12 Eylül 1980 darbesinin, olgunlaşma evresinin bize kötü bir hediyesi olan düğüm, yani terör, 30 yılı aşkın bir süre bu ülkede çok acı izler bıraktı ve bırakmaya da devam ediyor.
İnsanları tek tipleştirme alışkanlıkları vardı.
Kendilerine göre belirledikleri “makbul vatandaş” tarifine uymayanlarla birlikte uyanları da acı ve karanlık bir gelecek bekliyordu.
Puslu yıllar olarak bilinen darbe öncesi dönemde “öldürme” görevi alanların, kendilerini ülkenin sahibi sanması da kaçınılmazdı.
Karanlık yıllar boyunca dilediğini öldüren, dilediği yerde olay yapan, dilediği insanlara işkence eden, hatta aşağılıkça muameleye tabii tutanlar, bu işin sonunun nereye varacağını kestiremediler.
Hep üç beş çapulcuydu huzurumuzu kaçıran.
Ve çapulcular ölünce sorun kalmayacaktı.
Her ölenle birlikte onlarca yeni huzur kaçıran dağlarda yerini aldı.
Her gün insanlar ölüyordu, asker, polis, sivil vatandaş ve dağdakiler…
Bu ülkenin insanını, bu ülkenin insanı öldürüyordu.
Her şehit cenazesinde sokaklara çıkıyor, meydanlarda bağırıyorduk; şehitler ölmez, vatan bölünmez diye…
Oysa insanlar ölüyordu ve bölünmeyen ama içinde güvenle yaşanmayan bir vatan kalıyordu bize…
Ağlıyorduk…
Anaların feryadı yürekler dağlıyordu.
Babalar için için ağlıyordu.
Genç kızlar giden nişanlısının veya eşinin ardından gözyaşı döküyordu, gizlice…
Çocuklar yetim kalıyordu, kadınlar dul…
Analar ağlıyordu ya şehit olan asker oğlu için ya dağda kaybettiği oğlu için.
Bazen bir oğlu askerdi, bir oğlu terörist…
Açılan ateşte ya o oğlu ölecekti ya diğeri…
Kimse terörü bitirmeyi düşünmüyordu. Çünkü terör örgütleriyle müzakere yapılmazdı.
Öldüre öldüre bitirirdik yerine yetişenleri de yarın başkaları öldürürdü.
Dirilte dirilte bitirmeyi düşünenlerin hep başına kötü şeyler geldi; ne geldiğini de hiç kimse bilemedi.
Bu ülke bizimdi ve herkes eşitti.
Ama bazılarının ülkesi değildi ve hiç kimse de eşit değildi.
Yalanlar söylüyorduk kocaman kocaman.
Kendimiz söylüyor, kendimiz inanıyorduk.
Ama aslında hiç kimsenin inanmadığı, yakılan ağıtlardan belliydi.
Türk ölüyordu, Kürt ölüyordu, Alevi ölüyordu, Sünni ölüyordu.
Bu ülkenin insanını kaybediyorduk, bu ülkenin insanlarının ocağına ateş düşüyordu.
***
İlk kez AK Parti iktidarıyla, demokratikleşmeyle, temel hak ve özgürlüklerle ve insanların bir arada, güvenle yaşaması için atılan adımlarla kendini gösterdi.
AK Parti, kimseye bir lütuf bahşetmiyordu ama AK Parti, 80 yıl boyunca kimsenin cesaret etmediği adımlar atıyordu.
O zaman Başbakan olan Cumhurbaşkanı Recep Tayip Erdoğan, hiçbir genel başkanın, hiçbir liderin veya başbakanın alamayacağı, almayı aklından dahi geçiremeyeceği bir sorumluluk, bir risk alıyordu. Adeta siyaseten intihar yolunu seçiyordu ve bunu yaparken ya bu sorun beni çözecek ya ben bu sorunu çözeceğim diyordu.
Birileri bu çıkışa heyecanlandı, birileri hiç görmedi, birileri de bekle gör taktiği uyguladı.
Şehitler gelmez olunca siyaseten zayıflayanların homurtusu çoğaldı.
Silahlar satılmayınca da başkaları…
Öldürmekten başka işi olmayanlar da işsizliğin psikolojik sorunlarını yaşamaya başladılar ama bu arada süreç işliyor, ülke adım adım demokratikleşiyor ve yarınlar için umut beslemeye başlıyorduk.
Sokağa taşan Vandallar, Gezi’de etrafı savaş alanına çevirenler aynıydı.
Barışı istemeyenler, sokağı ateşe veriyordu.
Kandan beslenenler, Hakkari’nin Yüksekova’sında üç şehit haberini güle oynaya verdiler…
Keyifliydiler; bak şehit geliyordu.
Verilenlerin taviz olduğunu düşünenler, hakların lütuf olduğuna inananlar “bak biz haklıydık” dedikler…
Evet siz haklıydınız…
Çünkü siz barış istemeyenler olarak bu milletin alnında kara bir lekesiniz ve öyle kalmaktan daha başka onur taşımayı da düşünmüyorsunuz.
Faşistliğin de ırkı olmazdı, savaş çığırtanının da…
Gezi’de kendini ne olarak tanıtırsa tanıtsın, Kurban Bayramında insanların mutluluğunun üzerine kim acı eklerse eklesin, aynı kapının adamlarıdır, aynı savaşın tarafladır ve barışa karşı olan, demokratikleşme istemeyen ve bu milletin yüz karalarıdır.
Demokratikleşme adımları atıldığında, bunların varlığı zaten biliniyordu ve o günden bu yana “ne kadar alçalabilecekler” diye tahminler de yapılıyordu.
Yani demem o ki, biz bu düğümün kolay çözüleceğini zaten hiç düşünmemiştik ama sizin ne zaman barıştan, sevgiden, merhametten yana olacağınızı hep merak ettik, etmeye de devam ediyoruz.
Tweetimden seçmeler
Günde yarım saat Samanyolu haberi izlesem, çok değil, bir hafta sonra elime silah alıp, devleti kurtarmaya kalkardım :)