acısı silinmemiş bir olaydan, hamaset dolu bir kahramanlık öyküsü çıkarmak ne derece savunulacak bir şeydir; doğrusu bilemiyorum. Kuşkusuz filmler tarih dersi vermek zorunda değildir, öykülerin ‘belgesel’ tavrında olmasını beklemek de beyhudedir. Ama Jean-Luc Godard der ki, “Bir kamera kaydırması ahlaki bir harekettir”. Başkalarını bilemem ama benim için öykünün kaydırılması da bir ahlaki harekettir ve ‘Türk İşi Dondurma’, öyküyü fazlaca kaydırmıştır. (http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/ugur-vardan/dondurmam-hamaset-41149755)
İşte böyle dostlar!
Yanlış yanlıştır… Kim yaparsa, ne adına yapılırsa yapılsın… Entelektüel olmanın ilk şartı ‘yanlışı doğrudan ayırabilmek ve eleştiriyi olgunlukla karşılayabilmektir…’
Broken Hill Savaşı kitabını okudum, kitabın bitmesiyle Yeni Zelanda’da hain cami saldırısı oldu. Dedim ki kendime acaba bu saldırı 1915’in rövanşı mı?