Zamanlama her zamanki gibi dikkat çekiciydi. Ergenekon duruşması vardı ve savcının mütalaası “terör örgütü” olduğunu söylüyor, sanıklara müebbet hapis cezası istiyordu. İdam kalkmıştı, belki de idam isteyecekti.
Savcının ne istediği değil, elbette ki, hakimin ne karar vereceği önemliydi, onda da çok ümit gözükmüyordu.
Darbe planı yaptıkları, bunun için “terör örgütü” kurdukları, devletin kaynaklarını, devleti yıkmak, ülkeyi bölmek, halkı sindirmek, karşı çıkanı öldürmek, esir etmek adına kullandıkları artık gün gibi açıktı.
Kaçacak, göçecek yer yoktu.
Abilerinin yaptığı darbe sonrası insanlara az işkence yapılmamış, az onur kırıcı hareketlerde bulunmamışlardı.
Gencecik insanları öldürmüşlerdi.
Yaşı tutmayanın yaşını bile büyütecek özverili(!) çabanın içine girmişlerdi.
Abilerinin doğurduğu terör örgütünü ülkenin başına bela etmişlerdi ne güzel.
Her zaman kendilerine ihtiyaç vardı.
Ülke karışacak, bütçenin tamamına yakınını iç edeceklerdi.
Bir iki sortiyle halkın cebine girmesi gerekenleri dağa bayıra atıp, döneceklerdi ama güç kendilerinde olacaktı.
Nasılsa kendilerinin terör örgütü de vardı, istetme gibiydi, joker görevi görüyordu.
Bomba atılacaksa atıyorlar, kurşun sıkılacaksa sıkıyorlardı.
Hem tarikat bile kurmuşlardı.
Alışkınlardı anlayacağınız; meyhaneden adam toplayıp “şeyh” yapmamışlar mıydı?
Ama şimdi sıkışmışlardı.
Kaçacak, göçecek yer olmadığı gibi “barış”la bütün yaptıkları da ters yüz olacaktı.
Az uğraşmamışlardı.
Ülkenin terörle sürekli imtihan edilmesi için ne çabalar vermişlerdi.
Her şehitte nasıl da insanlar sokağa dökülüyor, “şehitler ölmez, vatan bölünmez” diyorlardı.
Milliyetçilik duygularını canlı tutuyorlardı işte fena mı?
Ama artık bu da olmayacaktı.
Barış olduğunda, kan akmayacaktı, analar ağlamayacaktı, çocuklar yetim kalamayacaktı, babaların yüreği dağlanmayacaktı.
Kendilerine de ihtiyaç duyulmayacaktı.
Ne kötüydü, ne kötü…
Müebbet yemeleri umurlarında değildi ya, barış olması en kötüsüydü.
Çünkü barış olduğunda, kendilerinden sonra gelecek terör örgütü üyeleri at oynatacak alan bulamayacaktı.
Yapacakları her darbe planı, plan olmaktan öteye gitmeyecekti.
Kağıt parçası olarak kalacaktı, “kağıt bu, kağıt” diye kükreyen de bulunmayacaktı.
O zaman ortalığı yeniden karıştırmak lazımdı.
Hem gözdağı verilmiş olurdu, hem de halkın milliyetçilik duygularından nemalanacak bir kıpırtı bulabilirlerdi.
Adalet Bakanlığı iyiydi…
Ergenekon davasında savcının mütalaasına güzel bir cevap olurdu.
Hukuka aykırılık önemli değildi.
Nasılsa hep hukuku çiğneyerek gücü elinde bulundurmuşlardı, abilerinden öyle görmüşlerdi.
AK Parti de iyiydi…
Hem Ergenekon davasını ortaya çıkaracak ve sürdürecek kararlılığından dolayı, hem de barış görüşmeleri nedeniyle…
Mesaj iyiydi…
Ama bir başka tanıdık silahla saldırmak lazımdı…
Lav silahı çok ince bir mesaj olabilirdi.
Nasılsa içindeki ateş aldıktan sonra “boru bu boru” denilebilirdi.
Lavı, lavlıktan çıkaracak şey, tetiğe dokunmaktı.
Pek de alışkınlardı.
“Boru bu, boru” diye haykırırlardı hiç değilse.
“Kim ateş etmiş canım, bakın bu boru!”
Bir de “abi” mesajı vermek lazımdı, hizmete gönderme olurdu.
“Abilerin” en çok olduğu yere bir mesaj gerekiyordu.
Hani “Ergenekonla yatıp Ergenekon’la kalkan yayın organları” nedeniyle nasıl da zor durumda kalıyorlardı.
Hüseyin Fevzi Tekin iyiydi…
Ne de olsa kod adı “abi”ydi…
DHKPC’den olup olmaması bir şey değiştirmezdi, az mı taşeron örgüt kullanmışlardı, az mı?
Çok iğrençsiniz Ergenekoncular, çok iğrenç…
Twitimden seçmeler
Ölmeyi göze almışsanız, savaşmak için olmasın, barışmak için olsun! Ardınızdan “öldürmeyi severdi” demezler, “barış için öldü” derler!