Seçimler, sadece bize has bir uygulama değil. Demokrasi olan her yerde, hatta demokrasinin esamesinin okunmadığı yerlerde bile (sembolik de olsa) sandık vardır, seçim vardır. Esas olan ise sandığın veya seçimin olup olmaması değil, sandığın açılmasıyla ortaya çıkan milletin iradesine saygı gösterilmesidir.
Ülkemizde uzun zamandır seçmenin iradesine saygısızlık, adeta bir yaşam biçimi haline geldi.
Demokrasiyi, “Benim adayıma/partime oy vermelisin”e indirgeyen bir kesim var.
Bu hastalıklı bir durumdur.
Demokrasi, toplumun iradesini ortaya koymaya yarar.
Çoğunluk nasıl yönetilmek istiyorsa onu belirler, ancak diğerlerinin de hakkının teslim edileceği bir yönetim oluşması sağlanır. Bir başka deyişle, “bana oy vermedin, sana hizmet yok” denilmemesi için de kanunlar, yönetmenlikler, yerleşik uygulamalar ve insanlık devreye girer.
Bu biliniyor elbet.
Bilinmesi başka, uygulamada görülmesi daha başkadır.
Kendisinin oyunuda, adayını da, tercihini de, partisini de, iradesini de, seçimini de her şeyin üzerinde gören, küçük dağları kendileri yaratmışçasına afra ve tafraya bürünen, halka tepeden bakan, onları bir sinek, bir karınca gibi bile görmeyen bir kesimin sürekli tekrarladığı bir hastalıktır, iradeye saygısızlık.
Onlara göre en iyi A partisiyse, o zaman herkesin o partiye oy vermemesi için bir sebep olmamalı. Hatta B, C, D, E..partilerine gerek bile yok. Hatta hatta, o A partisi terörle ilişkili de olsa, ihanet içinde de bulunsa, kirli ilişkiler de kursa, yalan ve dolanla işini götürüyor olsa da değişmez.
Hatta o A Partisi, beceriksiz de olsa, çapsız liderleri de bulunsa, liyakatin hiç uğramadığı bir parti de olsa bu değişmemeli. Meğer ki kendisi o partiyi ve o adayı destekliyor, o zaman bütün dünya o partiyi ve o adayı desteklemeli.
Gerçekten de tedavi edilmesi gereken bir hastalık halidir bu.
Demokrasinin gereği olarak yapılan seçim, milletin çoğunluğunun iradesinin belirlenmesi için yapılır. 5 yıl boyunca görev verilir ve beğenilmezse bir sonraki seçimde değiştirilir. Bu sistem, ‘benim adayım seçilirse doğru, aksinde yanlış’ diye düşünmek, diktatörlük özlemiyle dolu olmaktan başka bir şey değildir.
Hele bir de bunun deprem bölümü var ki, evlere şenlik…
6 Şubat’ta meydana gelen, sadece asrın değil, bana göre tarihin en büyük depreminde, “insan olan” herkes yardıma koştu. Elinde ne varsa, elinden ne geliyorsa, gücü neye yetiyorsa insanların mağdur olmaması için çalıştı, çabaladı, bağışladı.
İnsan olanlar böyle yaptı elbet…
İnsan olmayanlar ise bunu karşılıklı yaptığını ortaya koydu.
Tefeci de diyeceğimiz bu tipler, “biz size yardım ettik ama siz bizim partiye oy vermediniz” demekle kalmadı, hakaret ettiler, ağza alınmayacak küfürlerle cinslerini ve cibilliyetlerini ortaya da koydular.
Onlara göre, “Biz size yardım ettik, o zaman iradeniz de bizim elimizde.”
Ya da “Biz size yardım ettik, artık siz bizim kölemizsiniz, biz ne dersek onu yapacaksınız”
Hangisi olursa olsun, bir yardımı karşılıklı yapmak, her şeye benzetilir ama asla insanlığa benzetilemez.
İradeye saygısızlık ve yaptığı yardımı başa kalkma, bir kesime ait bir hastalık değildir. Bu bir insanlık sorunudur.
Demokrat olmak, bu nedenle herkesin harcı değil.
Senin istediğini, bir başkasının da isteyebileceğini unutmamak gerekir.
Sizin bir tercihiniz varsa, bir başkasının da tercih hakkı olduğunu da unutmamak gerekir.
Siz bir rengi seviyorsanız, başkalarının da herhangi bir rengi seçme özgürlüğünün olduğu da bilinmeli.
Hiç kimsenin sizin sevdiğiniz rengi sevmeye, gittiğiniz yere gitmeye, döndüğünüz yerden dönmeye, durduğunuz yerde durmaya zorlanmayacağının da bilinmesi gerekir.
İnsan, ne kadar özgür olursa o kadar insan olur. Aynı özgürlüğün diğer insanın da hakkı olduğunu bilerek, sınır belirlenir ve böylece özgürlüğün, bir başkasının özgürlüğünü elinden almamak olduğunun farkına varır.
Tercih de böyle, sandık da böyle, seçim de böyle…
Biz en iyisini bulmak için sandığa gideriz; sana göre en iyiyle bana göre en iyinin değişmesi de sadece demokrasinin değil, insanlığın bir gereğidir.