“Bu demirden bir el değildir, bu demir de değildir, aslında bu el de değildir” diye kendi sözünden müphem bir yaklaşımla olaya bakarsak ne olur, diye merak ettim.
Türk siyasi hayatının en önemli isimlerinden birisi olan eski başbakanlardan ve eski cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, dün vefat eti.
Her göçenin arkasından “iyi konuşmak” adetten olsa da “iyi bilirdik” deyip, dememek, sizde bıraktığı etkiye bağlı.
Ama esas olan biz olmadığımıza göre, ülkemiz ve ülkemiz insanına göre ne yapıp, ne yapmadığına bakarak değerlendirmekte fayda var.
Ama bunu insanımıza bırakıyorum.
Ben onu farklı siyasi yönüyle anlatmaya çalışayım.
Süleyman Demirel, hayatı boyunca sağ kesimin “lideri” olmuş ama “önderi” olamamış bir isimdir.
Onsuz siyaset olmayacağına o kadar inanmıştık ki, bugün bile “bir bilen” veya “bir karıştıran” olarak hangi konuya el attığını kestiremeyiz.
Dedemizin zamanında siyasetçiydi…
Babamızın zamanında da etkin bir siyasetçi…
Bizim zamanımızda da hem başbakan hem de Reis-i Cumhur olarak görev yapan önemli bir isim…
Onu asıl önemli kılan, her konuda son sözü kendisinin söyleyeceği ortamı oluşturma becerisidir.
Onun dönemi, yoklukların ve kıtlıkların bittiği dönemdir.
Yokluğu ve kıtlığı bitirme becerisinden değil, sıktığı boğazı, iktidara geldiğinde bırakmasındandır.
Merhum Ecevit başa geçtiğinde nasıl oluyorsa oluyordu, bir anda ülkede yağ bitiyordu, şeker bitiyordu, çay bitiyordu.
Neredeyse tüm gıda ve ihtiyaç maddeleri bir anda tükeniyor, toz olup uçuyordu.
Belki bu CHP’nin geleneğinde olan “verimsizliği”ydi…
Ama CHP iktidardan düştükten sonra Demirel başa geçmişse o yok olanlar, tezgâh altında karaborsa satılanlar bir anda gün yüzüne çıkardı, paran varsa alırdın artık…
Çünkü o zaman ülkeyi yöneten “patronlar kulübü” vardı ve onların sözcü siyasetçi ise Süleyman Demirel’di.
Bugünkü kargaşanın temel nedeni de budur. Patronlar kulübü “sözcü” siyasetçisini başa getirmeyince, AK Partiye inanılmaz kumpaslar kuruyor, kuranlara destek oluyor. Hoş, AK Partide buna fırsat verecek yanlışları bilerek veya bilmeyerek yapıp duruyor.
Konumuz Süleyman Demirel ama…
Siyaset yaptığı süre boyunca, Nur cemaatinin Yeni Asırcı olarak bilinen kesiminin tam desteğini aldı ve ne yazık ki, bu destek, İslam’a ve Müslümanlara yaptığı zulme rağmen hiç kesilmedi.
Bazen başörtülülere Suudi Arabistan’a gitmelerini tavsiye etti, bazen ibadetlerin askıya alınabileceğini söyledi.
Onun için esas olan derin güçleri ürkütmemekti.
Her darbe döneminde şapkasını alıp giden ve yine bir umut olarak dönen Demirel cephesinde değişen hiçbir şey yoktu, halka verdiği, verebileceği de yoktu.
O ne özgürlük vadederdi ne farklılıklara tahammül gösterirdi ne de bir gelecek bırakabilirdi.
Ama bütün bunları ondan başkası vermiyormuş fikrini de güçlü şekilde yerleştirirdi.
Her siyasete başlayan, ondan el alırdı.
Siyasetten çekilmek zorunda kalan da onun istememesi nedeniyleydi.
İster sağda olsun, ister solda bütün siyaset, onun isteğine göre dizayn edilir ve halkın karşısına çıkan seçenekler, onun isteğinden başkası olamazdı.
40 yılı aşkın siyasi hayatında bir kez bile olsa yoksulluğu önleme, kıtlığın kökünü kazıma, insanların daha iyi yaşaması ve daha huzurlu bir ülkede ömür sürmesi için de attığı bir tek adım yok.
Aslında o “Demirel” değil, “devlet”ti…
Devletin belki de en ceberut yüzüydü ama bunu esprileriyle, hazır cevaplılığıyla ve halkın yanındaymış gibi görünmesiyle farklı bir kılıfta halka sunmasını bilirdi.
Sağın oyunu alırdı ama ne sağcılara ne de solculara gün yüzü göstermezdi.
Benim işçim, benim köylüm dediği zaman sular durur, bütün yaptıkları ve yapmadıkları unutulurdu.
Neyi yapmayacağını söylemişse onu yapmıştı…
Neyi yapacağını söylemişse de asla onu yapmamıştı.
Ama insanlardaki algı sanki yapmam dediğini yapmamış, yapacağım dediğini de yapmış gibiydi.
Bunu kelime oyunlarıyla öyle güzel anlatırdı ki, ondan şüphe etmek mümkün olmaz, kendinden şüphe etmek şart olurdu.
Her sorunun altından kalkar, her soruya vereceği bir cevap olur ve her durumu lehine çevirmeyi bilir, hep üstte kalan kendisi olurdu.
Öyle ki, Yunanistan’la sürekli sorunumuzun yaşandığı Ege’yi bir tarif edişi vardı, akıllara zarar.
Demirel, yine böyle bir krizde "Ege bir Yunan gölü değildir. Ege bir Türk gölü de değildir. Binaenaleyh, Ege bir göl de değildir." demişti.
Söylediği tek doğru gerçekten de Ege göl değildi ama zaten sorun da Ege gölünde değildi…
Tweetimden seçmeler
Bir kez daha açlıkla imtihan edileceğiz ama unutmayın, bizim akşama iftar etme umudumuz var, açlık çekenlerin umudu bile yok.